zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç et-
mek olup, adem âlemine gitmek değil diye, bu ciheti
memnuniyetle karşılar. Fakat, yol esnasında ölüm, kabir
gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir.
Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en
büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Me-
selâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak
kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve zeliha’nın iftirası
üzerine konulduğu hapis yoluyla nail olmuştur.
Ve keza, rahm-ı maderden dünyaya gelen çocuk, ma-
hut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya
saadetine nail oluyor.
Arka cihet:
Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla ba-
kılsa, “Yahu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin
dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir
cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı
içinde kalınır.
Fakat nur-i iman gözlüğü ile bakarsa, insanların kâinat
sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini
görmek ve mütalâa etmek için sultan-ı ezelî tarafından
gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Ve bunlar o
mu’cizenin derece-i kıymet ve azametine ve sultan-ı eze-
lî’nin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettik-
leri nispetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine sul-
tan-ı ezelî’nin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve
bu anlayış nimetini kendisine iras eden iman nimetine
“elhamdülillâh” diyecektir.
Lem’aLar | 707 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
netice:
sonuç.
nimet:
iyilik, lütuf, bağış, ikram.
nimet:
iyilik, lütuf, bağış.
nispet:
oran, ölçü.
nuranî:
nurlu, ışık saçan.
nur-i iman:
imandan gelen nur,
aydınlık, parlaklık.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
rahm-ı mader:
anne rahmi.
saadet:
mutluluk.
sual:
soru.
Sultan-ı ezelî:
ezelî sultan; kudret,
kuvvet ve hükümranlığının baş-
langıcı olmayan Allah.
tabiî:
boyun eğen, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, bağlanan.
tereddüt:
kararsızlık, bir konuda
şüphede kalma.
teşhir:
gösterme.
acip:
hayret veren, hayrette
bırakan, şaşılacak şey.
adem âlemi:
yokluk âlemi.
âlem:
dünya, cihan.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
azap:
ceza.
azizlik:
üst düzey yöneticilik,
bakan.
cihet:
yön, taraf.
derece-i delâlet:
yol gösterme
derecesi.
derece-i kıymet:
kıymet de-
recesi, değer düzeyi.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, ezelden ebede her türlü
hamd, şükür ve minnet Allah’a
aittir.
esna:
ara, aralık, sıra, zaman.
felâket:
musibet, çok zarar, sı-
kıntı doğuran durum.
felsefe:
hikmet bilgisi, her şeyi
madde de arayan düşünce.
hayret:
şaşkınlık, şaşırmak.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme.
iman:
inanç, itikat.
iras etme:
sebep olma.
kâinat sergisi:
evren sergisi.
kesb-i vukuf:
vukuf kazanma,
bir şeyi öğrenme, vâkıf olma.
keza:
bunun gibi, böylece.
kudret:
güç, kuvvet.
mahut:
belli olan; bilinen.
memnuniyet:
razılık oluş,
hoşnutluk, sevinçli oluş.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı,
güçlük, zorluk.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların âciz kaldığı şey.
mütalâa:
bir konuda karar ve-
rebilmek için iyice düşünme.
nail olmak:
kavuşmak, ulaş-
mak, elde etmek.
nazar:
görüş, bakış.