"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Meleklerin yaratılış hikmetleri

02 Mart 2012, Cuma
Cenâb-ı Hak, kâinatta zerrelerden yıldızlara kadar, meleklerden semeklere (balıklara) kadar her şeyi kendisine ibadet etmek, hamd ve tesbih ile anmak için yaratmıştır.
Fakat bütün bu varlık türlerinin ibadetleri yeteneklerine göre ayrı ayrı olmaktadır. Allah’a ibadet eden varlıkları dört gruba ayırmak mümkündür. Melekler, hayvanlar, bitkiler ile cansızlar ve insanlar. Cenâb-ı Hak tamamıyla hayır olan melekleri, tamamıyla şer olan şeytanları, hayır ve şerden mahrum hayvanları ve bitkileri, hayır ve şerre gücü yeten bir canlı olarak ise insanı yaratmıştır.    
Meleklerin varlığı Kur’ân’la ve hadisle sabit olduğu gibi, aklen de mümkündür. Madem kâinata göre okyanustan bir damla mesabesinde olan dünyanın kendine ait sakinleri vardır, fezanın da kendisine has sakinleri elbette olacaktır. Küçücük dünyamızın kendine mahsus sakinleri olup da, her gece birer kandil gibi gökkubbemizi süsleyen yıldızların boş olduğunu, oraları şenlendiren canlıların olmadığını söylemek akla ve hikmete zıttır. Elbette Cenâb-ı Hakk’ın çok geniş bir memleketi olan gökyüzünde de oranın hayat şartlarına uygun ruh ve şuur sahibi canlılar yaşayacaktır. Bu canlılar Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde “melek” olarak isimlendirilmiştir.
Cenâb-ı Hak her şeyiyle canlı, hayatlı olan ahiret hayatı hesabına bu dünyadaki en katı maddeleri de hayatın süzgecinden geçiriyor. Bunun için yeryüzünde hayata ve ruha en uzak maddeler olan topraktan ve bulanık sudan sayısız bitki ve hayvan türlerini yaratıyor. İsm-i Azam olan Hay ismi gereği hayata bu derece önem veren bir Yaratıcı elbette ruha ve hayata daha münasip Nur denizinden sayısız melek türlerini yaratması, O'nun hikmetinin ve rahmetinin gereğidir. Bununla birlikte meleklerin cinsleri de çok çeşitlidir. Bir damla yağmura müekkel bir melek ile güneşe müekkel bir meleğin cinsi birbirinden farklıdır.
İnsanlar nasıl su, hava, ışık, yemek, meyve ve çeşit çeşit gıda ile besleniyorlarsa, melekler de zikir, tesbih, hamd, ibadet ve muhabbetin nurlarıyla gıdalanırlar. Melekler nurdan yaratılmış olmaları dolayısıyla, onlara Nur kâfidir. Hatta Nura yakın olan güzel kokular dahi onlar için bir nevî gıdadırlar. Bunun içindir ki, Cebrail’le (a.s.) ve diğer meleklerle çok sık görüşen Peygamberimiz (a.s.m.) sürekli güzel koku kullanmış ve kokusu meleklerin hoşuna gitmeyen şeyleri yememiştir.    
Kâinatta her şey hayat ile mana kazanır. Bu sebeple bütün mevcudatın hayat sahibi birer nezaretçi meleği vardır. Bu melekler nezaret ettiği varlıkların şuursuz bir şekilde yaptıkları tesbihlerini ve ibadetlerini Allah’a şuurlu bir şekilde sunmakla vazifelidirler. Meleklerin, Yaratıcılarının emriyle, hesabıyla ve O’nun adına yaptıkları işlerde, O’na bağlanmakla kazandıkları şerefte, O’nun mülkünü seyretmekle aldıkları lezzette, O’nun cemalini müşahede etmek nimetinde öyle büyük bir saadet vardır ki, insan aklı bunu anlamaktan acizdir. Melek olmayan bu lezzeti anlayamaz.
Kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bir yaprağı bile canlılara mesken yapan Allah’ın, semavatı ve yıldızları ziynetsiz, hayatsız, ruhsuz, meleksiz, ruhanîsiz bırakması mümkün değildir. Gıda açlığı ve güzellik sevgiyi gerektirmesi sırrınca, oradaki güzellikleri tefekkür edip güzel bulan, seven ve mükemmellikleri görüp hayretle takdir eden şuurlu varlıkların, yani meleklerin varlığı zarurîdir. Kâinat genişliğinde yapılması gereken kulluk vazifesinin milyonda birini ancak insanlar yapabiliyorlar. Bu çok farklı vazife ve ibadetlerin eksiksiz bir şekilde yapılması için ise sayısız melek türlerinin olması gerekmektedir. Yani, insanlar gibi melekler de bir saray gibi olan kâinatın seyircileri ve bir kitap yâ da mektup gibi olan varlıklar üzerindeki kudret âyetlerinin okuyucuları ve varlıklar üzerinde Rububiyet derecesinde tecelli eden bir ilâhî saltanatın dellâlları, ilâncılarıdırlar.
Meleklerin bir kısmı yalnız kulluk yaparlar, diğer bir kısmının kulluğu ise vazifelerindedir. Meselâ yeryüzündeki bir kısım melek türlerinin vazifesi çobanlık, diğer bir kısmının vazifesi ise çiftçiliktir. Yani yeryüzünde vazifeli bir kısım melekler hayvan türlerine, bir kısmı da bitki türlerine nezaret etmekle yükümlüdürler. Rezzakıyet arşına nezaret eden Hazret-i Mikail Aleyhisselâm bitkilere nezaret eden ve bir nevî çiftçilik yapan bütün meleklerin en büyük nazırıdır.    
Yeryüzünde bir nevî çiftçilik ve çobanlık yapan melek türlerinin insanlarla benzerlikleri yoktur. Çünkü onların nezaretleri sırf Cenâb-ı Hakk’ın ismiyle, namıyla, emriyle ve kuvvetiyledir. Görevleri ise Cenâb-ı Hakk’ın tasarruflarına sorumlu olduğu türde şahitlik etmek, kudret ve rahmetin cilvelerini bilinçli bir şekilde görmek, o türe ait İlâhî emirleri ilham etmek ve o türün cüz’i ihtiyarıyla yaptıkları fiillerini, davranışlarını düzenlemektir. Özellikle de o türün bilinçsiz bir şekilde yaptıkları manevî tesbihlerini ve kulluklarını melek diliyle temsil etmek ve Cenâb-ı Hakk’a sunmaktır.
Kâinatta hareket eden hiçbir şeyin bu hareketi gereksiz ve anlamsız değildir. Yağmur damlalarından gökyüzündeki gezegenlere ve yıldızlara kadar bütün cansız varlıklar aslında bir kısım meleklerin binekleridir. Melekler Cenâb-ı Hakk’ın izniyle bu bineklere binerler ve o varlıklar üzerinde tecelli eden Esma-i İlâhiyenin güzelliklerini ve sanatlarını tefekkür ederler. Ayrıca, sineklerden Cennetteki yeşil kuşlara kadar bir kısım canlı bedenleri de bir kısım ruhların ve meleklerin binekleridir. Onlar da girdikleri bedenlerdeki duyguların pencereleriyle cismanî âlemdeki harikulâde yaratılışı seyrederler.    
Hayat yalnızca cismanî âlemle sınırlı değildir. Cismanî âlem gayp âlemleri üzerine örtülü dantelli bir perde gibidir. Ve aslında gayp ve mana âlemleri meleklerle doludur. Meleklerin bir hakikati de kâinattaki kanun ve namusları temsil etmeleridir. Kanunlar ve namuslar, itibarî ve vehmî prensiplerdir, gerçekte harici bir varlıkları söz konusu değildir. Bunun için onları temsil edecek ve onların dizginlerini ellerinde tutacak melekler yaratılmıştır.
Cenâb-ı Hakk’ın iki şeriatı vardır. Birincisi kelâm sıfatından gelen şeriatıdır ki, insanlar o şeriatın sorumluları ve temsilcileri olmuşlardır. İkincisi ise, irade sıfatından gelen tekvini şeriattır ki, onun temsilcileri ise meleklerdir.
Son olarak melekler, sebeplerin ardındaki hikmetleri göremeyen insanların zahire bakıp şikâyete başladıkları zaman, bu haksız şekvaların Allah’a uzanmaması için birer perde olarak yaratılmışlardır. Meselâ, Hazret-i Azrail (a.s.) ölüm olayında Cenâb-ı Hakkın kudretine bir perdedir. Ölüm olayında zahiren merhametsiz görünen ve İlâhî rahmete yakıştırılamayan bir kısım itirazlara perde olmak için yaratılmıştır. Fakat Cenâb-ı Hak, Azrail Aleyhisselâma da itirazların direkt gelmemesi için musîbetler, hastalıklar vb. sebepleri perde yapmıştır.
Okunma Sayısı: 11714
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı