Âyet-i kerimenin işaretiyle; “Uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sûreten ihzâr etmek mümkündür.
Hem vâki’dir ki, risâletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, hem mâsumiyetine, hem de adâletine medâr olmak için, pek geniş olan aktâr-ı memleketine bizzat zahmetsiz muttalî olmak ve raiyyetinin ahvâlini görmek ve dertlerini işitmek, bir mu’cize sûretinde Cenâb-ı Hak ihsan etmiştir. Demek, Cenâb-ı Hakk’a itimad edip, Süleyman Aleyhisselâmın lisân-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisân-ı istidadıyla Cenâb-ı Hak’tan istese ve kavânîn-i âdetine ve inâyetine tevfîk-ı hareket etse, ona dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek, taht-ı Belkıs Yemen’de iken, Şam’da aynıyla veyahut sûretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette, taht etrafındaki adamların, sûretleri ile beraber sesleri de işitilmiştir.” (Sözler, s. 233)
Sebe’ melikesi Belkıs, Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen, bir kadın yöneticidir. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Süleyman kıssası anlatılırken, Hz. Süleyman’ın mu’cize ile Belkıs’ın tahtını yanına getirdiği anlatılır.
Belkıs, Yemen’de yaşayan Sebe’lilerin melikesidir. Gerek İslâm öncesi dönemde, gerekse İslâmiyet’ten sonra kendisi ile ilgili olarak muhtelif rivayetler kaleme alınmıştır. Arap kaynaklarına göre adı, “Yelkame” ve “Belkıs”, Habeş efsanesine göre ise, “Makeda” olarak geçmektedir. (Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, TDVİA. C. V, s. 420)
Kendisine kuş dilinden anlama kabiliyeti verilen Hz. Süleyman (as), kuşları istihdam ederek dünyanın değişik yerlerinde olup bitenleri öğrenebiliyordu. Bu kuşlardan birisi olan Hüdhüd bir gün Belkıs’tan haber getirerek, (Neml; 22-44) Belkıs ve halkına Cenâb-ı Hakk’ın büyük ihsanda bulunduğu halde, onların Allah’tan yüz çevirip güneşe secde ettiklerini, şeytanın oyununa geldiklerini anlatır. Bu haber üzerine Süleyman Aleyhisselâm, besmele ile başlayan ve hak dine dâvet eden bir mektup yazarak Belkıs’a gönderir. (Neml; 31)
Belkıs, mektubu aldıktan sonra maiyetindekileri toplayarak ne yapmaları gerektiği konusunda istişare eder. Devletin ileri gelenleri, kendilerinin güçlü, kuvvetli ve zorlu savaşçılar olduklarını belirterek, son kararın Melike tarafından verilmesini isterler. Belkıs, dönemin özelliklerini bildiği için ülkesini gelebilecek tehlikelerden koruyabilmek için, bazı hediyeler hazırlayarak elçilerle Süleyman Aleyhisselâm’a gönderir.
Hz. Süleyman elçilere, “Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz” (Neml; 36) diyerek üzerlerine asla karşı koyamayacakları bir orduyla gelerek, mutlak surette hor ve hakir bir tarzda yerlerinden edebileceğini söyler.
Bu olaydan sonra, Sebe’ elçileri henüz nihaî haberi getirmeden Hz. Süleyman (as), çevresindekilere Belkıs’ın tahtını yanına kimin getirebileceğini sorar. İlim sahibi ve Allah’ın celb ilmi ihsanına mazhar bir kimse de “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim” (Sözler, s. 233) der ve bir anda Belkıs’ın tahtı Hz. Süleyman’ın yanı başına yerleşmiş olarak görünür.
Süleyman Aleyhisselâm, henüz Belkıs getirilmeden önce büyük bir köşk inşa ettirmişti. Billurdan yapılan köşkün altında su, suyun içinde de balıklar yaşıyordu. Böyle bir mimarî, zamanın şartlarına göre oldukça ileri bir teknolojik düzeyi göstermekteydi.
Celb edilen Melike’den köşke girmesi istendi. Köşkün zemini şeffaf olduğundan Melike sudan geçeceğini zannederek eteğini çekti. Bunun üzerine Süleyman Aleyhisselâm Melike’ye, billurdan yapılmış şeffaf bir zemin olduğunu söyledi. Bunun üzerine Melike böyle bir yapıyı yorumlayamadığı için, kendi toplumunun çok geride olduğunu anlayarak, “Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” (Neml; 44) dedi. Hz. Süleyman’ın peygamber olup olmadığını çeşitli sorularla test ederek kanaat getirdikten sonra iman etti. (Yücetürk, s. 420).
Belkıs’ın nakledilmesi olayında, görüntü ve ses olarak mı, yoksa bizzat mı nakledildiği tartışma konusu olmuştur. Ancak, âyet-i kerimede; “Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti...” (Neml; 44), ifadeleriyle bizzat nakledildiği anlaşılmaktadır. Çünkü, sadece ses ve görüntü nakli olsa iki şahıs arasındaki görüşme de buna göre olurdu. Ancak, âyetteki ifadelere bakıldığında, bir arada bulunulan ve karşılıklı konuşmanın vukuu aktarılmaktadır.
Bediüzzaman konu ile ilgili değerlendirmesinde peygamberlere verilen mu’cizelerin bir manasının da teknolojinin nihaî hudutlarını çizmek olduğunu belirterek, mezkûr mu’cizenin ses, görüntü ve cisim naklinin mümkün olabileceğine dair bir işaret olduğunu belirtir. (İşaratü’l-İ’caz, s. 257)