İnsan bilmelidir ki, kulluk, ileride verilecek mükâfatların başlangıcı değil, geçmişte verilmiş nimetlerin sonucudur. Evet biz ücretimizi peşinen almışız!
Hâlık-ı Zülcelâl insanı yokluk âleminden varlık âlemine çıkarmış ve ona iştihalı bir mide verip Rezzak ismiyle bütün yiyecekleri önüne bir nimet sofrası olarak sermiştir. Sonra, sana pek hassasiyetli bir hayat vermiştir. O hayat dahi mide gibi rızık ister. Göz ve kulak gibi bütün hislerin tıpkı ellerin gibidir ve yeryüzü kadar geniş bir nimet sofrasını o hassas ellerin önüne sermiştir. Sonra, insaniyeti verip önüne insaniyete lâyık ve ona has hadsiz nimet sofralarını sermiştir. “Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber, Esma-i Hüsna ve Sıfât-ı Mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.”1
Evet, insan ücretini böyle peşinen aldığı halde, bir duâsı kabul olmasa nazlanıyor. Halbuki o, kulluk gibi rahatı çok, lezzeti çok ve nimeti çok olan kolay bir hizmetle vazifelidir. İnsanın hakkı “naz değil niyazdır.” Evet, insan Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve keremine sığınıp O’na güvenmeli ve şu fermanı dinlemelidir: “Onlara söyle ki, ancak Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.”2
Dipnot:
1- 24. Söz. / 2- Yunus Sûresi, 58.