Bylock iddiasıyla tutuklu yargılanan sanığın www.haksozhaber.net’te yayınlanan duruşma safahatı, diğer davalardaki benzer halleri de gündeme taşıyan yeni ve çarpıcı bir hukuk skandalı ve faciası olarak kayıtlara geçti.
Bilirkişiye rapor hazırlattık
“Bylock olduğu iddia edilen cep telefonunu İstanbul'da birçok ünlü davaya rapor hazırlamış bir bilirkişiye incelettik. Raporunda ‘Telefona bylock yüklenmemiş, mesajlaşılmamış, sonradan silinmemiş, BTK'dan gelecek incelemeyle de bu rahatça görülebilir’ diyor.”
Keşke annesi salona girmeseydi
“Telefonu mahkemeye ellerimizle teslim ettik. Hatta mahkemenin BTK'dan istediği belgeyi bile birçok zorluklarla yetiştirdik ki ‘Delil toplanmadı’ demesin diye. Duruşma salonuna beni ve annesini aldılar. Keşke annesi girmeseydi...”
***
Adaletle hükmedip hükmetmediğiniz sorulacak
ByLock kullandığı suçlamasıyla tutuklanan Kayseri Orman Bölge Müdür Yardımcısı Uğur Dursun’un yargılanma safahatına ilişkin çarpıklığı ve adaletsizliği eniştesi Şaban Ercan yazdı. Ercan, “Rabbimiz size 2023 hedeflerini değil ‘adaletle hükmedip hükmetmediğinizi’ soracak” dedi.
İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü İl Fidanlık Müdürü olarak çalışırken Kayseri’ye tayin isteyen Uğur Dursun, ByLock kullandığı iddiasıyla tutuklanmış. Uğur Dursun’un eniştesi Şaban Ercan, “Sözü Esirgemeden” adlı program sunucusu Bahadır Kurbanoğlu’na mahkeme safahatı anlatan mektubu yaşanan haksızlıkları bütün açıklığıyla gösteriyor. www.haksozhaber.net sitesinde yayınlanan mekbutun bir bölümü şöyle:
Şaban Ercan’ın Sözü Esirgemeden programı sunucusu Bahadır Kurbanoğlu’na hitaben kaleme aldığı mektup:
Sevgili kardeşim Bahadır Bey,
Sizi çok yakından tanımamakla birlikte yaptığınız programlar da yorumlarınızda adalet kaygısı taşıdığınız, gerçeğin açığa çıkması için gayret gösteren bir mü’min olduğunuza şahitlik ederiz. Bu zor günlerde hakkın açığa çıkması için perdeyi kaldırmaya çalışmak bedel gerektirir siz de bunun bedelini Rabbimizin rızası için göze almışsınız.
Aslında meselenin Uğur Dursun meselesi olmadığı meselenin mazlûmun yanında durmak, kim olursa olsun zalimin karşısında olmak, zulüm kimden gelirse gelsin adaleti ayakta tutmayı düstur edinmek her mü’minin hatta her erdemli insanın olmazsa olmazları arasında olmalı. Özelde birebir yaşadığımız tanık olduğumuz Uğur Dursun meselesine gelince; Uğur’u iyi tanıdığınız için fazla detaya girmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Emniyet’ten Fetö soruşturması ile ilgili yazı kurumuna gelince bu hususu benimle paylaştı ve ailem duyup da üzülmesin diye de tembihte bulundu ve bunun asılsız bir ihbar olabileceğini çekemeyen birinin şikâyeti olabileceği kanaatinde bulunduk. Yaklaşık on gün sonra gelip ‘ifade için götürüyoruz’ dediler ve gidiş o gidiş. Malûmunuz telefonunda bylock çıkmış 4 eylül 2014’te aynı anda birkaç saniyelik dört mesaj. Suçlama bu. “Bugün bırakırlar yarın bırakırlar” derken şaka gibi iki ayı geçti artık bırakmayacakları kanaati bizde hasıl oldu. Uğur içeri girmeden kendisine, “FETÖ operasyonları hakkında işin ölçüsünün kaçtığını, cadı avı yapıldığını, suçlu suçsuz herkesin cezalandırıldığını, ailelere zulüm edildiğini, büyük bir nefret ve düşman kitlesi oluşturulduğunu, bu yolun yol olmadığını” söylediğimde Uğur; “Bana katılmadığını, bunların nasıl bir yapı olduğunu bilmediğimi, çok kişinin canını yaktıklarını, adam kayırdıklarını, kendilerinden olmayana yaşam hakkı tanımadıklarını” vs anlatırdı. Şimdi ise aynı insanlarla, aynı koğuşta, aynı suçlamayla yatıyor. Ne düşünüyordur bilemem, ama kazın ayağının hiç de göründüğü gibi olmadığını görmüştür.
Biz dışarıda hem duâ, hem bizi dinleyecek bir yetkili, hem de her türlü geçmişi ile ilgili delili topluyorduk. Hatta bylock olduğu iddia edilen cep telefonu İstanbul’da birçok ünlü dâvâya bilirkişilik yapmış kişiye incelettik, çünkü savcılık ya da emniyet bylock olduğu iddia edilen telefonu bizden istemediler bile.
(...)
DURUŞMA SALONUNDA YAŞADIKLARIMIZ
Duruşma salonuna bizden iki kişi aldılar; biri ben, biri annesiydi. Keşke annesi girmeseydi de oğlunun öyle azarlandığını, aşağılandığını, çaresizliğini görmeseydi. Başkan “savunma yapacak mısın?” diye soruyor o da tabiî ki iki aydır hazırlanmış ezberlemiş ki adalet beklentisi yüksek, “kesin beni dinleyince bırakırlar” diye umuyor garibim.
Güzel savunma yapıyordu ki ikide bir “kısa kes”, “orayı geç”, “tamam anladık” gibi cümlelerle sözü hep kesiliyor. Başkan hep başka şeylerle ilgilenip arada bir Uğur’un yüzüne bakıp “bitti mi?” diyor. “Haydi çabuk bitir de kararı yüzüne okuyayım” der gibiydi. Sadece bize değil önüne gelen her sanığa aynı şeyleri yaptığını duymuştuk. Adeta seçilip görevlendirilmiş gibi. Uğur her seferinde şartları biraz daha zorlayarak “bir iki kelâm daha edebilir miyim?” diye çırpınıyor.
Uğur; “Benim hayatım bunlarla mücadele ile geçti; hiçbir zaman yolum bunlarla kesişmedi. Kardeşlerim hep İmam Hatipli, çocuklarım İmam Hatipli” diyor; başkan, “sen onları geç madem Fetöcü değilsin, telefonunda bylock ne geziyor?” diye soruyor. Uğur; “ben teknoloji özürlüyüm, telefonumda bylock olduğunu emniyette öğrendim. MİT’ten gelen bir sayfalık yazı ile tutuklandım, size böyle bir yazı gelse, telefonunuzda bylock olduğu söylense kendinizi nasıl savunacaksınız?” dediğinde Başkan “terbiyesizlik etme! bura mahkeme salonu, seni ben yargılıyorum, sen bana soru soramazsın” diyerek olmayan vicdanının sorgulanmasına müsaade etmedi.
Kısaca karar verilmiş ve yüzüne okunması için yüz km.lik cezaevinden devletin imkânlarını heba ederek Uğur’u getirmişler. Zahmet etmişler, posta yoluyla da bu kararı bildirebilirlerdi. Avukat hanım son bir hamle yaparak müvekkilinin Fetöcü olmadığını anlatmaya çalışsa da nafileydi, “en azından BTK’dan gelen CD’ye bakın” dedi, ama “ona da bakmama gerek yok” cevabı aldı. Avukat hanım baktı ki hüküm verecek, savunma için süre istedi, bir ay sonrasına gün verdiler. Bir ay sonra mahkeme günü yine benzer sahneler. Hâkim bu sefer kaçış yok cezanı yüzüne okuyacağım edasıyla duruşma başlıyor. Tam o esnada Avukat Hanım son kozunu oynayıp dâvâdan çekilince bir ay sonrasına gün atmak zorunda kaldılar. (...)
Kendi düşüncelerime gelince, feryadım çıktığı kadar “Eyvah ülke elden gidiyor, on beş yıllık emekler heba oluyor, ümmetin beklentileri yerle yeksan oluyor!” diye bağırmak istiyorum. Mahkemelerin hali dün, bugünden farklı değildi. Dün başkalarının emir komutasındaydı, şimdi bizimkilerin emir komutasında gibi görünüyor, ama yapılan icraatlarla iktidara yapılacak en büyük kötülük yapılıyor. (...)
Sivil toplum kuruluşlarına
Peki şu anda STKlar ne yapıyor? Olup bitene “rakibimizi dövüyorlar oh olsun” diye mi bakıyorlar yoksa “aman bize de bir şey bulaşmasın” diye korkudan kör numarası mı yapıyorlar? Düşmanımıza bile haksızlık yapılsa alacağımız tavır belli değil mi? Tepkimizi dile getirmek sesimizi yükseltmemiz için, zulme uğrayanların Filistinli, Arakanlı, Doğu Türkistanlı, Suriyeli mi olması gerekiyor. Madem ki insanları kazanmak amacınız, zor zamanda verilecek destek unutulur mu?
Yıllardır Gülen Cemaati mensupları tabandaki insanlar zulümlere sessiz kaldılar, hatta onayladılar. Şimdi biz susarsak onlardan ne farkımız kalır? Şimdi kimin iyi vatandaş olduğunun ölçütü FETÖ ile mücadele oldu. Kim daha çok küfrediyor, kim daha çok eleştiriyor yarışması yapılıyor. Şimdiki dindar STK’lar herkesten çok milliyetçi ve devletçi oldular. “Ya sev ya terk et’’ diyorlar. Demek ki bunların önceden “ADALET” diye bağırmaları Allah için değil, yandaşları içinmiş.
İslâm anlatılırken hep geçmişten kıssalardan sahabe hayatından mı bahsedeceğiz bunların günümüzde hiçbir karşılığı olmayacak mı, bizi ilgilendiren bir boyutu yok mu. Yanlışı kim yaparsa yapsın karşısında, hakkı ve doğruyu kim yaparsa yapsın yanında olmamız mü’min olmamızın gereği değil mi? Sevdiğimiz bir iktidarın faydalı bir icraatını alkışlarken, yanlış bir icraatını eleştirmemiz Kur’ânî bir öğreti değil midir?
Uğur 30 küsur yıllık bir Kur’ân talebesidir. Ama şimdi çok az insanın onun derdiyle dertlendiğini gördüm. Elden bir şey gelmiyor olabilir, ama yakınlarının halini hatırını sormakta mı gelmez?
Sayın Cumhurbaşkanımıza
Sizi gördüğümüz günden beri destekledik, duâ ettik, meydanlara çıktık. “One minute” demeniz, mazlûmun yanında olmanız, zalime karşı çıkışınız, ülkedeki ekonomik hamlelerden çok daha önemliydi. Batının ve yerli muhaliflerin ‘diktatör, tek adam’ yakıştırmalarına hiç katılmadık. 15 Temmuzda Rabbimiz zafer verdi, iktidar verdi, mazlûmun duâsını kabul etti. Ama bu zaferi taçlandırıp; suçluyu cezalandırıp; aldatılanları FETÖ’nün kucağına bizzat devlet tarafından itilenleri, işe girmek, okumak, belli yerlere gelmek için onların eteğinden tutanları kin, öfke ve nefretle cezalandırmak yerine, onları kucaklayıp kazanmak varken, içeri atarak, işinden ekmeğinden ederek, eşini çocuklarını aç bırakmak suretiyle hem ülkesine, hem iktidara, hem size düşman kitleler üretmekteki amaç nedir anlamakta zorlanıyorum. Bu stratejinin mantığı nedir? İçeri attıklarınız Tayyipcimi olacak, FETÖ’den nefret mi edecek? “Biz bunları hak ettik” mi diyecek? Bunları kaç yıl içerde tutabilirsiniz? Sonrasında ne olacak? Yüzbinlerce insana hangi çıkış yolunu bırakıyorsunuz? (...)
Tanıdıkları, bildikleri, yakınları akrabası içeri alınan insanlar, bunların terör örgütü üyesi olmadığına inanıyor ve sizin demenizle kimse terörist olmaz. Kaldı ki 28 şubat döneminde devletimiz bizi terörist olarak kabul etti; irtica ile mücadele bin yıl sürecekti. Ne oldu? R. T. Erdoğan Başkan oldu! Zaten darbeciler devletin elinde; onlara ne ceza verilirse verilsin kimse itiraz edemez, fakat Cemaati sevmiş, kurtuluşu orda görmüş insanlara, ölçüsüzce ceza verilirse benim gibi Erdoğan’ı sevenleri kaybedersin. Adalet kaygısı taşıyanları kaybedersin. Rabbimiz buna ne der? Rabbimiz ne buyuruyor: ‘’Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz, o halde sizde affedin’’ Allah’ın Rasulü Mekke’yi fethettiğinde can düşmanı için; “Ebu Süfyan’ın evinde olanlar emniyettedir” demedi mi? Bu ince stratejiyi niçin biz uygulamıyoruz? Rabbimiz size 2023 hedeflerini değil “adaletle hükmedip hükmetmediğinizi” soracak.