Müceddîd-i Ahirzaman ( Ahirzaman Müceddidi) olan Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, Müceddîd-i Elf-i Sânî (İkinci bin senesinin müceddidi) olan Büyük İslam Alimi İmam-ı Rabbani hakkında ne demişti?
Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu Vesselamın 'Alimler Peygamberlerin varisleridirler' ifasde buyurdukları ulvi, veciz hakikat doğrultusunda ümmetin yıldızları olan Alimler, Evliyalar ve nurani bir silsile olan Müceddidlerin birbirlerine olan taltifleri, güzel sözleri dahi bir ders niteliğinde adeta...
Bediüzzaman'ın veciz ifadelerinde öylesine şirin ve tatlı bir tarzda müceddidlik vazifesini ve asırlara göre Asr-ı Saadet'ten gelen Nurun başka başka yaralara tedavi olacak şelilde yansıtıldığı ve ahirzamanda Risale-i Nurun öncelikli söz sahibi olarak İslam davasının nurani bir bürhanı ve son derece önemli bir dava vekili olduğu hakikati vurgulanmıştır.
İşte bir güzel hatıra; Mustafa Sungur Ağabey anlatıyor:
Üstâd buyurdu ki: “İmam-ı Rabbânî ahir hayatında bu Risâle-i Nûr mesleğine girmişti. Fakat onun zamanında bu inkişâf olmadı. Yanlız ona münhasır kalmıştır.” Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin bu tespitini te’yid eden Beşinci Mektup’ta şu ifâdeler geçmektedir. “Madem hakîkat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakâik-i îmâniyenin ve akâid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi.” Beşinci Mektubun ilk satırlarındaki “İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.” Cümlesi de ma'nidârdır.
(Yeni Asya Yazarı Abdülbaki Çimiç'in 'Bedîüzzamân ve İmam-ı Rabbânî' başlıklı yazısından bir bölüm)
İmam-ı Rabbani -Radiyallahu Anh- hakkında, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinden bazı bölümleri sizlerle paylaşıyoruz;
Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî ders verirken diyordu:
"Eski zamanda, büyük zâtlar demişler ki: 'Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve İslâmiyeyi delâil-i akliye ile kemâl-i vuzuhla ispat edecek.' Ben istiyorum ki, ben o olsam, belki (HAŞİYE-1) o adamım"
Haşiye-1: Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, Risale-i Nur'dur. Belki ehl-i keşif Risale-i Nur'u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve nâşiri sûretinde keşiflerinde müşahede etmişler, "bir adam" demişler.''1
1- Risale-i Nur, Şualar, 7. Şua
Bediüzzaman; ölüme ve ötesine hazırlıkla ilgili bir örnek veriyor. İşte Mesnevi-i Nuriye'deki enfes örnek:
“...İ’lem eyyühe’l-aziz! Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazûratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa, onlar istikzarla ikrah edeceklerdir.
“Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil’de ‘Ahmed’, Tevrat’ta ‘Ahyed’, Kur’ân’da ‘Muhammed’ ismiyle müsemmâ iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmed’lerle muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdır.”2
2- Bediüzzaman Mesnevi-i Nuriye’de (s. 109)
Üstâd Hazretleri, Mektûbat’ında, Nakşî Tarikatı’nın üç perdesinden bahseder ve konuyla ilgili İmam-ı Rabbanî’nin şu önemli hükmünü nakleder:
“Hakaik-ı imaniyeden bir mes’elenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim..”
''Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
''Hem demiş ki: “Velayet üç kısımdır.. Biri velayet-i suğra ki, meşhur velayettir.. Biri velayet-i vusta, biri velayet-i kübra’dır.. Velayet-i kübra ise, veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır..”
''Hem demiş ki: “Tarik-ı Nakşîde iki kanat ile sülûk edilir.. Yani, hakaik-ı imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez..”
Sonra da kendi değerlendirmesini, hem de “hükmünü” şu şekilde özetler:
“Öyle ise, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-ı imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbani de ahir zamanında ona sülûk etmiştir..
İkincisi: Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir Geylani (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) ve İmam-ı Rabbani (ra) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini hakaik-ı imaniyenin ve akaid-i İslamiyenin takviyesine sarfedeceklerdi.
Çünkü, saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir.. İmansız Cennet’e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet’e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı İslâmiye gıdadır.. Eskiden kırk günden tut, ta kırk seneye kadar bir seyr-i sülûk ile bazı hakaik-ı imaniyeye ancak çıkılabilirdi.. Şimdi ise, Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lakayd kalmak elbette kâr-ı akıl değil.. İşte otuzüç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını dikkatle okuyanlar hükmediyorlar..”3
3- Risale-i Nur, Mektubat
"...BİRİNCİ NOKTA: Kırk elli sene evvel, Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikatü'l-hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü, aklı, fikri hikmet-i felsefiyeyle bir derece yaralıydı, tedavi lâzımdı."
"Sonra, hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı, câzibedar bir hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbânî de ona gaybî bir tarzda "Tevhid-i kıble et" demiş. Yani, "Yalnız bir üstadın arkasından git" O çok yaralı Eski Said'in kalbine geldi ki:"
"Üstad-ı hakikî Kur'ân'dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur" diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur'ân'ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ "Herbir şeyde Onun bir olduğuna delâlet eden bir delil vardır." İbnü'l-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 1:24.hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said'in Risale-i Nur'uyla göstermiş."
"İKİNCİ NOKTA: Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) ve İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, herşeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said Yeni Said'e inkılâp etmiş. Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu'le, Lem'alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde, fakat dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti."4
4-Mesnevî-i Nuriye, Mukaddime
Risale-i Nur’un ferid makamına mazhariyeti
“Ferid makamı nedir? Nasıl bir makamdır? Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisinin Ferid makamına mazhar oluşu ne demektir? Bediüzzaman Said Nursi ve İmam-ı Rabbani Ferid Makamı'nı nasıl tarif ediyor?
Yeni Asya Gazetesi İlahiyatçı yazarı Süleyman Kösmene'nin yazısının okumak için tıklayınız;
http://www.yeniasya.com.tr/suleyman-kosmene/risale-i-nur-un-ferid-makamina-mazhariyeti_332353
Din hizmeti ve tarîk-i Nakşî’nin üç perdesi...
''Üstâd Hazretleri İmam-ı Rabbanî’ye özel bir değer atfeder. Acaba bu değer nereden kaynaklanıyor, diye konuya baktığımızda ise şunu görmekteyiz...''
Yeni Asya Yazarı Orhan Ali Yılmaz'ın ''Din hizmeti ve tarîk-i Nakşî’nin üç perdesi...'' yazısını okumak için yıklayınız;
http://www.yeniasya.com.tr/orhan-ali-yilmaz/din-hizmeti-ve-tarik-i-naksi-nin-uc-perdesi_351086
İmam-ı Rabbanî ile Said Nursî arasında çok benzerlikler var
''İmâm-ı Rabbânî Hazretleri “Bütün tarikatlerin neticesi ve gayesi iman hakikatlerinin inkişafıdır” ifadesini biliyoruz. Bunun üzerine Said Nursî Hazretleri de, “Ömrünün sonlarında daha ziyade iman hakikatlerinin izah ve inkişafına çalışmıştır” açıklaması dikkatimizi çekiyor... Bu konu hakkındaki düşüncelerini alabilir miyiz?''
Yard. Doç. Dr. Ali Namlı'nın Yeni Asya'ya verdiği röportajı okumak için tıklayınız;
http://www.yeniasya.com.tr/roportaj/imam-i-rabbani-ile-said-nursi-arasinda-cok-benzerlikler-var_165014
Haber Merkezi