Yenİ Asya'nın hedefİ, Risale-İ Nur’u geniş kİtlelere ulaştırma çabası bu dönemİn en önemlİ hİzmetlerİnden bİrİydİ. Aynı zamanda Rİsale-İ Nur’un sosyal ve sİyasî alanlardakİ fİkİrlerİnİ yaymak İçİn de paneller, semİnerler düzenlenİyordu.
DİZİ-6: Ahmet Dursun
Fotoğraf: Yeni Asya - Arşiv
***
12 Eylül’e de, diğer hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı hareketlere de karşı çıkışın sebebi buydu.
Ne var ki 12 Eylül, cemaatin içinde bölünmesine sebep olacak, Mehmet Kutlular kendisine ve gazeteye sahip çıkan Anadolu cemaatiyle birlikte gazetenin demokrasiden yana olan hürriyetçi tavrını devam ettirecekti.
Bununla birlikte bilhassa siyasetin ve dış etkilerin de tasallutuyla gazete ve cemaat üzerindeki sıkıntılar sona ermeyecek, hatta giderek artacaktı. Bu sıkıntıların en büyüğü 90’lı yılların başında yaşanır.
Cemaat ikinci büyük bölünmeyi 1990’da yaşar. İç bünyedeki bu sıkıntı yetişmiş elemanlar, etkili kadrolarla birlikte büyük ölçüdeki emvalin, gazete tesislerinin kaybedilmesiyle sonuçlanır.
Mehmet Kutlular, kendi ifadesiyle hayatını iki şeye vakfetmişti. Hizmet ve cemaatin müesseseleri… Onlara sahip çıkmak, hizmeti yarım bırakmamak boynunun borcu idi.
Yaşanan bu üzücü hadise sonrasında cemaatin Mehmet Kutlular’a sahip çıkması, Mehmet Kutlular’ın da bilhassa neşriyat hizmetlerinin devamlılığını sağlamak hususundaki kararlılığıyla Yeni Asya on gün sonra tekrar çıkmaya başlar. Üstadın gazete yoluyla Risale-i Nur hakikatlerini neşretme gayesi yarım kalmayacaktır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin ferdî, içtimaî, siyasî alanlardaki fikirlerini bir bütün olarak kabul edenler, onun asrın müceddidi olduğuna gönülden inananlar, Bediüzzaman’ın bu görevi itibariyle İslâm’ın hayat görüşünü her alanda ortaya koyduğunu, bunu da ilân etmenin en mühim yollarından birinin “lahana yaprağı kadar da olsa” bir gazeteyle mümkün olduğunu görenler yine el uzatmışlar, Yeni Asya’nın temsil ettiği cihanşumül dâvâya fedakârca sahip çıkmışlardı.
Tek gaye Üstad Hazretleri’nin düşüncelerinin, Risale-i Nur hakikatlerinin geniş kitlelere mal edilmesiydi. Hürriyet-i şer’iye, adalet-i mahza, meşveret-i meşrûa, hukukun üstünlüğü gibi değerler, demokratik bir cumhuriyetin temel nitelikleri olarak Bediüzzaman’ın meşrûtiyet dönemlerinden beri dile getirdiği, İslâm âleminin kurtuluş reçeteleriydi. Yeni Asya bu reçeteleri seslendirme görevini zor şartlarda yerine getiriyordu. Bu ses susmamalıydı, nitekim susmadı da…
1990’lı yıllara gelindiğinde 1980 ihtilâlinin toplumu ve siyaseti dizayn etme çabası devam ediyordu. Siyaseten yasaklı olan Demirel’in yasakların sona ermesiyle siyasete dönüşü Demokratları hareketlendirse de Özal’lı yılların etkisi devam ediyor, Özal seçeneği Demokrat kitleleri yanıltıyor ve bölüyordu. Bu, ihtilâl sonrası ince hesaplarla siyaseti dizayn planının bir parçasıydı.
Toplumda ciddî bir etkisi olan Nurcular’ın ve seçmenin, Demokrat kitlenin aynı havuzda toplanmaları engelleniyordu. Yeni Asya siyaseten darbe ürünü olarak gördüğü ANAP’ın yanında yer almayarak Demirel’i desteklemeye devam edecekti.
Bunun yanında Risale-i Nur’u dipnotlu, lügatçeli basarak geniş kitlelere ulaştırma çabası bu dönemin en önemli hizmetlerinden biriydi. Aynı zamanda Risale-i Nur’un sosyal ve siyasî alanlardaki fikirlerini yaymak için paneller, seminerler düzenleniyordu.
Bu yıllarda Yeni Asya cemaatiyle birlikte Mehmet Kutlular’ın da sıkıntıya gireceği yeni bir olay meydana geliyordu. Mevlid Hadisesi…
Darbe üzerinden yıllar geçmesine rağmen darbe anlayışının, Kemalist baskının devletin her kademesinde nasıl devam ettiğini gösteren önemli bir örnekti bu.
Mevlid Hadisesi
Cemaat İslâmî geleneğin de bir gereği olarak Bediüzzaman Said Nursî’yi anmak ve onu gündeme getirmek için Mevlidler düzenliyordu. 1990 yılında düzenlenen mevlid ise Türkiye’nin gündemini değiştirecekti. 28 Ekim 1990’da Ankara Kocatepe Camii’nde düzenlenen Mevlid’e Türkiye’nin her yerinden yirmi binden fazla kişinin katılması Kemalist kesimleri galeyana getirmiş, derin devlet bunu bir tehdit olarak algılayarak başta Kutlular olmak üzere mevlid ekibini gözaltına almış, Kutlular’ı bizzat MİT sorgulamıştı. Ankara’ya adeta atom bombası düşmüştü. Suçlama Cumhuriyet karşıtlığı, devlete karşı gizli cemiyet kurma ve tehdit oluşturma idi… O günlerin demoklesin kılıcı olarak adlandırılan, meşhur irtica maddesi işletiliyordu. 163. Madde…
Mehmet Kutlular MİT sorgulamasında gözünü bağlamak isteyen görevlilere karşı çıkıyor, gözlerini bağladıkları takdirde hiçbir soruyu cevaplamayacağını, kendilerine anarşist muamelesi yapamayacaklarını söylüyor, onun bu direnci gözlerinin açılmasını sağlıyordu.
Sorgulamayı bir ders kürsüsüne çeviren Mehmet Kutlular, Mevlidin Doğu ve Batı’yı kaynaştırıcı özelliğe sahip olduğunu, kendilerinin Cumhuriyetçi olduklarını, Bediüzzaman’ın cumhuriyetçiliğini ve hürriyetperverliğini, Nurcuların dini siyasete alet eden anlayışların yanında olmadığını, Nurcuların siyasî bir gayesinin olamayacağını, Mevlid gibi toplantıların kaynaşmak, bir araya gelmek, farklı kesimleri buluşturmak gibi neticeleri de verdiğini, Türkiye’nin radikal anlayışlara değil Risale-i Nur’un ortaya koyduğu içtimaî ve siyasî prensiplere ihtiyacı olduğunu, devletin Risale-i Nur hareketinden korkmaması gerektiğini anlatıyordu.
Bu gözaltılar esnasında Süleyman Demirel’in bizzat yakın alâkası, telefonla Kutlular’la görüşmesi ve Kutlular’la birlikte cemaati savunması ve suçlamalar karşısında “Said Nursî büyük bir âlimdir, aksini söyleyenin alnını karışlarım” diye demeç vermesi gündem oluyor, bu demeç Mehmet Kutlular ve cemaat üzerindeki baskıyı azaltıyor ve nezaret günleri sona eriyordu.
Bu, hak bir dâvâ uğrunda verilen mücadelede ödenen bedellerin çok küçük bir kısmıydı. Darbelerle bir türlü yüzleşemeyen, darbe anayasalarından kurtulamayan Türkiye yeni gerginliklerin, toplumsal çatışmaların kucağına doğru hızla yol alıyordu.
-DEVAM EDECEK-