Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapılamayacağını söyledi.
Erdoğan, "İlim merkezi cazibe merkezi Semerkant'ı, Buhara'yı, Konya'yı, İstanbul'u bugün bu topraklarda bir kez daha kurabiliriz. Yeter ki en başta kendimiz buna inanalım." dedi
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen TÜBİTAK 2014 Yılı Bilim Özel ve Teşvik Ödülleri Töreni'nde bir konuşma yaptı. Erdoğan, konuşmasında ilk olarak eğitimle ilgili değerlendirmelerde bulundu: "Bizde eğitim ilkokuldan başlayarak üniversite son sınıfa kadar bir formatlama süreciydi. 7-8 yaşında çocuklara her sabah baskı rejimlerinde olduğu gibi koro halinde bir ezberi okutmak özgürlükle ya da özgür zihinler yetiştirmekle bağdaşabilir mi? Kimin hangi okula gideceğine ya da gidemeyeceğine devlet karar verebilir mi? Herkesin girdiği bir sınavda bazılarına kat sayı engeli koymayı daha en başta yarışta dezavantajlı konuma getirmeyi adaletle eşitlikle özgürlükle izah edebilir miyiz? Üniversite okuyan gençlerin kıyafetlerini, sakallarını, bıyıklarını on yıllar boyunca bu ülkenin gündeminde tutmayı üniversiteleri bununla meşgul etmeyi bilimle izah edebilir miyiz? Düşüncelerinden dolayı bilim insanlarının özgürlüklerini elinden almayı, hatta onları sürgüne göndermeyi ilimle bu toprakların kültürüyle birikimiyle denk düşürebilir miyiz? Hatırlayalım. 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa bir ek yaptılar. Önemli bir kısmı üniversite hocası olan 5 bin kamu çalışanının işine son verdiler, sokağa terk ettiler. Bunların hepsi yetişmiş profesörlerdi, doçentlerdi. 10 yıllar boyunca ülkemizde bunlar yaşandı."
"HALA 1940'LARDA YAŞAYAN AKADEMİSYENLER VAR"
Siyaset gibi üniversite bilimi ve fikrinin de bir çerçeve içine alınmak, belli kalıplara, belli sınırlara hapsedilmek istendiğini savunan Erdoğan, "Şu anda dahi üniversitelerimizde 1940'ların dünyasında yaşayan o günlere takılıp kalmış akademisyenler var. Elbette bir çeşitlilik olarak, bir numune olarak onların da fikirlerine saygı duyacağız. Ama bu zihnin, bu fikrin bütün bir eğitim sistemini, üniversite sistemini, bilim atmosferini karartmasına ve zehirlemesine müsaade vermemeliyiz." diye konuştu.
Türkiye'de siyasetin, hukukun, toplumsal hayatın hızla normalleştiğini söyleyen Erdoğan, "Üniversite ve bilim dünyasının da hızla normalleşmesini sağlayacağız. Bizim çocuklarımız, gençlerimiz, bilim insanlarımız yurt dışına gitmeye gerek duymayacak, ülkelerinde o gerekli atmosferi bulacaklar. Yurt dışına gidenler cazibe merkezi olan ülkelerine süratle inşallah geri döneceklerdir. Az önce 300'e yakın akademisyenimizin geri döndüğünü duymak bizim için önemli bir haberdir." ifadelerini kullandı.
"SEMERKANT'I BUHARA'YI TEKRAR KURABİLİRİZ"
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bununla birlikte bugün dünyanın her yerinden öğrenci çektiğimiz gibi akademisyen, bilim insanı, araştırmacıyı cezbedecek hale getiriyoruz ülkemizi. Gerek YÖK gerek TÜBİTAK, şu anda biliyorsunuz yurt dışına sürekli lisans doktora öğrencilerini gönderiyor. Niye? Oralara gitsinler, yetişsinler, tekrar ülkemize dönüp burada da gelecek nesilleri yetiştirsinler. Bakanımız rakamlar açıkladı. Bunlar sıradan olaylar değil. Bunlar ilk yaşadığımız olaylardır. Güçlü bir ülkeyiz, en önemlisi bunu inşa edecek tarihi bir tecrübeye sahibiz. İlim merkezi cazibe merkezi Semerkant'ı, Buhara'yı, Konya'yı, İstanbul'u bugün bu topraklarda bir kez daha kurabiliriz. Yeter ki en başta kendimiz buna inanalım. Burada büyük bir hayal kırıklığımı da sizlerle paylaşmak isterim. 2002 sonunda göreve geldiğimizde bizim en fazla önem ve öncelik verdiğimiz konu eğitim öğretim olmuştur. Bunun yanında üniversite dedik, o zaman 75 üniversitemiz vardı. Şimdi 175 üniversitemiz var. Şimdi üniversite olmayan ilimiz yok. Ta Iğdır'daki Hakkari'deki genç, mali imkansızlıklar sebebiyle 'acaba ben üniversite okuyabilecek miyim' diye düşünmeyecek. O gidemeyebilir ama biz üniversiteyi onun ayağına götürdük. Kendi ilinde evinden çıkıp üniversitede tahsilini yapabilir. Biz bilim dedik, inovasyona araştırmaya geliştirmeye yatırımlar yaptık. 0,50'de olan Ar-Ge çalışmalarına destekte bir hedef koyduk, dedik ki 'bu yüzde iki' olacak. Milli gelirin yüzde ikisini Ar-Ge'ye ayıracağız. Bu konuda güzel gelişmeler oldu. Hedefi henüz yakalamış değiliz. Yüzde 1'e geldik. Tabi bu arada bir şey oldu. O da neydi, şimdi özel sektör de adım atmaya başladı. Özel sektör araştırmaya geliştirmeye büyük önem veriyor. Daha önce özel sektör hep hazıra yükleniyordu. Ama şimdi kendileri başladı."
"MUSEVİ VATANDAŞTAN ALDIĞI ÖĞÜT"
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra yaşadığı bir anısını aktardı: "Bir Musevi vatandaşımız, İstanbul belediye başkanı olduğum zaman beni ziyarete gelmişti. Şu anda rahmetli oldu. Maalesef öldürdüler kendisini. Ve bana dedi ki 'bizim başarımızın sırrı nedir biliyor musun başkan' dedi. 'Nedir' dedim. 'Üç şey' dedi. 'Bir; insan yönetimi, iki; bilgi yönetimi, üç; para yönetimi' dedi. 'Biz bu üç şeyi başardık ve dünyanın en güçlü etnik yapısı haline geldik' dedi. Bakın burası çok ama çok önemli. Benim için o yönlendirici bir hedefti. İnsanı yönetmek gerçekten çok önemli, bilgiyi yönetmek çok önemli. Öyle bir bilgi vardır ki siz onu rahatlıkla ranta dönüştürür, paraya dönüştürür ve sürekli onun neticesini alırsınız. Onun patenti sizdedir. Onun yanında parayı yönetmek çok çok önemli. Eğer parayı başarıyla yönetebiliyorsanız onun da neticesini alırsınız. Şu anda ben TÜBİTAK'ı da bu ilim camiasının yüz karalarından aktarma süreci olarak görüyorum. Bilgiyi ülkemiz için insanlarımız için önemli bir yönetim amacı olarak kullanma noktasında TÜBİTAK'ı hedef olarak görüyorum. Oradan elde edilecek hasılanın da bu ülke için çok önemli kaynak olduğunu ifade etmek istiyorum."
"MEVCUT TÜRKÇE İLE FELSEFE YAPAMAZSINIZ"
Erdoğan, Osmanlıca konusunda ise şunları söyledi: "En büyük sıkıntılardan birini de maalesef dilde yaşadık. Bizim son derece zengin bilim yapmaya bilim üretmeye son derece müsait bir dilimiz varken, bir gece yattık, sabah kalktık baktık ki o dil yok. İşte şu anda yabancı dillerle yabancı kelime ve kavramlarla bilim öğrenen ve öğreten bir ülke derecesine getirildik. Binlerce kelime ve kavram unutturuldu, sözlüklerden. Kelime ve kavram üretmeye son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. İşte şu anda Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca kelime ve kavramlara başvuracaksınız, ya da İngilizce Almanca Fransızca kelimelere başvuracaksınız. Bu sorunların hepsini aşmak zorundayız. Bu sorunlar devlet eliyle bilim insanları eliyle aşılacak sorunlardır."