“Eğitim sistemimizin, eğitim bürokrasisi ve bunların sirayeti nedeniyle öğretmenlerimizde otoriter. Bu özgüvensizlikten kaynaklanan bir durum. Özgüvensizlik nedeniyle sorgulamaya izin verilmiyor. Otorite varsa sorgulama ve öğrenme olmaz.”
'Yeni Küreselleşmenin Türk Eğitim Sistemi Üzerindeki Etkileri ve Protestanlaşan Gençlik Üzerine Bir İnceleme’
TÜRKİYE EĞİTİM PARASINI NİCELİKTEN ÇOK NİTELİĞE HARCAMALIDIR!
Küresel neoliberalizm ile birlikte yalnızca Türk eğitim sistemi değil aslında dünya eğitim sistemleri de, bilimsel, parasız, nitelikli, eşitlikçi, kamusal eğitim anlayışından uzaklaşarak paralı ve piyasacı eğitim sistemlerine doğru dönüştürüldü. Neoliberal ekonomik sistem içerisinde küreselleşen dünyanın tüketim toplumu oluşturma çabasının kurbanı oldu gençlik. Türkiye çok daha abarttı bunu.
TÜRKİYE EĞİTİM PARASINI NİTELİKLİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRMEYE HARCAMALIDIR!
Türkiye eğitim parasını nitelikten daha çok niceliğe harcadı. Türkiye UNICEF raporuna göre refah koşullarına yönelik ‘eğitim kalitesi’ kategorisinde sonuncu sırada. Türkiye eğitim bütçesinin çoğunu öğretmen yetiştirme ve inovasyon politikalarına ayırmalıdır. Tüm reformlara rağmen Türk eğitim sistemi halen ezberci ve sınavcı bir formda ilerliyor. Uygulamalı eğitim ve deney yok denecek kadar az. Bilgiyi içselleştiren bir eğitim sistemi kuramadık, kuramıyoruz. Çünkü müfredat ve kitaplar bilgi odaklı. Kavram ve keşfetme odaklı değil. Çocuklar dersleri ve konuları karşılaştırma, analiz ve değerlendirme yaparak anlamlandıramıyor.
ÖĞRENME ÖZGÜR EĞİTİM SİSTEMLERİNDE OLUR!
Okullarımızda gerçek öğrenmeyi yapamıyoruz. Bunu üniversitelerde de yapamıyoruz. Üniversitelerimizin çoğu lise ayarında. Nasıl okullarda öğretmen anlatıyor, öğrenciler dinliyorsa, üniversitelerde mantık ve tüm insicam aynı. Eğitim sistemimizin, eğitim bürokrasisi ve bunların sirayeti nedeniyle öğretmenlerimiz de otoriter. Bu özgüvensizlikten kaynaklanan bir durum. Özgüvensizlik nedeniyle sorgulamaya izin verilmiyor. Otorite varsa sorgulama ve öğrenme olmaz.
Baskı ve otoritenin olduğu yerde sevgisizlik ve örselenmişlik vardır. Bizim müfredatımız ve kitaplarımızda doğruculuk ve kesinlikcilik hâkimdir. Doğruculuk ve kesinlikcilik varsa sorgulamaya, fikir üretmeye, hayal kurmaya ve hatta düşünceni söylemeye gerek kalmaz. Bu nedenle çocuklarımız okulu pek sevmiyor. OECD ülkeleri arasında okul devamsızlığında Türkiye birinci. Okullarımız vatandaşın gözünde bir kamu binasından başka bir şey değildir. Okullarımız sivilleştirilmelidir.
TÜRKİYE’NİN YAŞADIĞI SORUNLARIN SORUMLUSU DA SUÇLUSU DA EĞİTİM SİSTEMİDİR!
Türkiye’nin ciddi sorunlarla boğuştuğu ve ciddi değişim yaşadığı bir süreçte en fazla sesini duyurması ve çözümüne katkıda bulunması gereken üniversitelerin, rahatsızlık verecek derecede sessiz kalmasının nedeninin YÖK’ün yapısında aranması gerekiyor. Üniversitelerimizin psikoloji, siyaset bilimi, mühendislik, teknoloji, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, sosyoloji ve benzeri kürsülerinden Türkiye’nin sorunlarının çözümüne dair çıt çıkmıyor.
Türkiye’de herkes konuşuyor ancak en fazla konuşması gereken, muasır Türkiye’ye katkıda bulunması gereken, Türkiye’nin önündeki engelleri aşması için rehberlik yapması gereken üniversiteler ve bilim insanları hiç konuşmuyor. En etkin taşıyıcı olması gereken üniversitelerimizin özgürlüğü, adaleti sağlamada öncü rol üstlenmesi gerekir. Türkiye’de, üniversitelere olağanüstü yatırım yapıldığı bir süreçte bilgi noksanlığını ideolojiyle dolduran, mesuliyetsiz bir özgürlük talep eden üniversitelere değil gerçeği arayan ve etkin sosyal rol üstlenen üniversitelere ihtiyaç var.
Öğrenci, öğretmen ve velilerin tüm eğitim bileşenlerinin okulla ilgili ciddi sorun ve kaygıları bulunuyor. Okullar etrafına yaşam zenginliği/sevinci veremiyor. Okullarımız kitap okuma alışkanlığı ve etiği de veremiyor, aşılayamıyor. Öğrenci, veli, öğretmen herkes hem sistem anarşisi, eşitsizlik ve adaletsizliklerle hem de sınav derdiyle uğraşıyor. Okullarımız ve üniversitelerimizde gençler keşif yapma, araştırma, sorgulama, özgürce seçme, bilim yapma yerine var olma, ayakta kalma mücadelesiyle meşgul. Bu nedenle gelişmeyi yeterince yakalayamıyoruz. Eğitimi meslek kazanma ve işe girme aracı olarak görüyoruz. Bu yüzden tersine beyin göçü evresini ancak temenniden öteye geçmeyen laflarla başlatabiliyoruz. Terör, yoksulluk, adaletsizlik, ayrımcılık, küresel ısınma, fırsat eşitsizliği, çevre kirliliği, nüfus artışı, kültür, siyasi yozlaşma, trafik terörü, deprem gibi sorunların çözümünde üniversitelerin sessiz kalmasına tahammül edilmemelidir. Üniversiteler kendilerini bu sorunların dışında tutamaz. Üniversitelerimiz sokaktaki insan içinde çözüm üretmelidir. Üniversitelerimiz bulundukları il ve ilçe için dünyaya açılan birer pencere olmalıdır. Üniversiteler gerektiğinde toplumla, yöneticilerle ve iktidarlarla ters düşen fikirler ortaya koyar, onları eleştirir. Aksi halde toplumsal ilerleme olmaz. Aksi halde özgür üniversite de olmaz. Türkiye’nin yaşadığı beyin göçü sorununun sorumlusu ve suçlusu da, tersine bir beyin göçü politikası vizyon ve becerisi olmayan da YÖK’tür.
EN BAŞTA EĞİTİM HEDEFLERİMİZİ BELİRLEMELİYİZ!
Eğitim bilgilendirmeden daha çok özgürleştirmedir. Türkiye’nin eğitimin anlamını tekrar tanımlamaya, güçlü ve özgün bir eğitim felsefesi oturtmaya ve her şeyden çok çok daha önce 2023 – 2053 - 2071 eğitim hedeflerini belirlemeye ihtiyacı vardır. Bilimin, aklın ve kadim medeniyetimizin ışığında ve ortak akılla, konsensusla hazırlanacak bir yol haritasına ihtiyaç vardır…
Yaşamakta olduğumuz küresel ve bölgesel sorun/sarsıntılara rağmen Türkiye heyecan verici bir potansiyele sahiptir. Milli özgüvenimizi yineleyerek en başta eğitim alanında daha uzun vadeli ve derinlikli hedefler ortaya koyarak başarabiliriz.
Cumhuriyetimizin 100. yılına yönelik hedefleri en başta eğitim alanında ortaya koymalıyız. Buna göre 2023 yılına tüm dünyada marka olmuş bir eğitim sistemi hedefimiz olmalıdır. Değişimin çok boyutlu ve hızlı bir şekilde yaşandığı, rekabetin yoğunlaştığı ve belirsizliklerin arttığı günümüz Türkiye’sinde, kaliteli ve çağdaş bir eğitim sistemi, geçmişte olduğundan çok daha gerekli hale gelmiştir. Böylesine riskli bir süreçte, eğitim sistemimiz her alanı detaylı ve stratejik bir perspektifle belirlemeye odaklı olmalıdır. Eğitim sistemindeki bütün göstergeler, vahim durumumuzun, ancak bütün partilerin birlikte adım atmaları halinde düzelme yoluna girebileceğini göstermektedir.