Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi mübarek Ramazan-ı Şerif'te nelerden ve ne ölçüde yediği ile ilgili Risale-i Nur'dan Barla Lahikası isimli eserde dikkat çeken bilgiler yer almaktadır.
''Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.'' diyen Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ''Kanaat, bitmez tükenmez bir hazinedir.'' Hadis-i Şerifi çerçevesinde bir yaşam tarzı haline getirdiği iktisat ve kanaat prensiplerini öncelikli olarak kendisi yaşıyor ve hem talebelerine ve hem de talebelerinin şahsında bütün insanlığa hitap ederek iktisat ve kanaat çağrısı yapıyor.
Barla Lahikası'nda yer alan Üstad Bediüzzaman'ın genel olarak yaşantısına ve özelde de Ramazan-ı Şerif'teki yaşam tarzına yönelik ipuçları veren ifadeler şu şekilde:
''(...) Evet iki sene evvel, bütün Ramazan'da üç ekmek, bir okka ((1,283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü)) pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi, bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti.
Bu Ramazan-ı Şerifte, otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini—yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna—başka birşey yemediğini bizzat müşahede ettik ((şahit olduk)). Haşiye-1
Hem daimî hizmetinde olan bir arkadaş Rüşdü Efendi, üç okkası beş kuruşa satılan ufak balıklardan güzelce kızartılmış üç tane getirmişti. Bunları Üstadımıza yedirmek için ısrar etti. Hem Rüşdü Efendinin hatırını kırmamak, hem de balıkları sevdiği için yedi.
O balık yüzünden beş saat mütemadiyen sancı çekti. Bu sancı başladıktan üç saat sonra, Rüşdü Efendiye dedi ki: "Hüsrev'deki paramdan balığın fiyatını al; sancı devam ediyor" dediği halde balıkların fiyatını almadığı için, iki saat daha devam ediyor. En nihayet dedi ki: "Aman parayı al, beni bu sancının verdiği azaptan kurtar." Rüşdü Efendi balığın fiyatını aldığı dakika, sancı birden bire kesildi. Biz Üstadımızın halinden, vaziyetinden, bu acip hali aynen gördük. İşte Üstadımız hakkında "Neyle yaşıyor?" diyenler, hatâlarını tashih etsinler.''
Bekir, Re'fet, Hüsrev, Rüşdü
Haşiye-1
''Üstadımız has hizmetçilerinden başka hiç kimseyi ihtiyarı ile kabul etmez. Hattâ daimî hizmetinde bulunan iki üçümüzün beraber bulunduğunu istemez. Şimdiye kadar hizmet edenlerden mâadâsını, beş on günde bir defa bile kabul etmez, geri gönderir. Eski zamanını düşünüp, şimdi dahi siyasetle ve ahvâl-i âlemle münasebettar olduğunu tevehhüm edenlerin asılsız vehimlerini kat'î red edecek şu halidir ki, on üç sene evvel günde belki dokuz gazete okurken, dokuz senedir, biz şehadet ediyoruz ki, birtek gazeteyi bile ne okudu ve ne de okutturdu, ne istedi ve ne de arzu ettirdi:
(Münavebe ile yanında bulunan Süleyman Rüşdü;Münavebe ile yanında bulunan Hüsrev;Münavebe ile yanında bulunan Re'fet; Sekiz senelik bir arkadaşı Bekir; Barla'da daimî hizmetkarı Mustafa Çavuş; Sekiz senelik hizmetinde bulunan bir arkadaşı Barlalı Süleyman).''
Barla Lahikası'nda yer alan konuyla ilgili bölümün tamamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/risaleinur/barlalahikasi/#480
''Yiyin, için, fakat israf etmeyin.''
Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, Kur'an-ı Hakim'in hakikatli ve nurlu bir tefsiri olan Risale-i Nur'da konuyla ilgili olarak ve daha kapsamlı konuları içine lacak şekilde kaleme aldığı İktisat Risalesi'nde önemli hatırlatmalar yapmaktadır.
''Yiyin, için, fakat israf etmeyin.'' ayet-i kerimesinin tıp noktasında tefsiriyle ilgili olarak İbni Sina'nın sözüne yer veren Bediüzzaman iktisat ve kanaati tavsiye etmektedir.
19. Lem'a'da yer alan ilgili bölüm şu şekilde:
'' (...) İslâm hükemasının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhî-i meşhur Ebu Ali İbni Sina, yalnız tıp noktasında, ''Yiyin, için, fakat israf etmeyin.'' (A’raf Suresi: 31.) ayetini şöyle tefsir etmiş.Demiş:
“İlm-i tıbbı iki satırla topluyorum. sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hâl, taam taam üstüne yemektir.” Haşiye
Haşiye: Yani, vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.''
Risale-i Nur Külliyatı'ndan Lem'alar isimli eserden On Dokuzuncu Lem’a olan İktisat Risalesi'nin tamamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/risaleinur/lemalar/#352
Konuyla ilgili diğer haberler:
57,3 milyon dolara satılan 'eser' ve bu 'rekor' satışın düşündürdükleri...
57,3 milyon dolara satılan eser ve düşündürdükleri...
Akla kapı açıp, kişilerin seçme ve tercih hakkını ellerinden almayarak farklı açılardan düşünmeye küçük bir davet...
Dünyadan ve Türkiye'den israf ve iktisat örnekleri...
Sekülerizme ve İsrafa Karşı İktisat, Şükür ve Kanaat Seçeneği...
Devamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/dunya/57-3-milyon-dolara-satilan-eser-ve-bu-rekor-satisin-dusundurdukleri_396592
BEDİÜZZAMAN'DAN İKTİSAT VE KANAAT ÇAĞRISI
İsraf yüzünden bereket kalkıyor, fakirlik ziyadeleşiyor!
Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, Kur'an-ı Hakim'in ve Peygamber Efendimizin -Aleyhissalatu Vesselam- şiddetle menettiği israfın dehşetine bereketin kalkmasına sebep olduğu ve fakirliğin artmasına neden teşkil ettiği cihetleriyle dikkat çeker ve Risale-i Nur talebelerine 'bitmek, tükenmek bilmeyen bir hazine' olan kanaat ve iktisadı tavsiye eder.
Risale-i Nur'daki konuyla ilgili bazı bölümleri istifadenize sunuyoruz;
''Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıât vardır.
Üçüncü Netice: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok câ-yı dikkattir.
Elhasıl, israf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemadiyen şekvâ ettirir. (Haşiye-1) Hem ihlâsı kırar, riyâ kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.
İktisat ise, kanaati intaç eder. “Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer” hadisin sırrıyla, kanaat, izzeti intâc eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı.
Akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.
Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.
İktisatsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir dairede müşahede ettim.
Şöyle ki: Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menâbi-i servetini göremedim. Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana dedi: “Ahalimiz fakirdir.” Bu söz benim rikkatime dokundu.
Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum. Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. “Fesübhânallah,” dedim. “Bu bağların mahsulâtı, şehrin hâcetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzım gelir.” Hayret ettim.
Beni aldatmayan ve hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i hakikatle anladım: İktisatsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menâbi-i servetle beraber, o merhum müftü “Ahalimiz fakirdir” diyordu.
Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıât vardır.
İslâm hükemasının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve filozofların üstadı, dâhi-i meşhur Ebu Ali ibni Sina, yalnız tıp noktasında, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” (A’râf Sûresi, 7: 31.) âyetini şöyle tefsir etmiş.
Demiş: İlm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir. (Haşiye-2)
HAŞİYE-1: Evet, hangi müsrifle görüşsen, şekvâlar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da yine dili şekvâ edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen, şükür işiteceksin.
HAŞİYE-2: Yani, vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvî yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.
(Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, Yeni Asya Neşriyat, yeni tanzim, s. 366)
LÛGATÇE:
teveccüh-ü nâs: İnsanların alâkası, yönelmesi.
mürâât: Gözetme, bakma, riayet etme.
menâbi-i servet: Zenginlik kaynakları.
sebeb-i ref-i bereket: Bereketin ortadan kalkmasının sebebi.
amel-i uhreviye: Ahirete ait fiil, iş.
ihlâs-ı tâmm: Tam ihlâs, yaptığı her işinde Allah’ın emrini ve rızasını gözetme.
şekvâ: Şikâyet.
intac: Netice verme, sonuç doğurma.
sa’y: Çalışma, gayret, emek.
teşcî: Cesaret verme, cesaretlendirme.
istiğnâ: Cenâb-ı Hakk’tan başka kimsenin minneti altına girmeme, başkasına ihtiyacını arz etmeme.
Gelenek görenek belası!
İnsaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış...
Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi.
Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi.
Semavî Kur’ân’ın kanun-u esasîsi, “Leyse lil-insâni illa mâ seâ” [“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Sûresi: 53:39.)”, “Külû ve’şrabû velâ tüsrifû” [“Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi: 7:31.] ferman-ı esasîsiyle, “beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:
Birincisi: Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor.
O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor.
O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’ân’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekât, hurmet-i riba” vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti. (….)
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.
Emirdağ Lâhikası, s. 334, yeni tanzim: s. 649
***
Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.
Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkar, halis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.''
Kastamonu Lâhikası, s. 74, yeni tanzim: s. 137
Haber Merkezi