60 yıl yönetiminde bulunduğu Müslüman Kardeşler’den istifa eden, teşkilâtın Dünya Teşkilatı Sözcüsü Kemal Hilbavi, çarpıcı özeleştirilerde bulundu.
Uzun süredir takındığı eleştirel tutumuyla bilinen Müslüman Kardeşler’in Dünya Teşkilâtı Sözcüsü Kemal Hilbavi, İslâm dünyası ve geleceğiyle ilgili tesbitlerde bulundu. Hilbavi, “İslâmcıların gelecek tasavvuru nedir?”, “İslâmcılar geleceğe ilişkin umut veriyor mu?”, “Dünyayla sağlıklı bir ilişki kurabiliyorlar mı?”, “Dünyaya ilişkin tahayyülleri ne kadar gerçekçi?”, “Suriye’de, Irak’ta ve diğer birçok ülkede yaşananlardan yeterince ders aldılar mı?” sorularını Gazete Duvar’a cevapladı.
Ticaretle din birbirine karıştırıldı
Müslüman Kardeşler’in (MK) kuruluş amacından saptığını ifade eden, Hilbavi “Bu sapmaların başlangıcının cemaatin kurucusu Hasan el Benna’nın son dönemlerine kadar gittiğini ifade edebilirim. Onun son dönemlerinde yaşanan sapmalar, daha çok cemaatin içinde gizli bir örgütün (Tanzim Sırri) varlığı ve onun içindeki bazı şahsiyetlerin yönetimden kimseye danışmadan, cemaatin üst düzey yetkililerinden bir talimat ya da emir almaksızın birtakım suikast ve öldürme işlerine girmeleriyle başladı…Benna’nın vefatından sonraki sapmalar ise daha çok MK içinde bireyin terbiyesi, yetiştirme biçimi ve fertler arası ilişkilerin yanı sıra belirli makamlara tayin ve terfilerle ilgili bir şeydi. Bu süreçte işler farklı bir hal almaya başladı. Şöyle ki, bu tayin ve terfilerde işin içine akraba kayırmacılığı ve cemaat işleriyle ticaretin birbirine karıştığı durumlar söz konusu oldu. Buna ilâveten çalışmalar daha çok fert ve toplumun terbiyesi ve yetiştirilmesinden ziyade siyaset odaklı yapıldı ve ana hedef iktidarı ele geçirmek oldu” dedi.
Gençler, İslâmî davranış kurallarından uzaklaştı
Gençlerin İslâmî davranış kurallarından uzaklaştığını belirten Hilbavi, “Tahrir Devrimi’nden sonra Mısır’a gittiğimde cemaatin gençlerinde İslâmî terbiyenin yansımalarını göremedim. MK mensubu bir genci diğer seküler gençlerden ayırt etmeniz neredeyse imkânsızdı. Kılık kıyafet bakımından demiyorum, insanlarla ilişki, toplum içindeki davranışlar, kullanılan dil, uygulanan yöntemle ilgili söylediklerim. Allah rahmet eylesin İmam Hasan el Benna döneminde sapmış olduklarını söylediklerimizde bile bir takva, bir ruhaniyet vardı. Evet, bu örgütten atılan isimler suç işlemişlerdi, ama en azından görüşlerinde yanılmışlardı, ama yine de o terbiye ruhunu koruyorlardı. Ama devrimden sonra Mısır’a gittiğimde cemaat üyesi gençlerde İslâmî davranış kurallarının hâkim olmadığını gördüm” ifadelerini kullandı.
Atamalarda liyakate dikkat edilmedi
MursÎ’nin başkanlığı döneminde hatalar yaptığını söyleyen Hilbavi, “Mursî’nin başkanlık süresince ortay koyduğu tutum hoş ve kabul edilebilir bir tutum değildi. Mısır Cumhuriyet Başsavcısı Talat İbrahim meselesi örneğin (kendisi Mursî tarafından atanmıştı daha sonra baskılar üzerine istifa etti-İÖ) -bildiğim kadarıyla kendisi şu an Türkiye’de bulunmakla birlikte kimseyle görüşmemektedir, ama yine de doğrusunu Allah bilir- bu ismi MK, Savcı Abdülmecid Mahmud’un yerine atamak istiyordu. Bu mesele, Mursî’nin başkan olduğu günlerde hükümetle yargı arasında önemli sorunlara yol açmıştı. Gerek yargıda gerekse basın ve medyaya karşı hükümetin kullandığı dil, anlaşma dili değildi. Öte yandan Mursî, bağımsız karar alabilen bir Cumhurbaşkanı değildi, üzerinde MK’nın otoritesi vardı ve halk bunu kabul etmedi. Öte yandan liyakat sahibi olmayan kişilerin sırf güvenilir kabul edildikleri için belirli makamlara atanmaları söz konusuydu” şeklinde konuştu.
Suriye’de yaşananlara onay vermemiz mümkün değil
İhvan’ın barışçıl bir hareket olduğunu savunan Hilbavi, “İhvan, toplumun ıslâhını amaçlar. Savaş çağrısı yapan bir hareket değildir. Yönetici ile anlaşmazlığa düşebilirsiniz bu gayet normaldir, ancak hareketin saflarındaki insanların silâh taşıması, şiddet olaylarına karışmaları ve senin MK adına onları kontrol edememen tabii ki yanlıştır. Suriye’de yaşananlar, onay vermemizin mümkün olmadığı şiddet olaylarıdır. Mısır’da yaşananlarla Suriye’de yaşananlar benzer süreçler” dedi.
Her insanın barış için gösteri yapma hakkı var
Diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyorsan o zaman hesaplarını sanki demokrasinin zirvesinde bir ülkede yaşıyormuşçasına yapmayacaksın. Biri sana şunu yaparsan seni öldürürüm dese ve sen de bilsen ki adam bunu yapar, ona saldırabilirsin belki hakkındır, ama biliyorsun ki saldırırsan öleceksin. Kendini tehlikeye atmamalısın. Doğru, her insanın barış için gösteri yapma hakkı vardır. Ancak polis ya da emniyet güçleri buna izin vermiyorsa uygun bir fırsatın çıkmasını beklemek daha evlâdır. Bir şiddet sarmalına girmek ya da sokakta caddede ya da başka bir alanda kendini şiddete maruz bırakmak doğru olmaz, o taktirde sen de şiddetin sebeplerinden biri haline gelirsin.
Demokrasinin küfür olduğunu söylemek, şiddete kapı aralamaktır
Demokrasinin küfür rejimi olmadığının altını çizen Hilbavi, şöyle söyledi: “Bu inanıştan sakınmamız lâzım. Hem din hem de siyaseti insanlara öğretmeli ya da en azından bu alanlarda düşünmelerini sağlamalıyız. Bu lâfları söyleyenler ne siyasetten ne de dinden bir şey anlamış insanlar. Bu düşünceyi savunanlar eskiden Mısır’da vardı, ancak çoğu bu düşüncelerinden vazgeçip tövbe ettiler. Birçoğu daha sonraki süreçlerde siyasî faaliyetlere katıldılar. Bu düşünceyi savunanlar gelecekte şiddete başvuracak olan hareketlerdir ve şimdiden bu düşüncelerine dinî kılıf arıyorlar. Bu, silâh kullanmaya, şiddeti meşrûlaştırmaya hazırlık aşamasıdır.”
Müslümanlar birbirini öldürmekle meşgul
İslÂm’ın da laikliğe prim vermeyeceğini savunan düşünceler için Hilbavi, “Bu düşünceyi savunanlar acaba Sisi yönetimi altında mı yaşamayı tercih ederler yoksa İngiltere’de mi? İngiltere seküler bir devlet, Hıristiyanların çoğunluğu oluşturduğu bir ülke, ama hürriyet, insan haklarına saygı, eşitlik ve yargı bağımsızlığı var. Elbette değerlerin ve ilkelerin bulunduğu ülkeleri seçeceklerdir. İsimlerin büyüsüne kapılmamalıyız. Meselâ bir ülke kendisini Evrensel İslâm Devleti vs. gibi isimlerle adlandırsa, gerçekte bu Evrensel İslâm Devleti olabilir mi? Böyle bir devlet, Kur’ân ve Sünnet’ten öğrendiğimiz hürriyetleri kendi toplumuna verecek mi? Şu an Batılı ülkeler bu hürriyetleri kendi toplumlarına veriyorlar. Bu yüzdendir ki bazı meşayih ve ulemanın, Avrupa ülkelerini ziyaret ettiklerinde bu ülkelerin, İslâm’ın ilkelerinin ruhunu yakalamış, adaletle ve iyilikle hükmeden ülkeler olarak nitelendirdiğini görürüz. Halbuki öte yandan Müslümanlar birbirini kırmak ve öldürmekle meşgul” dedi.
Müslüman Kardeşler iktidar tuzağına düştü
MK’nın devrimden sonra hemen hükümete geçmesinin yanlış olduğunu, selefi partiler yerine seküler partilerle iş birliği yapması gerektiğini belirten Hilbavi, “Bu çok güzel olurdu. Sorumluluklar paylaştırılmış olurdu. Yönetim işi biraz da sorumlulukları dağıtma işidir. Geleceğin inşa edilmesinde toplumsal aklın kullanılmasıdır. Güce ve yönetime duyulan aşırı sevgi, yönetimi bir an evvel ele geçirme arzusu, MK’nın iktidar tuzağına düşmesini beraberinde getirmiştir. Bu büyük bir sorundur. Bu, her şeyden önce Allah rahmet eylesin, Hasan el Benna’nın öğretilerine terstir. Ben İrşad Bürosu üyelerinden Dr. Mahmut Ğuzlan’a cevaben yazdığım bir yazıda, Hasan el Benna’nın düşüncelerinin isabetli olmayan bir şekilde iktibas edilmesi ve kullanılması meselesini gündeme getirmiştim ve genel yönelimin iktidara doğru olduğunu ifade etmiştim. Benim MK’dan ayrılmama sebep olan unsurlardan biri de cemaat içerisinde var olan bu yönelimdi” diye konuştu.
İhvanı Kutupçular felâkete sürükledi
Kutupçular’ın İhvan’ı felâkete sürüklediğinin altını çizen Hilbavi, şu ifadeleri kullandı: “Seyyid Kutup bir düşünürdü, ancak fakih (İslâm âlimi) değildi. Toplumla ilişkiler, cahili toplumdan kopuş ya da vatan meselesine bakış gibi konularda dile getirdiği fıkhî/dinî düşünceler değildi. Tahrir sonrası İhvan’ı felâkete sürükleyenler Kutupçular. Biz onları akıl, fikir ve mantık düzeyinde her alanda felâket getiren liderler olarak adlandırıyoruz.”