Demirel’in 31 yıl önce yaptığı Lozan değerlendirmesi...
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 12 Eylül askerî yönetimince siyasetten yasaklandığı dönemde Köprü dergisinin Ağustos-1985 sayısındaki mülâkatında Lozan Andlaşmasını şöyle değerlendirmişti:
Bağımsızlığını fiilen elde etmiş galip bir devlet olarak katıldığı Lozan Konferansında, devrin şartlarını da göz önüne alırsak, Türkiye, haklarını savunma ve kazanma yönünde ne ölçüde başarılı olmuştur? Kıbrıs, Musul, Adalar, mübadele, Batı Trakya meselelerinde, günümüze uzanan sonuçlarıyla birlikte, Lozan Andlaşmasının hükümlerini değerlendirir misiniz?
Lozan Andlaşmasının üzerinden 62 sene geçmiştir. Lozan Andlaşması önemli bir hadisedir. Lozan, çok dilli, çok dinli ve çok milletli Osmanlı İmparatorluğunun içerisinden bir Türkiye devletinin çıkışının resmen dünyaca tanınmasının adıdır. Osmanlı döneminde Türk devletleri ve Türk milleti sözü pek kullanılmış değildir. Osmanlı devletinin postundan çıkan 17 devletten birisidir Türkiye. Böylesine büyük bir imparatorluktan çıkan ve imparatorluğun sahip olduğu sahaların takriben onda birinde kurulmuş olan Türk devletinin kuruluşunu sağlayan andlaşmanın, hele üzerinden 62 sene geçtikten sonra değerlendirilmesi kolay değildir. Hakşinas olmak lâzım. Şöyle diyelim. Tarihi revize etmek mümkün değildir. Bugün, “Şöyle olmasaydı, onun yerine şöyle olsaydı” demek mümkün. Her hadisede mümkün. Ama o günkü şartlar iyi bilinmeden, o olanların neden öyle olduğunu anlamadan, içimize sinse de, sinmese de, değerlendirme yapmak o kadar kolay değildir. Yani, bugünkü şartlarla o günü değerlendirmek kolay değildir. O günü o günkü şartlarla değerlendirmek lâzımdır.
Tabiî, Osmanlı İmparatorluğunun içinden bir Türkiye Cumhuriyeti çıkarken, bu bir lütuf değildir. Kimsenin lütfu değildir. Birinci Dünya Harbi olmuştur. Harp sonunda Osmanlı İmparatorluğu mağlûp olmuştur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu mağlûp olmuştur. Almanya İmparatorluğu mağlûp olmuştur. Her üç imparatorluk da dağılmıştır. Müttefik olarak harbe giren üç imparatorluğun üçü de dağılmıştır. Bir savaştan mağlûp çıktıktan sonra, o savaşın sonunda mağlûpların şart dikte etmesi ellerinde değildir. Hem mağlûp olacaksınız, hem istediğiniz şartları elde edeceksiniz; bu mümkün olmaz. Bir savaştan galip çıktıktan sonra, savaşın sonunda mağlûp olan devlet, galip olana kayıtsız şartsız teslim olur. Galibin verdiği kadar alırsınız. Galibin de insafı olmaz. Galipten insaf bekleyemezsiniz.
Savaş şaka değildir. Savaş önemli hadisedir. Yüz binlerce insan ölmüştür. O kadar şehirler, kasabalar yanmış, yıkılmıştır. Ahali aç perişan olmuştur. Her iki tarafta da bunlar olmuştur, ama galipteki hiddeti ve öfkeyi hiçbir şey olmamış gibi değerlendiremezsiniz. Harp tazminatı alırlar. Sınırları istedikleri gibi çizerler. İstedikleri şartları koyarlar. Nitekim 2. Dünya Savaşı sonrasında da böyle olmuştur. Her harpte böyle olur.
Birinci Dünya Harbinden çıkan Türkiye Sevr Muahedesini kabullenmek mecburiyetinde kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu adına Sevr Muahedesi imzalanmıştır. Sevr Muahedesinin altını çizin. Lozan Muahedesinden önce Sevr Muahedesi var. Sevr Muahedesi Osmanlı İmparatorluğunun içerisinden bir küçücük devlet çıkarıyordu. Ama bu devletin devletlik hali yoktu. Bu devletin hudutları Türk milleti için fevkalâde itibar kırıcı idi. Şartları itibar kırıcı idi. Ki sonradan Sevr Muahedesini imzalayanlar 150’likler listesine dahil edilmiştir. Hâdi Paşa, Filozof Rıza Tevfik gibi. Sevr Muahedesini imzalayanlar—o günkü devlet ricali—yurt dışı edilmiştir. Sonradan olan şeyler bunlar. Sevr Muahedesini Türkiye yırtabilmiş. Ama Versailles Muahedesini Almanya yırtamamıştır. Takriben yirmi sene sonra yırtmaya kalkmış, yırtmaya kalktığı yerde de başına çok daha büyük belâlar açmıştır.
General Mac Arthur’un bir sözü vardır: “There is no substitute for victory.” Yani, zafer kadar, ikamesi olmayan, yerine konacak birşey bulunmayan bir olay yoktur. Zaferin ikamesi yoktur. Kaybetmek kötüdür, kazanmak iyidir. Binaenaleyh, kaybedeceğin yerde kazan, der. Esas odur. Ama bu her zaman mümkün olmayabilir. Kaybetmek zor iştir. Kişilerin şahsî hayatında da, milletlerin hayatında da, devletlerin hayatında da zor iştir. Türkiye Birinci Dünya Harbini kaybetmiştir. Bu gerçeği tesbit edelim.
Birinci Dünya Harbi sonrasında tasfiye olan üç imparatorluğun üçü de çok büyük ıztıraplara maruz kalmışlardır. Yalnız Türkiye’nin geride kalan bir meselesi vardır. Türkiye’ye “Question d’Orient,” “Şark meselesi” diye bakıldığı için ve Şark meselesinin birinci hedefi Türkiye’yi Avrupa’dan çıkarmak olduğu için, galip devletler harbin bitmesi sonunda Türkiye’ye reva gördükleri muameleyi kâfi bulmamışlar, bir de, bildiğiniz gibi, İstanbul’u işgal etmişler; İzmir’in işgaline Yunanistan’ı başlatmışlar; Antalya’nın işgaline İtalya’yı başlatmışlar; ondan sonra Gaziantep, K. Maraş, Adana bölgesine Fransızlar gelmiş; velhasıl Türkiye Sevr Muahedesinin çizgileri içine âdeta zorla sokulmak istenmiştir.
Şimdi, bunlarla Lozan Andlaşması arasında başka bir olay olmasa, Lozan Andlaşması olmaz. Hak almak istiyorsanız, mutlaka bir yerde kuvvete dayanacaksınız. Kuvvet herşey değildir. Ama hakkınızı korumada da, hakkınızı almada da kuvvet, yerine ikame edilemeyecek bir unsurdur. Türkiye ne yapmıştır? Türkiye canını dişine takmış, bu hadise karşısında yok olup gitmeyi içine sindirememiş, “Ya istiklâl, ya ölüm” deyip, bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadeleyi Türkiye başaramasaydı, Lozan Andlaşması olmazdı. Bu mücadeleyi başarmıştır.
Başarmıştır ki, galip devletler, Birinci Dünya Harbinin galip devletleri, Türk istiklâl mücadelesinin galibi bulunan TBMM hükümetiyle anlaşmaya oturmuşlardır. Artık Osmanlı İmparatorluğu yok. Osmanlı İmparatorluğu Sevr’de yapmış muahedesini. Ondan sonra—ki bu eşine ender rastlanır bir hadisedir—Türk milleti, orduları dağılmış, yokluğun içine sürüklenmiş, tamamen harp gücünü yitirmiş, yanmış yıkılmış bir ülkenin içinden istiklâl çıkarmayı başarmıştır.
Şimdi, Türkiye kime karşı galiptir? Yunanlılara karşı galiptir, yedi düvele karşı değil. Çünkü Türkiye yedi düvelin desteklediği Yunanlıları mağlûp etmiştir. Ama burada bir incelik var. Biraz sonra söyleyeceğim. Türkiye bundan sonrasına gidebilir miydi? Yunanistan’ı mağlûp ettikten sonra arkasındakilerle harbe tutuşup, onları da mağlûp edebilir miydi? İşte, onu Türkiye göze alamamıştır. Bunu göze alamadığına göre, Lozan’da Türkiye yalnız Yunanlılara karşı galip; fakat Birinci Dünya Harbinin galiplerine karşı ise, onları savaşta yenmiş bir durumu yoktur.
“Harpte kazanıp masada kaybetme” durumları her zaman vardır. Harpte kazanıp masada kaybetmek gibi bir duruma, bilhassa düvel-i muazzama ile, büyük devletlerle boğuşuyorsanız, sizi her zaman düşürebilirler. Nitekim Yunanistan’ın büyümesi hadisesinde bu hep olagelmiştir. Girit’teki isyanları Osmanlı orduları bastırmış, ama Girit’i Yunanistan’a vermişlerdir. Teselya’da harbi Osmanlı orduları kazanmış, ama Teselya’yı Yunanlılara vermişlerdir. İstiklâl Harbinde Yunanlılarla savaş, sadece Anadolu topraklarında olmuştur. Bu savaş Batı Trakya’ya veya başka yerlere ulaşmamıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu harekâtın başkumandanı, doğduğu yer Selanik olduğu halde, İzmir’de durmuş, Selânik’e kadar gitmeyi göze alamamıştır. Aradan bu kadar sene geçtikten sonra, “Neden alamamıştır? Alsaydı” diye tartışmak zordur. Gayet objektif olarak söylüyorum. Tabiî, Lozan Andlaşmasını değerlendirirken, sadece Yunanistan’a karşı galip olduğumuzu gözden uzak tutmamamız gerekir. Lozan, diğer devletlerle, onların da bizimle harbi göze alamayıp, bizim de onlarla harbi göze alamayıp, mâkul bir denge aramak gibi bir uzlaşmanın aranması olayıdır.
Tabiî, Lozan’la meydana gelen sınırlar içerisinde, yani Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Batı Trakya’nın olmayışı; Anadolu’nun hemen ucunda bulunan, Anadolu’nun parmakları mesabesinde olan adaların olmayışı; Kıbrıs’taki hakların tümüyle terki; Misak-ı Millî hudutları içinde olan, yani Birinci Dünya Harbi bittiği zaman hâlâ Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisinde olan, Osmanlı ordularının elinde bulunan Musul ve Kerkük’ün Türkiye sınırları içinde olmayışı; ve güneyde bir demiryolunun, petrolün bittiği yerde başlayan bir sınırın çizilişi gibi, bugün herkesi düşündüren birtakım problemler vardır. “Keşke Lozan sınırları böyle değil de, şöyle çizilseydi” denilebilecek kısımlar vardır.
Biliyorsunuz, Lozan bir kesintiye uğramıştır. Bu kesintinin sebebi, Musul eyaleti hadisesidir. Bugün Kerkük ve Musul’un, Türkiye’nin elinde olmayışının ıztırapları vardır. Milyonlarca Türkçe konuşan; hududun bu tarafındaki insanlar gibi, hududun öbür tarafında tamamen kültürü, harsı aynı olan insan var. Ve Türkiye daha sonra bu meseleyi halledememiştir. Hatay meselesini halledebilmiş, bunu halledememiştir. Batı Trakya’da ıztıraplar vardır. Ve bugün Türkiye hâlâ şu anda dahi ihracatının, daha doğrusu, döviz gelirlerinin yarısından fazlasını petrole veriyor.
O sınırların, o toprakların, Türkçe konuşan, kültürü, harsı tamamen Anadolu ahalisi gibi olan insanların yaşadığı toprakların, Türkiye’nin dışında kalmasına o günkü TBMM razı olmak istememiştir. Musul görüşmeleri, birkaç sene evvel neşredilmiş bulunan TBMM’nin gizli zabıtları içerisinde vardır. O zabıtların ve diğer tarihî vekayiin tetkikinden anlaşılan odur ki, Musul eyaletinin terki hadisesi, anlaşmanın kopma noktasını teşkil etmiştir. Türkiye onu kabul etmezse anlaşma olmayacaktır. Musul meselesi konferansın ya akamete uğraması veya Musul meselesinden vazgeçilmesi gibi bir neticeye gelmiş ki, konferansta kesinti olmuş, Türk heyet-i murahhasa başkanı Türkiye’ye dönmüş, TBMM’ye ve Gazi Mustafa Kemal Paşaya izahat vermiştir. O günkü meclis içerisinde büyük feryatlara, büyük sıkıntılara, gerçekten yürekler parçalayan şikâyetlere sebep olmuş bir hadisedir bu. Ama sonunda Gazi Mustafa Kemal Paşa kendi ağırlığını koyarak Musul eyaletinden vazgeçmek suretiyle, bildiğiniz şekilde Lozan Andlaşması yapılabilmiştir.
Lozan Konferansındaki en önemli hadiselerden biri de mübadeledir. Mübadele hadisesi fevkalâde önemlidir. Belki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli hadisesidir. Sınırlar, v.s.’den sonra. Anadolu’da oturan Rumların Yunanistan’a gitmesi, Yunanistan’da oturan—Batı Trakya dışındaki—Türklerin de Türkiye’ye gelmesi hadisesi. Biliyorsunuz, Anadolu şehirlerinin bir kısmında nüfus karma idi. Rumelinde ise, şehirlerin birçoğunda Türk ve Müslüman nüfus ekseriyette idi. Rum mahallesi olmayan Anadolu şehri, bilemiyorum, kaç tane vardı?
Bilhassa Orta Anadolu şehirlerinin hepsinde, Kayseri’de, Niğde’de, Isparta’da, Burdur’da, Konya’da... Makarios’un bile Dermesonlu olduğu söylenir. Böylece belki muhaceret büyük ıztıraplara sebep olmuştur, ama başka çare yoktu.
(Mülâkatın tamamı Kâzım Güleçyüz’ün İslam Demokrasi Laiklik kitabında, s. 170-9)