02 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

“Na’büdü”deki üç taife

Üstad Bediüzzaman, 29. Mektub’da “Kur’ân-ı Hakîm’in esrârı bilinmiyor...” tarzındaki suâle cevabı sıralarken Fatiha'nın 5. Kelimesinde bizi fevkalâde “seyahat-i hayaliye”1 ile tefekkür ettirir. Bu “seyahat-i hayaliye" namını verdiği, esasında ise “nurlu bir hâl” ve “hakikatlı bir hayal”2 şeklindeki ifadeleri ile mevzuun tenviri için hâlî bir izah, tesbit, teşhis ve nihayet işarette bulunur.* Bu mânâları tesbit edip işaretini yapar, arzu edenlere de ancak hâl ile yaşanabileceğinin izahını yapar.

İman hakikatları ekseriyetle “hâlî ve vicdanî”dir.3 İnsan, hareketlerini nizam altına almayı evvelâ vicdanında hisseder, muhatap olur, sonra iradesini istimâl ederek, kuvveden fiile çıkararak ef’âli ile aksettirir.

Dinin, suâlin ve teklifin muhatabı insandır. İnsan ise dinini evvelen vicdanında ve hâlinde yaşar. Bu hakikat; insanın, dinini yaşamasında olduğu gibi, günlük hayatının bütün muâmelelerinde nâfizdir.

Kur’ân’ın her bir harfinin hakikat hazinesi olduğunun isbâtı sadedindeki mütâlâasında "Na’büdü" sahnesi bizi fevkalâde hâlî bir sahaya idhâl ediyor. Bu, “hâl” ile alâkalı olduğu için, isbatlanan, laboratuvara sokulan vs. nev’înden bir şey olmayıp; tâlib olan eşhâsa nasib olan takdir-i İlâhî, ikram-ı Rabbanî bir “hâl”dir.

Bediüzzaman, Fatiha'daki “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz”deki birinci çoğul şahıs takılı hâli yerine, birinci tekil şahıs takılı hâli, yani “biz” yerine “ben” ifadesi mümkün iken “biz” takılı “isteriz” terkibi ile ifadesindeki hikmetin “kalben” mütâlâasına başlar.

Mütâlâa, 'tulû'dan gelmektedir.4 Tulû ise doğuştur, burada kalbe doğuş mânâsında anlaşılabilir. Mülâhaza edilirse, Risâle-i Nur’un insana vermek istediği de bu olmalı. Yazılan bütün Sözler, kalbe bu tulûn olmasını hedeflemekte, vesile olmakta. Esmâ-i İlâhî’nin levh-i mahv ve isbatla eşyadaki tecellîsi ile zâhir olan eşyanın hakikatı mânâsındaki tılsımın kalbe tulûudur arzu edilen, Allahu â'lem...

“Elfaz okunurken mânâlarını düşünmek belâgat mezhebinde vacip olduğuna”5 göre o halde mânâlarını düşünerek okumak gerekir. Zira, “Mânâlar düşünülürse, nâzil olduğu gibi okunur; ve o okuyuş, tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder.”6 Mânâsına dalınarak, idrak ederek adeta yaşanarak yapılan kıraat, insanın tabiatına7, zevkine tesir ederek8 lâfz-ı Kur’ân’daki mânâlar ile terbiye eder.

“Hatta ‘iyyake na’büdü'yü okuyan adam, sanki ‘Kendisini görüyormuşsun gibi Rabbine kullukta bulun’ cümlesindeki emre imtisâlen okuyor gibi olur.”9 Bu istikametle devam edilen ibadet, hadisteki ifade edilen emre imtisâli de getirir. Rabbin huzurunda adeta Habibi (asm) ile beraber okumak... O’na teslim olmak, O’nunla beraber olmak...

Dolayısıyla elimizdeki Nur hakikatlarına bu zâviyeden bakarsak; ufkumuzda inkişaflar yaşarız. Böylece eşyadaki hakikatların mütâlâaları ile yapılan tefekkürlü talimlerle, İnşâallah tahkikî iman ile kâmil iman nasib olur.

Mütâlâaya devam edelim. Nun kapısında tulû, devam ediyor. Namazdaki cemaat hakikatının azîm sırrını şuhûd derecesinde gördüğünü söylüyor Üstad.

Şuhud derecesi imanın aynelyakîn hâli olsa gerek. Bilmenin evveli ilmelyakîn, sonu ise hakkelyakîn idi, aynelyakîn ise ortası. Aynelyakîn, aynınına yakîn olmak... Görülen dumanla ateşin mevcudiyetinin kabulü ilmelyakîn, ateşi görerek mevcudiyetine vakıf olmak aynelyakîn, ateşi elimizle vs. hissederek, yaşayarak varlığını anlamak ise hakkalyakîne işarettir. Na’büdü bizi ilmelyakîne değil, aynelyakîne dâvet ederek, hakkalyakîn yoluna istikamet vermekte.

Na’büdü zamiri üç taife ile beraber ibadete, tefekküre, mütâlâaya davet eder.10

Hülâsa, külliyat bahr-i umman,

Yanında durup, dalmayan pişman.

Dipnotlar:

1- Şuâlar, B. S. Nursî, sh. 956.

2- Mektubat, B. S. Nursî, sh. 667 Ayrıca bu ifade de, başlı başına bir mevzu teşkil eder. Yani ne demek "hakikatlı bir hayal"? Bunu da ayrı değerlendirmek gerekir.

3- Sözler, B. S.Nursî, Sözler, sh. 751, İşaratü’l-İ’caz, sh. 227.

4- Y. Asya Lügat. Sh. 956 ve Develioğlu Lügat sh. 904.

5- İşarat’ül-İ’caz, B. S. Nursî, sh. 41.

6- Age. sh. 41.

7- Yani, insanın huy ve alışkanlıklarının Kur’ân’î bir veche tebeddülüne, ef’âlinin ıslâhına vesile olur.

8- Zevke hitap eden mânânın, emrin tatbiki ne kadar leziz olduğu mâlûmdur. Böylece okunan mânânın, Peygamber Efendimizin (asm) mübarek ağzından, Cebrail'den (as) ve nihayet Rabbimizden nazil oluyormuş gibi dinlemek, okumak ve bütün bu mânâlara göre hâllenmek, zevk almak, tatbik etmek, muraddır.

9- Age. sh. 42.

10- Üstad, Şuâlar ve Mektubat’ta bu taifeleri öncelikle cami ve cemaat simasında, sonra kâinat simasında, en sonunda da insan simasında gördüğünü ifade ederek sıralar. Ancak İşarat’ül-İ’caz’da ise sıralama değişir; önce insan vücüdu, sonra ehl-i tevhid siması ve sonunda ise kâinat siması olarak tesbit eder. Biz de bu mütâlâamızda bu sıralamayı tercih ettik. Her iki sıralamada cesed dairesini enfüsî, diğer daireleri ise âfâkî tefekkür olarak görmek de mümkün.

MEHMET ÇETİN

[email protected]

02.12.2010


İnsan bin kubbeli bir bina!

Şu aciz ve fakir insan, hakikaten bin kubbeli bir bina… Yahut çok güzel süslenmiş bir saray gibi… Türlü cihazlarla, bin bir türlü his ve duygularla süslenmiş, şu dünyaya gönderilmiş. Eğer insan o binanın veyahut o sarayın sahibini tanımazsa, noksandır.

Anne karnında iktidarsız olarak dünyaya gönderilen çocuk, nazeninâne besleniyor ve zamanı gelince o karanlık ve ezici tünelden, acı ve ıztıraplar neticesi, şu süslü dünyaya gönderiliyor. Bir nev'î taltif ediliyor. Peki kim yapıyor bunları?

Dünya hayatında çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve kabir… İnsanın şu fânî hayatı hep üzücü, sıkıntılı geçse ve ona birisi dese ki; "Sen şu dünyaya niye geldin? Haydi geldiğin yere git." mümkün mü?

Öyle ise, 60-70 senelik dünya hayatı, haydi yüz senelik bir dünya hayatı da son bulduktan sonra ilk durak kabir…

Kabirden sonraki o karanlık, ezici ve boğucu tünellerden kurtulmak ve ebedî bir saadeti, ebedî bir huzuru kazanmak; iman iledir, Kur’ân iledir, sünnet-i seniyye iledir.

Bunun aksi olan, ebedî hayatta ebedî ateş, ebedî cehennem… Dönüşü olmayan haps-i münferid; tek başına hapis… Böyle bir insan ‘Ah keşke toprak olsaydım’ diyecek, ama ne çare, iş işten çoktan geçmiş olacak. "Allah’ım tekrar dünyaya döndür, ömrümü ibadette, sana kullukta geçireyim." "Ey Kulum! Dünyadan buraya geldin. Size peygamber gönderdim, Kur’ân gönderdim, her yüz senede bir müceddid gönderdim. Neden onları dinlemedin?"

Öyle ise, şu fani dünyada şükür ve tefekkür ile şu kâinata bakabilmek, kendini okuyabilmek; Cenâb-ı Hakk’ın sikkesini, mührünü görebilmek; O’nun rızası dairesinde hareket edebilmek ve böylelikle ebedî bir saadeti, ebedî bir rahatı kazanarak, kabirden sonraki o ezici ve boğucu yolları şimşek gibi geçebilmek en büyük gaye olması gerekmiyor mı?

İnsan şu harika cihazlarıyla donatılmış... Türlü türlü hislerle süslenmiş... Şu kâinat, insanın emrine verilmiş... Ahsen-i takvîm üzerinde yaratılan şu insana kâinat musahhar kılınmış...

Evet, bu âciz insan, şükür ile, fikir ile, O’nu tanımak ve emirleri doğrultusunda hareket etmek ile iki dünya saadetine nâil olabilir.

CELÂL YALÇIN

02.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.