"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman'dan kanaat ve iktisat halleri

14 Ekim 2017, Cumartesi 12:30
Âzami iktisat ile yaşayan, tam bir kanaat ve bereket ile hayatını idame ettiren Üstad Bediüzzaman’a, evham ve kuruntu içinde debelenen ehl-i dünyadan kimseler, şu tarz soruları mütemadiyen sorup dururlar:

“Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yiyle (emeğiyle) geçinenleri istemiyoruz.”

Bediüzzaman ise, “Elcevap” diyerek, o­nlara şu mânâ ve hikmet dolu izahatı yapar:

“Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.

“Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoştur. Fakat, madem ehl-i dünya evhamlı bir surette soruyorlar. Ben de derim ki:

“Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaşı kabul etmemek (yalnız bir iki sene Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum), o parayı da mânen millete iade ettik. Hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır. Ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyanlar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalıştılar; kabul etmedim.

“‘Öyleyse nasıl idare edersin?’ denilse, derim: Bereket ve ikram-ı İlâhî ile yaşıyorum…” (16. Mektup’tan)

* * *

Ehl-i dünyanın meraklı, evhamlı ve ısrarlı suâllerine mukabil, Üstad Bediüzzaman’ın “Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum” dediği hadise, Barla’da sürgün olarak ikamet ettiği 1930’lu yılların başında yaşanır.

Bediüzzaman Hazretleri, her ne kadar “kanaat, bereket ve İlâhî ikram sayesinde yaşıyorum” diyor idiyse de, muarızlarının ve evhamlı kesimin buna inanmayacağını biliyordu. Hakikati ispat sadedinde göstereceği deliller ve sıralayacağı misâller noktasında ise, haklı olarak bir çekingenlik gösteriyordu.

Bu halin sebebini şöyle şu sözlerle izah ediyor:

“Bir şükr-ü mânevî olmakla beraber, korkuyorum ki bir riyâ ve gururu ihsâs ederek, o mübarek bereket kesilsin. …Fakat, ne çare, söylemeye mecbur oldum.”

İşte, bu “mecburi açıklama” cümlesinden olarak, bereket ve ikrâm-ı İlâhî nevinden birkaç nümune zikrediyor.

On Altıncı Mektup’ta geçen bu misâlleri kısaca şöyle bir hatırlamaya çalışalım:

Birinci misâl: “Şu altı aydır, otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş.” (Haşiye: Bir sene devam etti.)

İkinci misâl: “Şu mübarek Ramazan’da, yalnız iki haneden bana yemek geldi; ikisi de beni hasta etti. Anladım ki, başkasının yemeğini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün Ramazan’da benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o pirinç, o­n beş gün Ramazan’dan sonra bitmiştir.”

Üçüncü misâl: “Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi.

“Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı…”

Bu misâlde şahit olarak gösterdiği kişi, 1963’te vefat eden Barlalı “Mübarek Süleyman”dır.

Bu zat, 1930’lu yılların başlarında birkaç ay müddetle Barla Dağlarında yalnız kalan Üstad Bediüzzaman’ın ziyaretine gider. o­na misafir olur. O esnada yiyecek ekmekleri kalmaz.

Gerisini, Üstad Bediüzzaman şöyle anlatır:

“…İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın.

“…Ben de dedim: ‘Tevekkelnâ alâllah.’

“…Sonra, derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum; müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: ‘Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.'”

Bu tarihten yıllar sonra, Mübarek Süleyman’la aynı mevkiye birlikte giden Hüseyin Bülbül, vaktiyle yaşanmış olan bu hadiseyi o­nun dilinden ayrıca ve tasdiken şöyle dinler:

“…İşte, şu gördüğün katran ağacının dalları üzerinde, kocaman bir ekmek aniden beliriverdi. Üstad’ın emir buyurmasıyla ağacın üzerine çıktım. Ekmeğin yakınına vardım. Baktım ekmekten buhar çıkıyor. Alıp aşağıya indim. Baktık ki, ekmek taze ve sağlamdır. Karınca bile dokunup ısırmamış.

“Sonra, ben safiyane bir şekilde ‘Üstad’ım, bu ekmek bize helâl olur mu?’ diye sorunca, Üstad da bana ‘Hey mübarek…’ diye çok mânidar bir edâ ile seslendi. İşte, o günden sonra adım “Mübarek Süleyman” oldu.”

* * *

Yine 16. Mektubun bir başka yerinde, bereketli rızka dair şu misâl zikrediliyor:

“Bir tavuğum var. Şu kışta yumurta makinesi gibi, pek az fasılayla hergün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem birgün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım.

“Dostlarımdan sordum, ‘Böyle olur mu?’ dedim. Dediler: ‘Belki bir ihsan-ı İlâhîdir.’

“Hem şu tavuğun yazın çıkardığı bir küçük yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan’da bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbânî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.

* * *

Üstad Bediüzzaman’ın maişetinde görünen İlâhî ikrâm ve berekete şahit olan Barla’daki Süleyman Rüşdü, Hüsrev, Refet, Bekir, Mustafa Çavuş, Barlalı Süleyman gibi güvenilir zâtlar, müştereken imza attıkları bir mektupta şunu ifade ediyorlar:

“Evet iki sene evvel, bütün Ramazan’da üç ekmek, bir okka pirinç o­na ve dört kedisine kâfi geldiği gibi, bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerifte, otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini-yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna-başka birşey yemediğini bizzat müşahede ettik.

* * *

Yine, aynı “Barla Lâhikası” isimli eserin 120. sıradaki mektubunda, kanaat, iktisat ve bereketin sırrına dair yazılmış bir hakikati, yazımızın bugünkü bölümüne ilâve ederek geçelim.

“Hem iktisat, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir. Hem bir misalle ince bir sebebi anlatacağım:

“Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. “İstanbul’dan senin için getirdim, beni kırma” dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiyatını verdim.

“Dedi: Niçin böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?

“Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatımı terk ediyorum. Çünkü, dünyaya tenezzül etmez, tamah ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tamah zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte, sana mânen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telâkki ediyorum. Sen mâdem fedakârsın; ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme.

“O da, bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi.”

Hediyeyi, teberrükü, yine başkasına yediriyor

Mümkün olabildiğince kimseden karşılıksız yemek ve hediye gibi şeyler almayan ve alamayan Üstad Bediüzzaman, hatır kıramayıp verilen hediyeyi geri çeviremediği durumlarda, bir başka metod uyguluyor: Gelen hediye ve yiyecekleri yine başkasına teberrüken dağıtıyor.

Duruma göre böyle bir usûl dairesinde hareket ettiğini, hem bazı hatıra notlarından, hem de kendi ifadelerinden anlıyoruz.

İşte, Emirdağ Lâhikası’nda yer alan bir mektuptaki ifadeler:

“Salisen: Nur’un demirbaş kâtibi ve şakirdi Kâtip Osman’ın Risale-i Nur bahçesinden gönderdiği yaş üzüm teberrükünü ve Medresetü’z-Zehranın çok ehemmiyetli bir şubesi ve bir merkezi olan Sava’nın (Isparta) gayet mübarek teberrüklerini, kaideme muhalif olarak o­nların hatırı için kabul ettim. Ve kime yedirsem de, o­nların hayrı olarak yedireceğim. (Emirdağ Lâhikası-II, s. 300)

Bu gerçeği doğrulayan bir hatırayı da, bizzat kendimiz dinleyip tesbit ettik.

“Sason isyanı” sebebiyle 1937 senesinde Kastamonu’ya sürgün edilen ve orada yedi yıl Üstad Bediüzzaman’la komşuluk yapan hamal Ahmet Atak Efendi ile birkaç kez görüşüp hatıralarını not ettik.

Bir defasında, kendisine gelen karpuz hediyesini geri çeviremeyen Üstad’ın, aylar sonra o karpuzu getiren kişiye ve misafirlerine nasıl yedirdiğini anlattı.

Hadisenin özeti şudur: Aynı yıllarda Kastamonu’ya yine sürgün olarak gelen Kurtalanlı ağalardan Yusuf Toprak, Üstad’a mevsimin ilk karpuzlarından alıp hediye etmek ister.

Ne var ki, o­nun ağalık servetine haram para karışmış olması ihtimaline binaen, orada hamallıkla geçinen Ahmet Efendiden 50 kuruş borç alarak, yani alınteriyle kazanılmış o helâl parayla gidip iki adet Adana karpuzlarından alıp getirir.

Yusuf Ağayı elinde karpuzla odasının kapısında gören Üstad, o­nun içeri girmesine izin vermez. Sert ve hiddetli bakışlarla o­nu kapıda durdurarak şöyle seslenir: “Yusuf Ağa, sen benim 70 yıllık âdetimi bozmak mı istiyorsun?”

Ağa, kapıda heykel gibi dikilip kalır. Ne ileri, ne de geri gidemez.

Üstad ise, sağ elini iki kaşının arasına götürür, başını eğer ve bir süre mütalaa eder.

Sonra, başını kaldırır ve ağaya şunu söyler: “Yusuf Ağa! Seni o karpuzlarla birlikte geri gönderecektim. Fakat, o­nları yanındaki şu muhacir hamalın parasıyla aldığından, o­nun hatırına ve kalbi kırılmasın diye kabul ediyorum.”

O anda, Yusuf Ağanın dermanı biter, dizlerinin bağı çözülür. Orada daha fazla dayanamaz ve karpuzları yere bıraktığı gibi, gerisin geriye kaçarcasına gider.

Aylar sonra, birkaç misafiriyle birlikte Üstad’ın ziyaretine gelen Yusuf Ağanın önüne, arka odada muhafaza edilen aynı karpuzlar kesilip konur.

Ağa ise, misafirlerle birlikte hiç bozulmamış o karpuzları ancak afiyetle yedikten sonra gerçeği öğrenir.

Üstad, o­na şu hatırlatmada bulunur: “Yusuf Ağa! Ben sana demedim mi, kimsenin hediyesini karşılıksız almıyorum, alamıyorum, yiyemiyorum diye…”

Mukabelesiz dokunuyor

Yemek ve sair hediyeleri karşılıksız aldığı takdirde, kendisini hasta edecek derecede dokunduğunu muhtelif vesilelerle ve tekraren ifade eden Üstad Bediüzzaman, hediye sahibi çok yakın bir kimse olsa bile, o­na mukabele olarak mutlaka bir hediye verilmesini ister:

“…O kardeşimizin Nur avukatı Ahmed Feyzi’nin incir teberrüküne mukabil, benim namıma bir Sikke-i Gaybiye mecmuasını o­na gönderiniz ki, incirleri bana dokunmasın. Çünkü bu âhirde kat’iyen mukabelesiz hediyeler beni hastalandırdığı, çok tecrübelerle pek kat’îleşti. (Emirdağ Lâhikası-I, s. 239)

“Kuru ekmek” ve “âlâ baklava”

Kezâ, kendisine hediye gönderen mühim bir talebesine verdiği cevabî mektubunda, Üstad Bediüzzaman, kendi parasıyla yediği bir parça kuru ekmeği, başkasına ait en iyi baklavaya tercih ettiğini şu sözlerle beyan ediyor:

Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, o­nların hatırını sayıp istemediğim vakitte o­nları kabul etmek lâzım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve o­nların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor. (İkinci Mektup’tan)

(M. Latif Salihoğlu Yeni Asya 2005)

 

***

Okumak için tıklayınız:

Bediüzzaman Said Nursi'nin paylaşım âdeti

Bediüzzaman neden Aziz tabirini kullanıyor?

'Tefsir âlimleri için Risale-i Nur bir definedir'

Üstad Bediüzzaman ve Yeni Asya

Bediüzzaman’ı tanıyanlar ve tanımayanlar

Bediüzzaman’dan hâkimlere hukuk dersleri

Risale-i Nur'daki Lâhikalar neden haber veriyor?

Bediüzzaman’a Göre Hukuk ve Adalet

Çağımızın İslâm hukukçusu: Bediüzzaman Said Nursî

 

***

Konuyla benzer içerikler:

Mehmet Akif: En büyük âlim odur ki; İşaratü’l-İ’caz’ı anlasın...

Mehmet Akif Ersoy'un Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi ve Kur'an-ı Hakim'in hakikatli ve nurlu bir tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı ile ilgili değerlendirmeleri Risale-i Nur'un muhteva ve mesajının anlaşılması noktasında oldukça önem taşımaktadır.

Okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/gundem/mehmet-akif-en-buyuk-alim-odur-ki-isaratu-l-i-caz-i-anlasin_419602

Risale-i Nur’u niçin çok okumalıyız, Risale-i Nur, neden bu asra bakan bir tefsirdir?

Risale-i Nur eserleri, muhtevası, telif ediliş tarzı, dili ve düzeni itibariyle diğer İslâmî eser ve tefsirlerden farklıdır.

Okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/suleyman-kosmene/risale-i-nur-u-nicin-cok-okumaliyiz_414017

Sonsuz gençliği kazanmanın anahtarı: Gençlik Rehberi

Okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/kultur-sanat/sonsuz-gencligi-kazanmanin-anahtari-genclik-rehberi_436679

Risale-i Nur’dan doğru İslâmiyet dersini alan bir genç...

Okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/gundem/risale-i-nur-dan-dogru-islamiyet-dersini-alan-bir-genc_432625

Bu zamanda Risale-i Nur mu okunurmuş?

Okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/seyda-sultan-zengin/bu-zamanda-risale-i-nur-mu-okunurmus_431088


Doğru İslâmı anlama projesi: Medresetü’z - Zehra

Okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/halil-elitok/dogru-islami-anlama-projesi-medresetu-z-zehra_389766

Din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu bir Bediüzzaman Üniversitesi

Okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/gundem/din-ve-fen-ilimlerinin-birlikte-okutuldugu-bir-bediuzzaman-universitesi_370309

Haber Merkezi

Okunma Sayısı: 8009
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı