Büyük İslam Alimi-Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî, zaman zaman meydana gelen 'depremler'le ilgili olarak Kur'an-ı Hakim'in hakikatli ve nurlu bir tefsiri olan Risale-i Nur'un değişik yerlerinde izah ve açıklamalarda bulunmuştur.
***
Okumak için tıklayınız:
3-4 atom bombası gücünde: 95 artçı sarsıntı, tsunami ve yaralılar var!
Ege'de şiddetli deprem!
Ege'deki şiddetli depremin ardından ''tsunami'' açıklaması
Felaketten ders almıyoruz
Deprem musibetine ne kadar hazırız ve Bediüzzaman 'depremler' için ne diyor?
***
Sözler isimli eserinin "On Dördüncü Sözün Zeyli" kısmında "Küre-i arz (dünya), hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor, bâzan da titriyor... Kadîr-i Mutlak, hikmetinin muktezâsıyla, zâhir esbâbı tasarrufâtına perde ediyor. Zelzeleyi irâde ettiği vakit, bâzan da bir mâdeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi mâdenî inkılâbât dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlâhî ile olur; başka olamaz" diyerek depremlerin ancak "Allah'ın emir ve iradesiyle olduğunu" ifade eden Bediüzzaman, "Zelzele gibi vâkıalar olan şu hâdisât-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller" demektedir.
Musibetleri aynı zamanda "İlâhî birer ihtar ve ikaz" olarak da yorumlamak gerektiğini ifade eden Bediüzzaman, insanoğlunun işlediği hataların bir kısmının 'yerkabuğu' gibi büyük unsurları hiddete getirecek kadar geniş bir isyan olduğunu ise şöyle ifade ediyor:
"Mâdem bir kısım hatâlar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümûllü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinâyetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura [mesela yer kabuğuna], küllî vazifesi içinde 'Onları terbiye et' diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adâlettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir." (On Dördüncü Sözün Zeyli)
***
Deprem musibetine ne kadar hazırız?
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/yurt-haber/tedirgin-eden-gercekleri-acikladi-deprem-musibetine-ne-kadar-haziriz_424811
***
Endişe veren gerçekler...
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/yurt-haber/endise-veren-gercekler_427728
***
Tehlike büyük, tedbirler küçük
Uzmanlar kentlerin depreme hazır olmadığını vurguluyor ve her 10 konuttan sadece 4’ü deprem sigortalı olduğunu belirtiyor. Türkiye’deki 17 milyon 661 bin 690 konuttan sadece yüzde 42,10’unun Zorunlu Deprem Sigortası bulunduğunu açıklayan Doğal Afet Sigortaları Kurumu Başkanı Murat Kayacı, “tehlike büyük önlem ve tedbirler küçük” uyarısında bulundu. Çalışmalarını ‘Depreme hazır bir Türkiye’ için hayata geçirmeyi hedeflediklerini aktaran Kayacı, “Başlıca hedefimiz, depreme hazırlıklı olma ve sigortalılık bilincini artırarak sistemimizdeki konutların tamamını zorunlu deprem sigortası güvencesi altına almak.” dedi.
Devamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/gundem/acinin-17-yili-17-agustos_407127
***
Gözlemlediği ''asıl tehlike''yi açıkladı
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/bilim-teknoloji/gozlemledigi-asil-tehlike-yi-acikladi_425365
***
Musibetler bize ne söyler?
Umumî musibetlerle ilgili “İlâhî ikaz” yorumları yapıldığında “Kullarını rahmetiyle kucaklayan değil, gazabıyla ceza veren ve bunu yaparken masumları da işin içine katan bir Allah imajı veriliyor” gerekçesiyle karşı çıkanlar, aşağıdaki satırları mutlaka okumalılar.
Yeni Asya Neşriyat Araştırma Merkezi'nin hazırladığı kapsamlı yazıyı okumak için tıklayınız;
http://www.yeniasya.com.tr/dizi/musibetler-birer-ilahi-ihtar-ve-ikazdir_176259
***
Felâket ve musibetlerin birer İlâhî ikaz veya gazap olduğu inancı, bütün semavî dinlerde mevcut. Kaynağı mukaddes kitaplar. Kullara düşen ise, musibetlerin bu mesajını gecikmeden okuyup, kendilerine çekidüzen vermeleri.
Yeni Asya Neşriyat Araştırma Merkezi'nin hazırladığı kapsamlı yazının 2. bölümünü okumak için tıklayınız;
http://www.yeniasya.com.tr/dizi/musibetler-birer-ilahi-ihtar-ve-ikazdir_176259
***
Zelzele musîbeti hakkında birkaç suale cevab
“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. Ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. Ve insan ‘Ne oluyor buna?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.”
(Zilzâl Sûresi: 1-5.)
Şu sûre katiyen ifade ediyor ki, küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor, bâzan da titriyor.
Mânevî ve ehemmiyetli bir cânibden, şimdiki zelzele münâsebetiyle altı yedi cüz’î suâle karşı, yine mânevî ihtar yardımıyla cevapları kalbe geldi. Tafsîlen yazmak kaç defa niyet ettimse de, izin verilmedi. Yalnız icmâlen, kısacık yazılacak.
İkinci suâl: Niçin gâvurların memleketlerinde, bu semâvî tokat, başlarına gelmiyor; bu bîçare Müslümanlara iniyor?
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/risale-i-nur-dan/zelzele-musibeti-hakkinda-birkac-suale-cevab_407117
***
Umumî musibetlerde masumların zarar görmesine Rahmet nasıl müsaade eder?
HER MUSİBET GÜNAHLARDAN DOLAYI MI GELİR?
Burada akla gelen bir soru şudur: Bütün musibetler günahlara kefaret olarak mı gelir? Veya başka bir ifadeyle, her musibet günah(lar)ın neticesi midir?
Bu mesele de, yine İkinci Lem’a’da, insanın musibetlerde üç yönden şikâyete hakkı olmadığının izah edildiği bölümde açıklık getirilmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, insanların musibetlerde şikâyete hakları olmadığının birinci sebebini açıklarken; her şeyin Allah’ın isimlerinin tecellisinin gereği olduğuna dikkat çekerek, ‘Mülk Sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder’ kaidesini aktarmıştır. Yani Allah pek çok isimlerinin iktizası olarak kulunu halden hale sokup terbiye eder. Rezzak ismi ‘açlığı’, Şafi ismi ‘hastalığı’ gerektirdiği gibi Kahhar, Cebbar gibi isimlerinin iktizası olan birtakım haller de olacaktır.
O halde bir kula isabet eden musibetin ille de bir günahının neticesi olması gerekmiyor. Zira, en başta, Allah kulu üzerinde esmâsının gereği, dilediği gibi tasarruflarda bulunur. Mülk O’nundur, teslim olmak gerekir.
Nitekim insanların musibetlerde şikâyete hakkı olmadığının ikinci sebebinde de ‘Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar’ denilerek, yine bu hususa işaret ediliyor.
Öte yandan ‘En ziyade belâ ve musibetlere maruz kalanlar peygamberlerdir. Sonra evliyalar, sonra da derecelerine göre Allah’ın diğer salih kullarıdır’ (hadis meâli) rivayeti de bunu gösteriyor. Musibetler her zaman bir günahın neticesi olarak gelseydi, elbette bu, peygamberlerin ‘ismet’ sıfatıyla da çelişen bir durum olurdu. Nitekim şu hadis-i şerif, bu manayı tamamlayıcı niteliktedir:
“Allah kul için önceden manevî bir makam takdir etmiştir. Kul eğer ameliyle o makama ulaşamıyorsa, Allah ona bedeni, çoluk çocuğu ve malıyla ilgili bir musibet verir. Sonra da daha önce takdir ettiği makama ulaşması için onu buna karşı sabırlı kılar.” (Câmiü’s-Sağîr, 1:377)
Demek oluyor ki, musibetler sadece günahlara bir ceza olarak gelmeyebilir, aynı zamanda kul için sabretmek şartıyla manevî mertebelerde yükselmeye vesile olan kaderî tecellilerdir.
UMUMÎ MUSİBETLERDE ZARAR GÖREN MASUMLARIN NE SUÇU VAR?
Toplumsal hataların veya günahların neticesi olarak gelen ‘umumî musibetler’le ilgili akla gelen birtakım sorular olmaktadır. Bunlardan ilk akla gelen ve en çok sorulanı, ‘Masumların, hatasızların ne günahı var ki, bu musibetlere maruz kalıyorlar?’
Bu ve benzeri sorular, bir deprem sonrası Bediüzzaman’a sorulmuş, o da cevaplandırmış. Risale-i Nur’a ‘On dördüncü Sözün Zeyli’ olarak giren ilgili bahiste yer alan o suallerden biri: “Bazı eşhasın (şahısların) hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?”
Cevap: “Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın (insanların çoğunun) o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen (taraf tutarak) veya iltihaken (katılarak) taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i ammeye sebebiyet verir.”
Bu cevap üzerine bir sual daha geliyor:
“Madem bu zelzele musibeti hataların neticesi ve keffaretüzzünuptur (günahları temizleyen bir kefarettir). Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Adaletullah (Allah’ın adaleti) nasıl müsaade eder?”
Cevabın başında, işin bu cihetinin kader sırrıyla ilgili olduğunu ifade ile okurları Kader Risalesine havale eden Said Nursî, devamında “Bir belâ ve musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar” mealindeki ayeti aktarıyor (Enfal: 25.)
Ardından bu dünyadaki imtihan sırrının gereği olarak hakikatlerin perdeli kaldığını, böylece müsabaka ve mücadele ile Ebu Bekir’lerin âlâ-yı illiyyîne çıktığını, Ebu Cehil’lerin de esfel-i sâfilîne düştüğünü belirten bir izah yapıyor ve “Masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydı, teklif ve imtihan sırrı bozulurdu” diyor.
MASUMLARIN RAHMETTEN HİSSESİ NEDİR?
Bediüzzaman Hazretlerinin “O biçare mazlûmların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?” sualine verdiği cevap da şu:
“O musibetteki gazap ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede, bir nevî şehadet (şehitlik) hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat (geçici) bir meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında, ayn-ı gazap içinde bir rahmettir.” (Sözler, s. 281.)
Umumî musibetlerle ilgili “İlâhî ikaz” yorumları yapıldığında “Kullarını rahmetiyle kucaklayan değil, gazabıyla ceza veren ve bunu yaparken masumları da işin içine katan bir Allah imajı veriliyor” gerekçesiyle karşı çıkanlar, yukarıdaki satırları özellikle okumalılar.
Ki, bütün olarak bakılırsa, bunca zulüm, günah ve isyana rağmen ikaz ve cezalar istisna, rahmet tecellîleri ise genel ve daimîdir.
UMUMÎ MUSİBETLER ‘UMUMÎ TEVBE’ GEREKTİRİR
Umumî musibetlerin toplumun çoğunluğunun hatasından ileri geldiğini ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, böylesi musibetlerin def’i için yine toplumun çoğunluğunun hatadan dolayı pişmanlık göstererek tevbe istiğfar etmesi gerektiğini söylemiştir. Meselâ yağmursuzluk ve kuraklık musibeti karşısında toplumun ekserisinin tevbe ve nedamet hali yaşaması gerektiğini ifade ettiği bir lâhika mektubunda daha detaylı olarak şunları söylemiştir:
‘Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azaptır. Buna karşı, ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve Sünnet-i Seniyye dairesinde, bid’alara karışmadan, şeriatin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ve duâ ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. Hem böyle umumî musibetler, ekser nasın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.’
(Emirdağ Lâhikası-I, s. 33)
***
Kur'an-ı Hakim'in hakikatli ve nurlu bir tefsiri olan Risale-i Nur'dan Lem’alar isimli eserden önemli hakikatler (İkinci Lem’a, s. 27)
Çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevî huzur vermektir.
BEŞİNCİ NÜKTE
Üç Meseledir.
Birinci Mesele: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.
Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.
Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nevi, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.
Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”
LÛGATÇE:
keffâretü’z-zünub: Günahların keffareti.
tathir: temizleme.
tebeddül: Yenilenme, değişme.
Devamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/risale-i-nur-dan/musibetler-ilahi-birer-ihtar-ve-ikazdir_209920
Devamını okumak için tıklayınız:
Musibetler İlâhî birer ihtar ve ikazdır
***
Deprem tesadüf değil
Hem kendini başıboş zannetme. Zîrâ, şu misafirhâne-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gâyesiz göremezsin; nasıl, sen nizamsız, gâyesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vâkıalar olan şu hâdisât-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller.
[Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.]
Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup dünyaya tâlip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin? Devekuşuna. Avcıyı görür; uçamıyor, başını kuma sokuyor. Tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız, o, gözünü kum içinde kapamış; görmez.
Ey nefis! Şu temsile bak, gör:
Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, azîz bir lezzeti, elîm bir eleme kalbeder. Meselâ, şu karyede, yani Barla’da, iki adam bulunur; birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler, güzelce yaşıyorlar. Yalnız birtek burada kalmış; o dahi oraya gidecek. Bunun için, şu adam, İstanbul’a müştaktır, orayı düşünür, ahbaba kavuşmak ister.
Ne vakit ona denilse, “Oraya git!”; sevinip, gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar; bir kısmı ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel, yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister; onunla o elîm âlâm-ı firâkı kapamak ister.
Ey nefis! Başta Habîbullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme; merdâne kabre bak, dinle ne talep eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak, ne ister. Sakın gâfil olup ikinci adama benzeme.
Ey nefsim! Deme, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maîşetle sarhoştur.” Çünkü, ölüm değişmiyor; firâk bekâya kalbolup, başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor; ziyâdeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor.
Hem deme, “Ben de herkes gibiyim.” Çünkü, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musîbette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.
Hem kendini başıboş zannetme. Zîrâ, şu misafirhâne-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gâyesiz göremezsin; nasıl, sen nizamsız, gâyesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vâkıalar olan şu hâdisât-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller.
Meselâ, zemine nebâtât ve hayvanât envâından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler, baştan aşağıya kadar gâyelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gâyeler içinde kemâl-i intizam ile meczub Mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın benîâdem’den, bâhusus ehl-i imândan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mâneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibiHAŞİYE mevtâlûd hâdisât-ı hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gâyesiz, tesadüfî zannederek bütün musîbetzedelerin elîm zâyiâtını bedelsiz, hebâen mensur gösterip, müthiş bir yeise atarlar.
Hem, büyük bir hatâ, hem büyük bir zulüm ederler. Belki, öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîmin emriyle ehl-i imânın fânî malını sadaka hükmüne çevirip, ibkâ etmektir ve küfrân-ı nimetten gelen günahlara kefârettir.
Nasıl ki birgün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirkâlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle, ehl-i şirki Cehenneme döker; ehl-i şükre, “Haydi, Cennete buyurun” der.
Haşiye: İzmir’in zelzelesi münâsebetiyle yazılmıştır. Sözler, s. 156, (yeni tanzim, s. 275)
LÛGATÇE:
âlâm-ı firâk: Ayrılık acıları, elemleri.
hâdisât-ı kevniye: Yaratılışa ve tabiata âit hadiseler.
küre-i arz: Dünya.
sıklet-i mâneviye: Manevî ağırlık.
mevtâlûd: Ölüm gibi; ölümlü; korkunç.
hebâen mensur: Boşu boşuna. Faydasız yere.
ibkâ: Bâkileştirmek. Devamlı etmek.
âsâr-ı beşeriye: İnsanların eserleri.
şirkâlûd: Allah’a ortak kabul etmek olan şirkle karışık, şirk bulaşmış.
***
Konuyla ilgili haberler:
Endişe veren gerçekler...
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/yurt-haber/endise-veren-gercekler_427728
Tedirgin eden gerçekler...
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/yurt-haber/tedirgin-eden-gercekler_425735
Gözlemlediği ''asıl tehlike''yi açıkladı
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/bilim-teknoloji/gozlemledigi-asil-tehlike-yi-acikladi_425365
Deprem musibetine ne kadar hazırız?
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/yurt-haber/tedirgin-eden-gercekleri-acikladi-deprem-musibetine-ne-kadar-haziriz_424811
Tedirgin eden gerçekler!
İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü eski öğretim üyesi Prof.Dr. Haluk Eyidoğan, Türkiye’de ‘Kentsel Dönüşüm’ adı altında uygulanan projelerin ‘Yık- Yap-Yenile’ olarak değerlendirilebileceğini, 20’den fazla katlı binalarla ilgili henüz deprem yönetmeliği bulunmadığını söyledi.
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/gundem/tedirgin-eden-gercekler_407185
Çanakkale ve Malatya'daki depremler hakkında önemli açıkama
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/politika/canakkale-ve-malatya-daki-depremler-hakkinda-onemli-acikama_423332
İstanbul hakkında korkutan açıklama
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/ekonomi/istanbul-hakkinda-korkutan-aciklama_421130
İlk kentsel dönüşümde sınıfta kaldık: ''Ortak alanımız 4 tane bank''
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/ekonomi/ilk-kentsel-donusumde-sinifta-kaldik-ortak-alanimiz-4-tane-bank_415283
Konutlar dönüşüyor, alışkanlıklar dönüşemiyor: Kentsel dönüşüm nasıl olmalıdır?
İzmir'de kentsel dönüşümün sembolü haline gelen Örnekköy ve Uzundere'deki sosyal konut alanlarına yerleşen vatandaşların yeni yaşam biçimleri ve beklentileri akademisyenlerin araştırma konusu oldu.
Okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/ekonomi/konutlar-donusuyor-aliskanliklar-donusemiyor-kentsel-donusum-nasil-olmalidir_392428
Haber Merkezi