Avrupa Birliği’ne ilkesel olarak taraftar olan dinî gruplardan biri ve belki de açık farkla birincisi Nur Talebeleridir. Nur Talebelerinin ilkesel olarak destekleyegeldiği demokrat siyasî geleneğe sahip partilerin AB üyeliğine prensip olarak ve daima olumlu bakmış olması bir tesadüf değildir.
DİZİ: RİSALE-İ NUR EKOLÜ VE AVRUPA BİRLİĞİ - 1
AHMET BATTAL
İkinci Bölüm: Meşveret, hürriyet ve adalet için AB
Üçüncü Bölüm: Avrupa ikidir
Dördüncü Bölüm: Bediüzzaman: Hangi cür’etle vicdan hürriyetini kırıyorsunuz
Beşinci Bölüm: Sinsi İngiliz siyasetini Risale-i Nur mağlûp etti
Altıncı Bölüm: Dindar İsevîlerin bir temsilcisi AB’dir
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği süreci iniş çıkışlarla doludur. Bunun Türkiye’den kaynaklanan sebeplerinden biri de üyelik sürecinin iç dinamiklerinin ilkesel yaklaşımlardan ziyade konjonktürel bakıştan etkileniyor olmasıdır.
Avrupa Birliği’ne ilkesel olarak taraftar olan dinî gruplardan biri ve belki de açık farkla birincisi Nur Talebeleridir. Nur Talebeleri’nin ilkesel olarak destekleye geldiği demokrat siyasî geleneğe sahip partilerin AB üyeliğine prensip olarak ve daima olumlu bakmış olması bir tesadüf değildir.
Bu makalede Bediüzzaman’ın Avrupa Birliği konusundaki fikirleri ele alınmış ve böylece Nur Talebelerinin AB’ye olumlu bakışının gerekçeleri ortaya konulmuştur.
Giriş
Türkiye’de sosyal siyaset alanında yer alan aktörlerin Avrupa Birliğine taraftarlığı ya da karşıtlığı, başka birçok konu için önemli bir ayırt edici unsurdur. Risale-i Nur’un ve Nur Talebelerinin bu konudaki tercihi ise bu ekolün mazisi ve sosyal siyasete yön verici olma iddiası sebebiyle ayrıca önemlidir.
Nur Talebelerinin bu konudaki tercihi nettir ve olumludur. Ancak bunun Risale-i Nur’dan delillerini bulmak gerekmektedir. Bu sayede Nur Talebelerinin AB taraftarı siyasî hareketlere desteği netleşebilir ve kuvvetlenebilir.
Aşağıda bu maksatla önce genel olarak bir AB projeksiyonu sunup dinî ve siyasî/sosyal grupların ve Nur Talebelerinin AB konusundaki genel eğilimini özetleyecek ve örneklendireceğiz. Ardından da Bediüzzaman’ın konuya bakışına dair ipuçlarını açığa çıkarıp değerlendireceğiz.
Bu makalenin yazılmasında, öncelikle çerçeveyi çizebilmek amacıyla, Şükrü Bulut’un Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan “Hangi Avrupa” isimli kitabından faydalanılmıştır. Ancak aşağıdaki hususlar için bu kitaba özel atıf yapma imkânı bulunmadığından bu genel atıfla yetinilmiştir.
I. AB Algısı ve Değişim
A. Avrupa Birliği ve Türkiye’den Bakış
Türkiye’den AB’ye bakışta ana sorular ve muhtemel cevapları şunlardır.
1. Avrupa Birliği’ne girmeye çalışmalı mıyız?
- Hayır, girmeye çalışmamalıyız. Bu bizim için bir hedef olamaz. Zira AB standartları dinimize ve dine uygun olan kültürümüze zıttır.
- Evet, girmeye çalışmak bize fayda sağlar. Zira AB standartları üye adaylarına da standartlar yüklüyor ve bunlar dinimizin bizden istediklerine aykırı değildir.
2. Şartlarını sağladığımızı varsayarsak Avrupa Birliği’ne girmeli miyiz?
- Hiç faydası yok. Girmemeliyiz.
- Zararı faydasından çok. Girmemeliyiz.
- Faydası zararından çok. İyi ölçüp girebiliriz.
- Hiç zararı yok. Girmeliyiz.
3. Avrupa Birliği bizi içine alır mı?
- Şartlarını sağlarsak alır ve fakat bu şartları sağlamış olmak bizim dinimize zarar verir.
- Şartlarını sağlarsak alır ve bize faydası olur.
- Şartlarını sağlasak bile bizi almaz. Zira AB bir Hıristiyan kulübüdür.
4. AB üyeliğinin bize ne gibi faydaları olur?
- Ekonomimize katkısı olur. Vatandaşımıza serbest dolaşım sağlar.
- İnsan hakları uygulamalarımız gelişir ve devlet sistemimiz kökleşir.
- Eğitim kalitemiz ve dünya ile entegrasyonumuz artar.
- AB üyeliği sayesinde demokratik işbirliği kültürümüz gelişir ve İslâm ülkeleri ve Türk dünyası ile de kalıcı ittifaklara girişebiliriz.
5. Bizim AB’ye ne katkımız olabilir?
- AB’ye üye bir Türkiye, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu hakkıyla yaşayan bir Türkiye ve dolayısıyla Avrupalıların dinde de örnek alacağı bir Türkiye imajı demektir. İslâm’ı kamusal alanda ve devlet planında tatbik eden bir Türkiye vesilesiyle Avrupa’da İslâmiyet doğru bir şekilde yayılır.
- AB bir barış projesidir. Ancak bu projenin ruhu eksiktir. Gerçek barış ancak kardeşlik duygularıyla olur. Hakikî kardeşlik ise Kur’ân’ın tarif ettiği vecihle yani ahirette de kardeş olma duygusu ve şuuru ile gelişir.
- Fertler kanuna ya inandıkları için ya da müeyyidesinden çekindikleri için uyarlar. Aslolan birincisidir. Kanuna uyma isteği o kanunun âdil olduğuna inanmaktan kaynaklanır. Kanunun âdil olması ise ancak kanun koyucunun âdil olduğuna inanmakla mümkündür. Gerçek kanun koyucunun kim olduğunu bilen bir dindar ise kanuna samimî olarak uyması gerektiğine de inanır.
- Avrupa Birliği insan haklarını yerleştirmiş ve adaleti geliştirmiştir. Ancak bu mana-yı ismî ile bir adalet dersidir. “Adalet kim içindir?” sorusuna cevap vermekten çekinen bir adalet anlayışıdır. Mana-yı harfi ile adalet ve insan hakları dersi vermek de ancak Kur’ân’ın emrettiği adaleti tarif ve tatbik etmek ile olabilir.
Bu konuyu daha iyi anlatması bakımından Yeni Asya Gazetesi’ndeki bir gezi yazısında yer almış olan bir hatırayı nakledelim:
Almanya’nın bir kasabasındaki bir otelde okuma programı yapan Nur Talebelerine yatsı namazında iştirak edip cemaatle namaz kılan bir dindar Katolik Alman, namaz sonrası sohbette cemaate şu soruyu soruyor: Sizin Kur’ân ile IŞİD’in okuduğu Kur’ân aynı Kur’ân mıdır?
Bu soruyu sorduran birinci husus Hıristiyanların farklı İncil metinlerine sahip olmasıdır. İkincisi ise aslında bir arzunun dışa vurulmasıdır. Soruyu soran aslında demektedir ki “keşke sizin Kur’ân ile IŞİD’in Kur’ân’ı aynı olmasa da ben sizin Kur’ân’ı okuyup sizin gibi amel ederek doğru bir dine mensup olsam.”
Bu vahim soruya verilecek hiçbir teorik cevap ne yazık ki muhatabı yeterince tatmin edemeyecektir. Zira onun zihninde zaten IŞİD bir İslâm versiyonudur ve üstelik cevabınıza göre IŞİD’in elindeki kutsal kitap da Avrupa’nın dört bir tarafında entegre ve barışçı bir biçimde yaşayan Müslümanların elindeki kutsal kitapla aynıdır. Maalesef aynıdır!
İşte bu farkı fark ettirecek olan da, AB’yi doğru tanımak ve AB’ye doğru üyelik yoluyla İslâm’ı AB’ye doğru tanıtmaktır.
b. Üyelik Yolunda İmaj Düzeltme Gayretleri
Türkiye’deki dinî ve sosyal grupların AB konusundaki bakışlarının olumlu ya da daha olumlu hale dönebilmesi için bazı yanlış anlamaların giderilmesi gereklidir.
Bu konuda görev kısmen hükümete ve devlete ve kısmen de AB delegasyonuna düşmektedir. Ancak asıl görev hiç şüphesiz Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarına aittir.
AB kaynaklarıyla finanse edilen projelerin bu açıdan büyük değeri vardır. Üyelik hedefini desteklemek üzere kurulmuş ve kurulacak olan ve günlük siyasetten uzak, samimî ve şeffaf bir örgütlenme içinde çalışan fikir hareketlerine daha fazla destek olmak, AB’nin ve AB Türkiye Delegasyonunun görevidir.
Bu çalışmalar AB konusunda hem doğruyu anlatmak ve hem de yanlış anlamaları gidermek ve yanlış bilgilendirmeleri düzeltmek amacına yönelik olmalıdır.
AB taraftarlığı trendinin toplumda zaman zaman yükselip düşmesinin sebebi genellikle AB’nin kendisi ya da kararları ve uygulamaları değil, iç siyasetin etkisi ve basının da katkısıyla toplumda AB ile ilgili algının sık değişmesidir. Bu dalgalanmanın engellenebilmesinde aydınların konuya ilkesel yaklaşmasının büyük önemi vardır. Bunun için ise öncelikle aydınlar aydınlatılmalıdır.
C. AB’ye Dair Bazı Yanlış Hükümler ve Çözümleri
Aşağıdaki başlıkların altında yer alan soruların doğru cevaplarını bilenler başlıklardaki her bir iddianın doğruluğunu ve yanlışlığını da tesbit etmiş olurlar.
1. “AB bir Hıristiyan kulübüdür”
Bu iddianın delilleri nelerdir? Yazılı beyan var mıdır? Bu niyeti gösteren bir icraat var mıdır? AB’nin dinî bir yönü ya da hedefi var mıdır? Hıristiyanlık mezhepleri birbirine nasıl bakar? Bosna ve Kosova gibi AB adayı Müslüman Avrupa ülkelerinin önünde ciddî bir engel var mıdır? Engel yoksa Türkiye’nin önündeki engelin onun dini olduğuna hükmetmek nasıl mümkün olabilir?
2. “AB bizi parçalamak istiyor”
AB’nin bu niyetini hangi kararından veya hangi icraatından anlayabiliriz? Bazı örnekler verebilir miyiz? Meselâ bu güne kadar AB’ye üye olmaya çalışıp da bu süreçte ve bu sürecin gereğini yerine getirirken parçalanan bir ülke olmuş mudur? Üyeliğe kabul ederek bizden “Bütün Türkiye” olarak istifade etmesi mümkünken AB bizi parçalamayı neden istesin?
3. “Avrupa Birliği üyeliği bizim ahlâkımızı bozar”
Bizim ahlâkımızı bozan AB ve üyelik süreci midir yoksa Avrupa’nın ahlâksızlıklarının bize sirayet etmiş olması mıdır? AB üyesi olma talebimizden vazgeçsek ahlâksızlıklarından korunmuş olabilir miyiz? AB’ye üyelik süreci içine girmemiş olan Doğu toplumlarının ahlâkı bize göre daha iyi bir durumda mıdır? Hangi yönlerden iyidir? Böyle ise bu farkın sebebinin AB süreci olduğu yolunda somut bilgilerimiz var mıdır?
4. “AB bizi kapısında oyalıyor” Neden oyalıyor? Bununla ne elde edecek?
AB gibi “kurumlar ve kurallar birliği” olarak anılan bir Birlik neden bizi oyalasın? Netlik ve şeffaflık ilkesiyle hareket eden ve danışıklılığa kapısını kapatan bir Avrupa fikrini temsil eden AB, acaba bizim, ikircikli ve hatta zaman zaman ikiyüzlü tutumumuzla onu oyaladığımızı anlıyor, görüyor ve bu sebeple bize “üyelik kriterlerine uyma isteği konusunda net ol, beni oyalama” diyor olabilir mi?
5. “AB bizim başka birlikler kurmamızı engelliyor”
Çok sayıda AB üyesi ülkenin çeşitli bölgesel örgütlere de üye olduğu gerçeği karşısında “AB üyeliği ya da üye adaylığı başka Birliklere ve paktlara üye olmaya engeldir” denilebilir mi? AB’nin, kendi kısa tarihinde, üyelerine ve üye adaylarına, devletler arası ilişkiler açısından bir tercih dayatması söz konusu olmuş mudur?
6. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”
Türk’ün ya da Müslüman’ın kendisinden başka dostu olmaması yani herkesin ona düşman olması onun başarısı mıdır yoksa başarısızlığı mıdır? Türk Türklüğüyle iftihar etmek istiyorsa dostlarını mı düşmanlarını mı çoğaltmaya çalışmalıdır?
7. “Hıristiyanlar ve Yahudiler bizim ortak düşmanımızdır”
Kur’ân’da yer alan ve “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” emrini ihtiva eden hükümler bugün AB üyeliğinin önündeki en önemli engellerden biridir.
Bediüzzaman ve başka birçok müfessir bu âyetleri tefsir ederken öncelikle âyette “dost olmamak” ile kastedilen şeyin sınırlı bir anlama geldiğini ifade etmektedirler. Dostluk yasağının onların dinî inanışlarının batıl kısımlarına yönelik olduğu açıktır. Bu sınırın en basit ispatı da bir Müslüman erkeğin Yahudi ve Hıristiyan bir kadınla evlenebilmesine dinimizin izin vermiş olmasıdır. Öyle ya hem evlenecek ve hem de sevmeyecek! Bu mümkün olmadığına göre…
Türkiye ile AB’nin evliliğinde de aynı kriter uygulanmalıdır. Batının İslâmca sevilmeyen yönlerinin sevilmesine ve alınmasına izin yoktur. Esasen üyelik sürecinde buna gerek de yoktur. İslâm’a uygun ve hatta İslâm’ın emri olan ilim, adalet, çalışkanlık, dürüstlük, şeffaflık gibi özelliklerinin alınmasında ise mahzur değil aksine fayda vardır. Hatta bu, “ilim Çin’de de olsa alınız.” diyen dinimizin de emridir.
Öte yandan, zannedilenin aksine, Yahudiler ve Hıristiyanlar birbirlerine dost da değildirler. Hatta Yahudiler ile Hıristiyanlar arasındaki husûmet sebepleri Yahudiler ile Müslümanlar arasındaki husûmet sebeplerinden daha keskin ve daha serttir.
Zira İslâm’ı ve Hıristiyanlığı bir din olarak kabul etmeyi reddeden Yahudiler İslâm Peygamberine (asm) –haşa- sadece yalan isnat ederken, Hazreti İsa’ya –haşa haşa- hem yalancılık ve hem de annesi Hazreti Meryem’e -ve dolayısıyla Hz. İsa’ya- ayrıca bir de iffetsizlik isnad etmektedirler.
Bu özel durum sebebiyle, her doğan çocuğun “ana babasını bilme hakkı” ya da annenin doğurduğu çocuğa gerçek babasını söyleyebilme mecburiyeti yani zinanın yasaklanması konusunda gerçek Hıristiyanlar da gerçek Yahudiler de Müslümanların dostu ve işbirlikçisidir. Ailenin muhafazası konusunda AB’nin Türkiye’ye ve Kur’ân’ın aile ve sadâkat anlayışına şiddetle ihtiyacı vardır.
—Devam edecek—