127 yaşında olduğunu söyleyen Recep Tum, yüzyılı aşkın ömründe Filistin'in Osmanlı toprağı olduğu günlerden işgaline kadar tüm yakın tarihine tanık oldu. Onun ve 83 yaşındaki Sadiye'nin anılarında Filistin tüm canlılığı ve özgürlüğü ile yaşıyor.
Gazze şeridinde her Filistinli sığınmacının evinde, Filistin'deki evleri, eşyaları, hatta çocukları nasıl terk etmek zorunda kaldıklarına dair hikâyeleri duyabiliyorsun. Gazze’nin en yaşlı insanı olduğu düşünülen ve 127 yaşında olduğunu söyleyen Recep Tum, ve 83 yaşındaki Sadiye Tarturi, özgür Filistin'deki gençliklerini hâlâ anımsıyor.
"Her yerde özgürlük ve barış vardı"
Bir Osmanlı vatandaşı olduğu günlerden İngiliz işgali ve mandası dönemi, Filistin’in üçe bölünüşü , 1948’de İsrail’in kuruluşu, Filistin yönetiminin kurulması ve Hamas’ın yönetime gelmesine kadar tüm tarih sayfaları Tum'un şahitliğinde gerçekleşti. Recep Tum, 1800'lerin sonlarında, henüz genç bir delikanlıyken ‘Büyük Şam’ olarak tanımlanan Suriye ve Lübnan’a deveyle ve hiçbir sınır kapısından geçmeden seyahat ettiği günleri anlatıyor ve şunları söylüyor;
“Ben Gazze şeridi’nin kuzeyindeki Cebalya kentinde yaşıyordum. Kışın Ber Şeva’da çiftçi olarak çalışırdım. Yazın ise sevdiğim kızı görmek için Hayfa kentine giderdim. Bir yerden bir yere hareket etmek çok kolaydı. Filistinli kentlerin arasında ya da Filistin ile şimdi komşu olan ülkeler arasında sınır yoktu. Gittiğim her yerde özgürlük ve barış vardı.”
Tum, gözleri yaşararak devam ediyor ve "Bir Filistin kentinden diğerine gitmek için bir tane güvenlik kontrol noktası yoktu. Filistinlileri aşağılayan İsrail askerleri yoktu. Her Cuma günü Kudüs’e giderdim. Şimdi ise oraya gitmek için işgalci İsrail’den izin almam gerekiyor.” diyor.
"İlk mülteci kampının kurulmasını hatırlıyorum"
Tum, vaktini 300 torununa eski Filistin hatıralarını anlatarak geçiriyor ve şunları ekliyor;
"Kimi silah tehdidiyle evini terk etmek zorunda bırakıldı. Kimi işgal edilmemiş topraklarını kendi rızasıyla diğer Filistin bölgelerinden gelen sığınmacılara verdi. Cebalya kentinin, yüzlerce Filistinli sığınmacının gelmesiyle beraber ikiye bölünmesine şahit oldum. Kentteki ilk mülteci kampının kurulmasını hatırlıyorum. Gazzeliler, topraklarına gelen sığınmacılar için ellerinden gelen yardımı yaptı. Zira BM o dönemde tüm ihtiyaçları karşılayamıyordu... Eskiden evin ve çocukların etrafında olurdu. Çocukların geleceğe umutla bakardı. Şimdi durum çok farklı… Her an her şeyi kaybedebilirsin. Üstelik hiçbir neden olmadan."
"Biz silah taşımayan basit çiftçilerdik."
83 yaşında olan Sadiye Tarturi, Gazze kentinin kuzeydoğusunda 30 kilometre uzaklıkta olan Faluca köyünde yaşıyor. Tarturi'nin 10 yaşındayken yaşadığı ve şu an İsrail sınırının hemen ötesindeki köyüne dair hatıraları hâlâ taze. Musevi arkadaşını anımsayan Tarturi, o dönemde farklı dine mensupların arasındaki ilişkinin ne kadar farklı olduğunu anlatıyor:
“Ebu David, ne kadar iyi bir arkadaştı. Annemler dükkanına her gittiğimde bana çikolata verirdi. Ondan iyilikten başka hiçbir şey görmemiştik. Nekbe’den önce Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler beraber barış dolu bir hayat sürdürüyorlardı. Biz silah taşımayı taşımaya ihtiyaç duymayan basit çiftçilerdik. Nekbe’den sonra Yahudi gruplar bize kendi topraklarımızda saldırdı. Bizi öldürmekle tehdit etti. Filistinliler kendilerini savunmaya çalıştı fakat bir sopa ya da bıçak silahın karşısında ne yapabilir ki?
"Kendilerini cesetler arasında sıkıştıranlar gördüm"
Sadiye, annesinin tek kızıydı ve babası doğduğunda evlerinin avlusuna bir ağaç dikmiş ve onun ismini vermişti. Bir çocuk olarak Sadiye, bahçesinde o ağacın olduğu evde ve sonrasında, bir çocuğun görmemesi gereken birçok şey gördü. Masumluğunu yitirdi. Kendini ve hatıralarını yeniden toparlamak uzun zaman aldı;
“Yabancılar toprağımıza gelip vicdanları sızmadan insanımızı öldürdü. Tecavüz edilmemek için çiftlik hayvanlarının arasında saklanan kadınlar gördüm. Öldürülmemek için toprakta çukur kazıp içinde saklayan genç erkekler gördüm. Kendilerini cesetler arasında sıkıştıranlar gördüm.Savaş başladığında annem ve ben altınlarımızı topladık. Ancak babamın onları yanımıza almaya gerek olmadığını ve birkaç gün içinde geri döneceğimizi söyleyince altınları toprağa gömdük. Birkaç gün sonra kendimi Gazze’de bir sığınmacı kampında bulduğumda evimi kaybettiğimi anladım.”
Nekbe’den sonra binlerce Filistinli arkalarında evlerini ve eşyalarını bırakarak Gazze şeridine sığındı. Yakında geri döneceklerini düşünüyorlardı:
“Gazze’ye birçok insan gibi üstümdeki kıyafetle geldim. Ailem o zaman şanslılardan olduğunu söylenebilirdi. En azından kalabileceğimiz akrabalarımız vardı. Fakat bu sefer geçinme derdine düştük. Annem ve ben her gün Gazze şeridi’nin kuzeyindeki Han Yunus kentine giderdik. BM’den süt ve bir kişilik yemek porsiyonunu almak için. Abim balıkçı oldu.”
Sadiya ve abisi 1970’lerde evlerini ziyaret etmek için İsrail’den bir izin almaya başarmıştı:
“Evimizin olduğu yere doğru ilerledim. Gözüme çarpan ilk şey, babamın diktiği ağaç oldu. Koskoca bir ağaç olmuştu. Gölgesinde oturduğumda içim huzur doldu. Ancak evimizin yıkıldığını görünce bu duygu birden yok oldu."
Kaynak: Middle East Eye
Al Jazeera Türk