15 Temmuz’dan sonra “cemaat” kavramının içinin boşaltıldığını, kavramın yozlaştırıldığını, insanların da bu kelimeyi kullanmaktan korkar hale geldiğini gördük. Binlerce yıllık irfan geleneği bu meşum hadiseyle tehlikeye girdi.
Yeni Asya Medya Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Yavuzyiğitoğlu, 15 Temmuz’un yıldönümünde Yeni Asya’nın darbe dönemlerindeki tavrını değerlendirdi.
“Koskoca bir milletin hukuku, ümitleri, gelecek planları ve hayalleri bu girişimle ayaklar altına alınmıştır” diyen Yavuzyiğitoğlu, “Yeni Asya bugüne kadar yapılmış bütün darbelere karşı çıkmıştır. Yayın tarihi buna şahittir” dedi.
15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümündeyiz. Siz 15 Temmuz’u nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evvelâ ülkemizin huzuruna kasteden, demokratik değerlerini ayaklar altına alan, onlarca yıl silinemeyecek mağduriyetlere, her alanda problemlere yol açan bu darbe girişimini ve bu haince kalkışmaya alet olanları tarih huzurunda lânetliyorum. Koskoca bir milletin hukuku, ümitleri, gelecek planları ve hayalleri bu girişimle ayaklar altına alınmıştır.
Biz ne yazık ki darbelerle büyümüş bir kuşağız. Merhum Adnan Menderes’in asıldığı 60 darbesinde henüz çocuktuk, ama bu darbenin ailem, çevrem ve ülkem için yol açtığı yıkımı yaşayarak öğrendik. Sonra 71 muhtırası, 80 darbesi, 28 Şubatlar… Maddî ve manevî olarak ülkemizin kalkınmasını engelleyen, bizi her alanda geri bırakan, başımızı yukarıya kaldırmaya müsaade etmeyen hareketlerdi bunlar. Bunların hepsinin ortak özelliği askerî darbe olmalarıydı. Yani bir emir komuta zinciri içinde gerçekleşen darbeler… 15 Temmuz kalkışması bir çok yönüyle farklı.
Nedir farklı olan?
Bir kere ordu içinde bir emir komuta zinciri içinde gerçekleşen bir hareket değil. Ordu içinde bir kısım askerlerin dahil olduğu, bu askerlerin ve diğer yardımcı unsurların herkesin bildiği dinî bir cemaatle ilişkilendirildiği bir darbe girişimi… Bizi en çok yaralayan, en çok üzen de bu kısmı. Darbenin dinî bir cemaatle ilişkilendirilmesi. Bu Türkiye’deki manevî birikimi, cemaatlerin insan yetiştirmek, toplumsal barışa ve huzura katkı sağlamak, serseriliğin, başıboşluğun önüne geçmek gibi hedeflerini baltalayan bir durum. Nitekim 15 Temmuz’dan sonra “cemaat” kavramının içinin boşaltıldığını, kavramın yozlaştırıldığını, insanların da bu kelimeyi kullanmaktan korkar hale geldiğini gördük. Binlerce yıllık irfan geleneği bu meşum hadiseyle tehlikeye girdi. Bunun telâfisi gerekiyor ve bu çok zor olacak.
15 Temmuz cemaatlerin iç muhasebe yapmasına yol açmış olmalıdır. Cemaatler siyasetle ilişkilerini nasıl kurması gerektiğini, iktidar ilişkilerini nasıl yürütmesi gerektiğinin muhasebesini yapmalılar. Biz cemaatlerin aslî vazifesinin insan yetiştirmek olduğunu, siyasetle ilişkilerinin demokratik taleplerden öteye geçmemesi gerektiğini hep söyledik. Bu çizgi aşıldığı için böyle oldu.
Mehmet Kutlular Ağabeyimiz bize hep bu tehlikeden bahsederdi, dikkatli olmamızı tavsiye ederdi. Bakınız bu noktada bizim tarihimiz, sayfalarımız son derece temizdir. Bu yapıyı başkalarının elleri çatlayıncaya kadar alkışladığı, dönemlerde dahi biz onlarla ilgili bırakınız övmek, alkışlamak filan… mesafemizi koruduk. O günkü faaliyetler gazete manşetlerini süslerken, siyasî zevatın ağzından düşmezken biz, şaşaalı güç gösterilerinin iman hizmetiyle bağdaşmayacağını söyledik.
Sizce 15 Temmuz aydınlatılabildi mi?
Bediüzzaman Hazretleri bu milletin imanına, mukaddesatına, geleceğine kasteden kökü dışarıda olan mihraklardan söz eder. Bu mihraklar bizim üzerimizden elini ne yazık ki çekmemişlerdir. Ta Osmanlı’dan beri böyledir. Bunu darbelerle, farklı vesayet odaklarını harekete geçirerek yapmaya çalışmışlardır. 15 Temmuz’da böyle bir hareket. Tam olarak aydınlatılması kökü dışarıda olduğu için mümkün değil. Kafalardaki sorular cevaplanmış değil çoğunlukla.
Yalnız tarihi hadiselerden yola çıkarak bazı dersler çıkarılabilir. Bu yönüyle 15 Temmuz Osmanlıdaki 31 Mart hadisesine benziyor. Bu hadise de her yönüyle aydınlatılabilmiş değil. Aradan bir asırdan fazla geçmiş. Ama özü itibariyle 31 Martta Meşrûtiyeti korumak için girişilen darbe girişimi Meşrûti değerlerin yerle bir edilmesini netice veriyor. Bilhassa Hareket Ordusu’nun darbe girişimini bastırmasından sonra İttihat ve Terakki’nin kendi muhaliflerini tasfiye için sıkıyönetim mahkemeleri eşliğinde karşı bir sivil darbe hareketi başlatması, Abdülhamid istibdadına rahmet okutan bir istibdadın doğmasına yol açıyor. Bugüne benzer şekilde o günde iftiralarla ya da farklı reflekslerle bir çok insan mağdur ediliyor, işinden canından ediliyor.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri o günlerde Divan-ı Harb-i Örfi’de müthiş bir savunma yapıyor. Bu eser bu günleri anlamak için tekrar tekrar okunmalıdır. Üstad adaletten, hukuktan taviz verilmemesi gerektiğini ısrarla ifade ediyor.
Bugünkü süreçte de darbe gerekçesiyle OHAL ilân edildi, hukuk bir çok yönüyle askıya alındı. Darbe bir çok kişinin haksız yere işinden gücünden edilmesinin, hapsedilmesinin sebebi oldu. İnsanların mallarına el konuldu. Suçun şahsiliği ilkesi yok sayıldı. Mağduriyetler oluştu. Yeni Asya olarak bunları dile getirdik. Demokratik işleyişe zarar verilmemesi gerektiğini, hukuk devleti anlayışından taviz verilmemesi gerektiğini söyledik.
Sanırım bu tavır Yeni Asya’nın Türkiye’nin darbeler tarihindeki genel duruşunu da özetliyor…
Öyle de diyebilirsiniz. Yeni Asya tarihi derinliği olan bir gazetedir, yalnız gazete değil bir fikirdir. Fikriyatının kaynağını Risale-i Nur oluşturur. Duruşu Bediüzzaman’ın duruşudur.
Bildiğiniz gibi Yeni Asya 21 Şubat 1970’de kuruldu. Ondan önce haftalık yayınlanan İttihad gazetesi de 1967’de yayın hayatına girdi. O günden itibaren Türkiye’de yapılmış, ya yarım kalmış veya tam olarak yapılmış bütün darbe ve ihtilâllere karşı çıkmış bir gazete. Bu duruş bir cemaatin gazete lisanıyla darbeler gibi antidemokratik olaylar karşısındaki genel tavrının ifadesidir. Bu dersi Üstadından almıştır. Bu Kur’anî bir duruştur; yani Kur’anî prensipler çerçevesinde oluşturulmuş bir tavırdır.
O yüzden bir bütün olarak Yeni Asya cemaati her türlü darbe girişiminin karşısındadır. 31 Mart Hadisesinde Üstadın tavrı ortadadır. 1960 ihtilâlinde ise Üstad hazretleri vefat etmiş, henüz Yeni Asya gazetesi yok, ama bir cemaati var. Ve bu cemaat 1960 darbesine karşı çıkmıştır. 12 Mart 1971’de yapılmış bir muhtıraya da karşı çıkılmıştır. Sonra onu takiben 12 Eylül 1980’de yapılmış darbeye de net bir şekilde karşı çıkış söz konusudur. Öyle ki, 80 ihtilâlinden sonra yapılmış anayasaya karşı çıkan, “Hayır!” diyen tek cemaattir. Yeni Asya cemaati darbe anayasasına “Hayır!” diyen tek cemaat olarak tarihteki yerini almıştır. Bu tarihi bir hadisedir. Yeni Asya bu konuda pusulası doğru olduğu için şaşmamıştır. Ancak bedelini çok ağır şekilde ödemiştir. Gazete, bu tavrından ötürü 470 gün kapatılmıştır. Bunu başka sair birçok baskılar takip etmiştir; ama hiçbir şekilde Yeni Asya yolundan
vazgeçmemiştir. Dolayısıyla diyebiliriz ki; darbelere karşı oluş noktasında bizim kadar temiz sicile sahip başka herhangi bir grup ya da cemaat yoktur. Darbeler ve ihtilâller konusunda, demokrasiye karşı yapılan kalkışmalar konusunda sicilimizde en küçük bir leke yoktur. Ne yazık ki Yeni Asya bu prensipli, hakkaniyetli ve temkinli duruşunun bedeli olarak iftira ve yaftalamalara maruz kalıyor. Bugün de aynı şey konusu.
*Bugün olan nedir?
Biz darbelerin, darbecilerin, darbecilerin yanından geçenlerin hep karşısında olmuş bir Cemaatiz. Bugün de 15 Temmuz kalkışmasını başından lanetledik. Ama şunu yapmadık, aklımızı ve vicdanımızı, yaslandığımız Kur’anî prensipleri bir kenara koymadık, onların rağmına hareket etmedik.
15 Temmuz’un aydınlatılması bizim de temennimizdir. Ancak bu süreçte yazılarımızla, manşetlerimizle yapılan hukuk dışı uygulamalara, oluşturulan mağduriyetlere dikkat çektik. Biz bunlardan bahsederken bize “darbe yanlısı” “FETÖCÜ” suçlamaları yapıldı, gazetemiz baskı altına alındı.
Biz ne dedik? Darbecilerle hukuk kuralları içinde mücadele ediniz, mağduriyetler üzerinden farklı çatışma alanları oluşturmayınız, toplumsal barışa zarar verecek uygulamalardan ve söylemlerden kaçınınız, hızlıca normalleşme yolunda adımlar atınız, yargılamalarda suçun şahsiliği ilkesini gözden kaçırmayınız… vs.
Tabi bu durum, bizim de bir cemaat olmamız hasebiyle bazılarını rahatsız etti demek. Rahatsız olanların çoğunlukla düne kadar o yapıyla beraber olmaları, onlarla beraber hareket etmeleri ayrı bir garabet tabi…
*Şunu da sormak istiyorum. 15 Temmuzla anılan cemaatin devlet içinde kadrolaşmaya gittiğini bilmeyen yok. Siyaset de ne istedilerse verdik savunmasında… Yeni Asya’nın siyasetle ilişkisinde durum nedir?
Biz başından beri cemaatlerin manevi hizmetlerle ilgilenmesi gerektiğini söyledik. Uhrevi hedefleri olanların dünyevi beklentileri ve hederleri olur mu? Olursa burada bir terslik söz konusudur. Cemaatlerin asli vazifesi insanın imanlı bir şekilde kabre girmesine vesile olmaktır, buna çalışmaktır. Ahlaklı, imanlı, serseriliğe bulaşmayan, çalmayan, başkasına zarar vermeyen, Allah ile ilişkisini zedelemeyen nesiller yetiştirmek... Cemaatlerin gaye-i hayali bu olmalıdır. Siyasetle ilişkisini bu hedeflerini gerçekleştirmek yolunda taleplerle kurmalıdır. Bu talepler de demokratik işleyişin sağlanması, fikir hürriyetinin önünün açılmasıdır.
Bu noktada bizim bu güne kadar siyasetten maddi bir talebimiz olmadı, kadro vs. hep bunların dışında durduk. Dikkatli ve şuurlu bir şekilde dışında durduk. Asla zerresine dahi tenezzül etmemeye çalıştık. Ve tek başına bu bile bizim ne kadar sağlam bir çizgi üzerinde olduğumuzun ispatıdır.
Bizlere birçok şeyler teklif edildi. Mesela, biliyorsunuz 1980 ihtilâlinden sonra 83 senesinde gazetemizin İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular, o günün ihtilâlcileri tarafından gönderilen heyetin yaptığı tekliflerin tamamını reddetmiştir. Konsey dediklerimizi yaparsanız sizi ihya ederiz demiştir. Kutlular abimiz bunları reddetmiş, cemaatimiz bu tür tekliflerden uzak durmuştur. Bunun da bedelini bize ödetmişlerdir.
Ama ağlamak, sızlamak bizim işimiz değil. Biz yine vazifemizi yapmaya çalıştık o dönemde, şimdi de yapmaya çalışıyoruz.
Evet, esasen cemaatler netice itibariyle gönüllülük esasına dayanan hizmet kuruluşlarıdır ve öyle de kalmaları lazım Temiz ve saf duruşlarına halel getirecek hareketlere girmemeleri lâzım. Ve çok hassas bir şekilde uzak durmaları lâzım. Nitekim girildiği zaman bunun neticelerinin çok zararlı bir şekilde sonuçlandığına geçmişte de şahit olduk, bugün de şahit olmaya devam ediyoruz.
*Bugün neler yaşanıyor?
Darbe girişiminin öznesi kabul edilen cemaat nedeniyle dini kavramlar zarar gördü. İnsanlar cemaatlerden uzak durmaya başladı. Oysa cemaatler ve tarikatlar bu toprakların sosyolojik gerçeği ve bin yıllık bir geleneğin parçası olarak bu toprakların manevi mimarlarıdırlar. Bu yapılar yıpratılmamalıdır. Bu yapılar zarar görürse ülkemizin manevi anlamda geleceği de zarar görecektir. Bu noktada, ne yazık ki, cemaat, hizmet gibi kavramlar neredeyse kullanılamaz oldu.
Tabi buradan da önemli dersler çıkarmak gerekir. Cemaatler kendileriyle yüzleşmeli, gereken dersleri çıkararak siyasetle ilişkilerini doğru konumlandırmalıdırlar.
*Bu tavrınız sosyal medyada ya da farklı alanlarda Yeni Asya’nın “FETÖ” ile birlikte hareket ettiğine dair iddiaları da doğurdu. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar gülünç iddialar tabi. Bunlarla ilgili hukuki takiplerimizi de yapıyoruz. Her şeyden önce tarihimiz böyle bir birlikteliği yalanlamakta, geçmişimiz bu birlikteliği reddetmektedir. Çok iddialı bir şekilde altını çizerek söylüyorum ki; bu konuda bizim kadar müktesebatı temiz başka herhangi bir grup ve cemaat yoktur. Siyasi gruplar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. 1973-74 senelerinden itibaren, Gülen bizimle yolunu ayırdı ve bunu herkes biliyor. Risale-i Nur’un hizmet metodlarından farklı bir metodu benimsedi, bunu farklı yollarla farklı şekillerde de zaman zaman dile getirdi.
Bunun üzerinden kırk seneyi aşkın bir süre geçmiş oluyor. Yani Türkiye’nin henüz daha ismini bilmediği zamanlarda yollar ayrılmış. Biz, doğabilecek problemleri kendisine söylemişiz, muhtemel yanlışları ve sonuçlarını görmüşüz, kendisini ikaz ve ifade etmiş bir cemaatiz. Gülen kendine göre bir hizmet anlayışı takip etmiştir ve bu anlayışın, Risale-i Nur’dan bizim anladığımız prensiplere uymadığı noktaları hep ifade etmişizdir. Bu yönüyle, kimseden takdir falan bekliyor değiliz, ama en azından hakkaniyet ölçüleri içerisinde bizim duruşumuzun altının çizilmesini lâzım geldiğini düşünüyoruz. Bunu zaten Türkiye’de gerek resmî kurumlar, gerek sivil kesimler yakînen biliyor. Devletin kayıtlarında da bu çok açık bir şekilde vardır. Bu yönüyle son zamanlarda üfürülen birtakım iftiraların hiçbir temeli yoktur ve olması da mümkün değildir. Sadece Allah ıslah etsin demekle yetiniyoruz.
Yalnız bu durum hakkaniyet, vicdan, insaf gibi kavramların nasıl tarumar edildiğini göstermesi açısından da turnusol hükmündedir. Fikirlerin, zihinlerin, vicdanların böyle durumlar karşısında hakkın değil de gücün yanında yer almalarını göstermesi bakımından üzücüdür. Köşe yazarıdır, siyasetçidir, bir cemaatin önde gelen adamıdır… hiç fark etmiyor.
Yahu düne kadar beraber olmuşsunuz, beraber hareket etmişsiniz, bizim hizmet tarzımızı küçümsemişsiniz, hizmet işte böyle yapılır diye hava atmışsınız; siyaseten de ne istemişlerse vermişsiniz. Şimdi güç odağı değişince hemen değişiveriyorsunuz. Bizi de “FETÖCÜ” ilan ediyorsunuz. Bu zaten gerçekle örtüşmediği gibi, hakkaniyet ve adalet ölçüleriyle de örtüşmüyor. Bu günahlara ortak arama çabasından başka bir şey değil.
Bugün hem dinî gruplar, hem de siyaset kanadında; hatta bugünkü hükümet kanadında olanlar çok değil birkaç sene önce nerede durduklarına bir baksınlar önce. O günkü uyarılarımızı dikkate almayanların hiç olmazsa bugün bize biraz kulak vermelerini tavsiye ediyoruz.
Risale-i Nur hakikatleri dünyevi amaçlara ve menfaatlere feda edilemez. Bu yüzden biz hiç kimseden para da istemeyiz makam da.
Yeni Asya’nın da banisi olan ve Üstad Bediüzzaman’ın “Kâinata değişmem” dediği talebesi Zübeyir Gündüzalp’in Mehmet Kutlular’a asla unutulmaması lâzım gelen öğüdü şudur: “Para veren emir de verir. O bakımdan istiğna düsturunu ciddî ve hassas bir şekilde en küçük bir taviz vermeksizin sürdürmek lâzım.” Yeni Asya çizgisi bu tavsiye ile başlamış bir yayın çizgisi.
Üstadın hizmet tarzıyla ilgili prensiplerini Zübeyir Gündüzalp, neşriyat sahasına yansıttı. O birikimi Mehmet Kutlular şahs-ı manevî ile beraber aynı hassasiyet içinde sürdürdü. 47 senedir o çizgi devam ediyor. İslâm âleminin çeşitli buhranlarla karşı karşıya olduğu, kardeşin kardeşe kırdırıldığı, kan ve göz yaşıyla masumların boğdurulduğu bir zamanda Yeni Asya; adalet-i mahza çizgisini temsil ediyor ve hak ve hakikati sesi olarak yayın hayatına devam ediyor. Kıyamete kadar da devam edecek inşaallah.
Röportaj: Lütfiye Kef
Fotoğraf: Murat Sayan - Yeni Asya
-DEVAM EDECEK-