Genel Yayın Müdürümüz Kazım Güleçyüz, Ruşen Çakır'ın Medyascope programında Nurculuk Hareketi, Yeni Asya, Fethullah Gülen Hareketi, AKP İktidarı ile bu hareket arasındaki gerilimi ve devlette kadrolaşmaya ilişkin soruları cevaplandırdı.
Konuğum Yeni Asya gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz. Yeni Asya gazetesi bilen bilir, bilmeyenler için söyleyelim; Türkiye’de Nurculuk Hareketinin en önemli camialarından birisinin yıllardır varlığını sürdüren gazetesidir. Dolayısıyla bu gazete sadece bir basın yayın organı değil, aynı zamanda önemli bir Nurcu grubun sözcüsüdür, diyelim. Ve Kâzım Bey’le Yeni Asya’nın, ama genel olarak Nurcuların, 15 Temmuz darbe girişimine ve tabi ki buradan hareketle de Gülen Cemaatine nasıl baktıklarını konuşacağız. Kâzım Bey, doğru tarif ettim mi Yeni Asya’yı?
Evet, çok doğru tarif ettiniz.
Önce, bir gazeteci kimliği ile bilmeyen izleyicilerimiz için şu Nurcu Hareketi denince neden bahsediyorsunuz? Çünkü tek bir yekpare hareket değil. Çok parçalı bir hareket. Said Nursî’nin vefatından sonra başlayan ayrılmalar günümüze kadar bayağı çeşitlendi. Nurcular nasıl bir yelpaze oluşturuyor? Bunu anlatır mısınız?
Bu hareketin kurucusu Bediüzzaman Said Nursî. Eserleri var. Risale-i Nur Külliyatı. Kur’an tefsiri. Orada bugünün anlayışına hitap eden yorumları var Kur’an-ı Kerim’in. Vefatından sonra dediğiniz gibi değişik gruplar ortaya çıktı. Aslında bu grupların ortaya çıkış sebebi yorum farkı. Bir de esas sebep, ihtilaller, darbeler. Her darbeden sonra Nurculuk hareketinde birtakım çatlamalar olmuş. 27 Mayıs’tan sonra ilk bölünme olmuş. Yazıcılık, Okuyuculuk denen hadise. En büyük bölünme 12 Eylül’den sonra olmuş. Konseyciler, anayasaya evet diyenler, demeyenler. Dışarıdan müdahaleler olmasa, darbelerin bir şekilde etkisi olmasa bu derece bölünme olmazdı.
Peki, şu anda onlarca grup mu var?
Ondan fazladır. Şunu da söyleyelim. Bediüzzaman’ın vefatından sonra onun yakınında hizmet etmiş, beraberinde çalışmış olan önde gelen talebeleri, Zübeyir Gündüzalp başta olmak üzere, Tahirî Mutlu, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel... hepsi beraber olmuş. Bediüzzaman’ın vefatından sonra meşveret ve istişare dediğimiz bir sistem kurmuşlar. Ve o bütünlük içerisinde o istişareyi çalıştırmışlar. Ama sonraki yıllarda kısmen yorum farkından, kısmen şahsî ve hissî sebeplerle, büyük ölçüde de darbelerin etkisiyle bölünmeler olmuş. Ama ana gövde Yeni Asya’dır. Yeni Asya, 47 yıl önce Zübeyir Gündüzalp’in sağlığında, onun rehberliğinde yola çıkan bir gazetedir. Yine onun sağlığında bir kısmının isimlerini saydığım önde gelen Nur Talebeleri beraber olmuşlar ve gazetenin Nur Hareketinin yayın organı olduğu anlayışı çerçevesinde bütünlüklerini devam ettirmişler.
Peki, burada şunu soracağım; gazete etrafında bir cemaat mi var, yoksa cemaatin çıkardığı bir gazete mi var?
Cemaatin çıkardığı bir gazete. Gazete cemaati değil.
O takdirde ne oluyor? Cemaat kendi içerisinde nasıl çalışıyor, bir lideri yok bildiğim kadarıyla.
Yok.
Nasıl bir yapınız var?
Yapı şudur: Şerif Mardin de sizin çok iyi tanıdığınız, incelediğiniz bir isim olarak vurguluyor; Risale-i Nur hareketinin orijinal taraflarından biri, şahsa değil, fikre dayalı, sivil, demokrat, özgürlükçü bir hareket olması. Ki Yeni Asya da bu eksende Bediüzzaman’ın ta Eski Said döneminden, 2. Meşrûtiyet’ten itibaren yazdığı metinlerden başlayarak; bu yorumlarla demokrat, sivil, özgürlükçü, darbe ve müdahalelere karşı bir anlayış çerçevesinde yoluna devam etmiş. Bizim sistemimizde sizin de ifade ettiğiniz gibi belirli bir şahıs, bir lider yok. Tarikatlarda olduğu gibi tepede bir şeyh olacak, ona tâbi müritler olacak; böyle bir şey yok. Tamamen tabana dayalı bir istişare mekanizması oluşturulmuş ve bunlar hep cemaatin tabanının uygun gördüğü kişiler tarafından işletilir. En alt hizmet birimine varıncaya kadar hepsi bu manada hizmet meselelerinin ve güncel gelişmelerin değerlendirildiği, tahlil ve müzakere edildiği özgür zeminlerdir. Ve bu cemaatin yılda iki defa toplanan bir de genel meşvereti vardır. Orada bütün illerden, hizmet mahallerinden ve yurt dışındaki temsilcilerden katılım olur ve burada biriken gündem maddeleri görüşülür, müzakere edilir. Çok şeffaf. Gizlisi, saklısı olmayan bir hareket. Bugünlerde cemaatlerde şeffaflıktan çok bahsediliyor. Yeni Asya şeffaf ve savunduğu prensiplere uygun bir işleyiş içinde hizmetine devam ediyor.
Kutlular ile yanılmıyorsam 1999’da bir röportaj yapmıştım. Meşhur bir röportajdır. Mehmet Bey o zamanın gazetenin imtiyaz sahibi. Şu anda da öyle mi?
Evet.
Ama sağlığı pek müsait değil.
Evet.
O zaman Fethullah Gülen’in devlet tarafından çıkartıldığını söylemişti. 28 Şubat’ta ülkeyi terk etmek durumunda kaldığı için “Devlet onu kullandı, attı” başlığını kullanmıştım. Ve orada çok net bir şekilde Kutlular Bey, devletin istihbarat servisleri Nurcu hareketini bölmek için bunu yaptı demişti. Gerçekten Yeni Asya camiası Fethullah Gülen’e böyle mi bakar? Yoksa bu Mehmet Bey’in kişisel değerlendirmesi mi?
Mehmet Bey, o dönemleri bizzat yaşayan bir insandır ve değişik yerlerde de bunu anlatmıştır. Kitabında da anlatmıştır. 1974 yılına kadar Fethullah Gülen, Yeni Asya ile, cemaatle birlikte; hatta 1971’de açılan İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmıştır. O zaman ilginçtir “Nurcu” nitelemesini reddetmiştir. O zamandan. Ve o dönemde zaman zaman Yeni Asya’da yazıları çıkan, hatta “Hitap Çiçekleri” diye kitabı çıkan bir isimdir. Ama 1974 yılında kendi yolunu ayırmıştır. İşte bu ayrımdan sonra kendine has, Risale-i Nurdan da istifade eden, ama kendi geliştirdiği yöntemleri de işin içine katarak bir yol tutturmuştur. Özellikle 12 Eylül’den sonra Gülen’in önü açıldı. Birtakım mekanizmalar ile Nurcu tarifi onun üzerinden yapılmaya başlandı; kendisi reddetmiş olmasına rağmen. Ama bizim değerlendirmelerimiz, tesbitlerimiz ki Mehmet Bey de bunları ifade ediyor zaten, birtakım çok önemli noktalarda Risale-i Nur ölçü ve prensiplerine uymayan haller var. Ve bugün yaşanan hadiseler, gelinen nokta, karşı karşıya olduğumuz tablo bu noktalarda çıkan problemlerin neticeleridir. Meselâ; devlette ve en kritik kurumlarda kadrolaşmak. Askeriye, hariciye, emniyet, istihbarat, yargı...
Bu noktada bizim yaklaşımımız şudur; o da Zübeyir Gündüzalp’in ifadesi olarak bize aktarılmıştır. Menderes döneminde yapılan en önemli icraatlardan biri, devlet kadrolarının Anadolu çocuklarına açılmasıdır. Daha öncesinde devleti dar bir kadro yönetiyor, ama Menderes’le birlikte Anadolu’dan gelen insanlar yavaş yavaş devlet kadrolarında ve bürokraside vazife almaya başlamışlardır. Şimdi bu tabiî bir süreç içerisinde devam ediyor. Ve burada şu cemaat, bu cemaat ayrımı yapılmadan ehliyeti olan, liyakati olan; bu işi yapmaya ehildir, lâyıktır denilen insanların tümünü kapsayan ve kimseyi dışlamayan bir anlayış çerçevesinde, siyasî görüşü dikkate alınmadan; eğer ehil ise ve yaptığı işe siyasî görüşünü karıştırmıyorsa onu tercih eden ve bu vasıflara sahip olan kadrolara da iktidar değişimlerinde dokunmayan, bir anlayış. Şimdi özellikle bir cemaat özelinde kadrolaşma stratejisinin gündeme getirilmiş olması, bugünkü tabloyu ortaya çıkardı.
Peki, sizin burada hükümetin dile getirdiği devlet içerisinde paralel örgütlenme ya da devletin normal hiyerarşisinin dışında dış bir hiyerarşiye tâbi olma iddialarının, gözlemlerinize dayanarak doğru olduğunu düşünüyor musunuz? Bu iddialar sizce doğru mu?
Böyle bir kadrolaşma doğru. Ama bunun fert fert suçlanan kişiler bazında yansımalarının tahkike ihtiyacı var. Bu strateji sıkıntılı ve problemli bir strateji. Dediğim gibi 15 Temmuz olayına gelinmesinin ve duvara toslamanın altında yatan en önemli şey bu. Şimdi artık ne kadar ağzınızla kuş tutsanız, örgütle alâkam yok deseniz bile—o ithama muhatap olanlar açışından—inandırıcılığı görülmüyor.
Hasbel kader sizleri, İslâmî hareketleri takip etmeye çalışan birisi olarak; Yeni Asya cemaati ve Gülen cemaatini ayrı ayrı bilen birisi olarak; 17-25 Aralık savaşının kızıştığı andan itibaren Yeni Asya’nın duruşu beni biraz şaşırttı. Normalde Gülen Cemaatine Fethullah Gülen’e karşı en mesafeli olan, mesafeli olması beklenecek olan yapı o iken ve ona diğer Nurcular tamamen cephe almışken; sizin cephe almanız almamanız kendi takdiriniz, ama bu durum beni biraz yadırgattı. Bende mi bir yanlış var? Nedir? Ne oldu? AKP iktidarı ile Gülen Cemaati kavgasındaki genel pozisyonunuzu tarif eder misiniz?
Aslında biz burada çok net bir tavır ortaya koyduk. Demokrasinin temel kuralı seçimle gelenin seçimle gitmesidir. Yani başka bir müdahale, bir darbe olmaz. Zaten biz bugüne bunun mücadelesini vererek geldik. 12 Eylül’de 470 gün, 28 Şubat’ta bir ay kapatıldık. Mehmet Kutlular, 28 Şubat döneminde depreme “İlâhî ikaz” dediği için hapis yattı. Ve o dönemde Mehmet Beyi Fethullah Gülen de eleştirdi “Böyle şeyler söylenir mi?” gibisinden. 28 Şubat MGK’sındaki generallere müçtehit diyen, “isabet ederlerse iki sevap, isabet etmezlerse bir sevap” gibi tuhaf değerlendirmeler yaptı. İşte bizim Gülen’le birazını ifade etmeye çalıştığım, ayrıldığımız noktalar hep tarafımızdan seslendirilegelmiştir. Bunun yanında birşey daha söyledik; seçimle gelmek tek başına demokrasi değildir. Seçimle gelen bir hükümetin de dikkat etmesi, uyması gereken prensipler vardır. Demokrasinin ana prensibidir; kendisine oy vermeyenlere karşı hoş görü ile bakması. Bunları kabullenen, hazmeden; hak ve hukukunu dikkate alan icraatlar yapması, ilâveten dışlayıcı ve kutuplaştırıcı olmaması ve hukuk prensiplerine hassasiyetle riayet etmesi. İktidar açısından bu noktada problemli taraflar gördüğümüz için bunu dillendirdik. Öbür taraftan da bir cemaatin iktidar mücadelelerine bu kadar taraf olmasının, aktif oyuncu pozisyonunda müdahil olmasının yanlış olduğunu, cemaatin varlık sebebi ile uyuşmadığını da ifade edegeldik.
Burada zannediyorum sizin ifade ettiğiniz algının oluşmasında etkili olan şey; o dönemde bizim zaman zaman cemaat kanallarına beyanlarda bulunmuş olmamız. Ama bu tek başına bir kriter olmamalı. Çünkü orada ne söylediğimize de bakılmalı. O kanallarda bir cemaatin iktidar mücadeleleri ile, siyasî kavgalarla bu kadar içli dışlı olmasının yanlış olduğunu söyledik. Ve ilâveten daha önceki dönemde iktidar kanallarına da çıktık. Ülke Tv’den, TGRT’ye, Kanal A’ya kadar. Ama bunlar son dönemde unutuldu ve tamamen cemaat kanalları üzerinden bir algı operasyonu oluşturuldu.
Gülen cemaatinin iktidarla işbirliği yaptığı bir dönem var. 2007’den sonra MİT krizine rağmen de devam etti. 17-25 Aralık’tan sonra tamamen koptu, dershane krizi falan. Ergenekon vs dönemlerinde cemaat güçlü olduğu o dönemlerde de sizi kanallarına çağırıyor muydu?
İşin gerçeği ifade ettiğiniz dönemeçler öncesinde o kanallardan dâvet almıyorduk. Bizim konumumuz şu: Her zaman demokrasi dedik, darbelere karşı durduk, hukuk dedik. Onlar bizim bu mesajlarımızı kendileri bu sorunları yaşamaya başladıktan sonra fark ettiler.
Şimdi o kanalların olmaması da ayrı bir garabet. Bir medya organını bu kadar hoyratça yöntemlerle susturmak demokrasi ve hukuk ölçülerinden ne kadar uzaklaşıldığının göstergelerinden biri. Sizin durumunuz da. Bağımsız bir gazeteci olarak medya organları içerisinde iş göremez hale getirildiyseniz... Buna benzer birçok örnek var.
Allah’a şükür oralardan kendimizi kurtardık, buralarda özgür özgür konuşuyoruz… Peki 15 Temmuz’a gelelim. Kim yaptı, sizin kafanız bu konuda net mi?
Oraya geçmeden önce birşeyi tamamlamak istiyorum. İşler bu hale gelmeden önce, yani 11 yıl birlikte oldular. Bizi o zaman Fethullah Hocaya uzak durmakla eleştiriyorlardı. Siz yerinizde sayıyorsunuz, onlar dünyanın dört bir tarafına hizmetlerini götürdü diyorlardı. O zaman bize bunu diyenler dengeler değişince bizi FETÖ ile suçlamaya başladı. Biz aynı yerimizde duruyoruz, eleştirilerimizi de devam ettiriyoruz, yıllardır yaptığımız gibi. Ama bu eleştiriler şimdi bazılarının yaptığı gibi değil. Biz din dışına falan çıkarmadık kimseyi, tekfir etmedik. Baştan beri söylediğimiz gibi ‘Risale-i Nur’dan anladıklarımızı ifade ettik, onların yanlış yaptığı yerleri vurguladık. Sizin bu yaptıklarınız bizim anladıklarımıza uymuyor’ dedik. Bizi eleştirenler şimdi 180 derece değişenler…
-Devamı yarın...-
N. NUR ENER