karanlıklı, korkunç, büyük bir mezaristanı andıran bir şe-
kilde görünecektir. Ve bu görünüşte insan pek büyük bir
dehşete, vahşete, me’yusiyete maruz kaldığında şüphe
yoktur.
Fakat, iman gözlüğü ile o cihete bakıldığı zaman, haki-
katen o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünür-
se de, fakat can telefi yoktur. Mürettebatı, sakinleri daha
güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor.
Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için
kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telâkki edilecektir. de-
mek imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itminan, in-
şirah, binlerce “elhamdülillâh” dedirten bir nimettir.
Sol cihet:
Yani, gelecek zamana felsefe gözlüğü ile ba-
kıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedi-
rip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şek-
linde görünecektir.
Fakat iman gözlüğü ile bakılırsa, Cenab-ı Hakkın, Hâ-
lık, rahman, rahîm’in insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit ne-
fis, leziz, me’külât ve meşrubata zarf olan bir mâide ve
bir sofra-i rahmanî şeklinde görünecektir. Ve binlerce
“elhamdülillâh” okutturarak tekrar ettirecektir.
Üst cihet:
Yani, semavat cihetine felsefe ile bakan bir
adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin
at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi yaptıkları pek
sür’atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete,
vahşete, korkuya maruz kalacaktır.
Lem’aLar | 703 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
taşıtlarda iş başında hazır olan gö-
revli kimseler.
nakil:
götürme, taşıma.
nefis:
pek hoş, istek uyandırıcı,
çok güzel.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, bağış.
nuranî:
nurlu, parlak, ışık saçan.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
Allah.
rahman:
ister mü’min, ister kâfir;
ister iyi isterse kötü olsun; rahmeti
bütün herkese yayılan ve bütün
yaratılmışların rızıklarını ve geçim
şekillerini içine alan rahmetin sa-
hibi Allah.
sakin:
hareketsiz olan, kımıldan-
mayan, durgun.
semavat:
semalar, gökler.
sofra-i rahmanî:
Cenab-ı Hakkın
rahmet sofrası.
sür’at:
çabukluk, hız, acele.
sürur:
sevinç.
şekil:
dış görünüş, biçim.
telâkki etmek:
anlamak, kabul et-
mek.
telef:
yok etme, öldürme.
vahşet:
yabanîlik, vahşîlik, yalnız-
lık, ıssız, korkunç yer.
zarf:
kap, kılıf, mahfaza.
zulümat:
karanlıklar.
âlem:
dünya, cihan.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
cihet:
yön, taraf.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, ezelden ebede her türlü
hamd, övgü, şükür ve minnet
Allah’a aittir.
felsefe:
hikmet bilgisi, her şeyi
maddede arayan düşünce.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç,
geniş, rahat, iç açıcı.
hakikaten:
doğrusu, gerçek-
ten.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
hamd allah’a aittir.
ihzar etmek:
hazırlamak.
imha etmek:
yok etmek,
mahvetmek, yıkmak.
inşirah:
açılma, genişleme.
itminan:
inanma, tam olarak
bilme, tatmin olmuşluk.
kabir:
mezar.
küre:
dünya, yeryüzü.
leziz:
lezzetli, tatlı, tadı güzel,
hoşa giden şey.
mâide:
yemek sofrası.
manevra:
eğitim ve deneme
için savaş taklidi olarak yapı-
lan hareketler, tatbikat.
maruz kalmak:
bir şey veya
olayla karşı karşıya kalmak.
me’külât:
yiyecekler.
meşrubat:
içilecek şeyler, içe-
cekler, şuruplar.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
mezaristan:
mezarlık.
muhtelif:
çeşitli, çeşit çeşit,
farklı.
mürettebat:
gemi, uçak gibi