Basından Seçmeler |
Askerî yargıyı lağvetmedikçe
ÇOK çabuk unuttuk ama... Rahmetli Turgut Özal, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun’u, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ’un görevi kendisine devredeceğine ilişkin davetiyeleri YAŞ kararlarından önce dağıttığı gerekçesiyle görevden almıştı. Ama daha sonra “askeri vesayeti” bir daha geriye dönüşü olmayacak bir biçimde hukuksal olarak da tasfiye etmediği için 28 Şubat’ı da, 27 Nisan’ı da yaşadık. 12 Eylül rejiminin yaşamaya devam ettiği bir ülkede, normalleşmeye giden çok olumlu adımların sistemli bir demokrasiye dönüşmesi ancak çok radikal hukuksal mevzuat değişimiyle olur. Örneğin, emir-komuta zincirine dayalı “mahkeme” görünümünde ama mahkeme ile alakası olmayan, örneği de yeryüzünde bulunmayan “askeri yargıyı” Türk siyasal sistemi neden tasfiye etmez, bir türlü anlamam... Son olarak yapılan kısmi anayasa değişim paketine neden bu maddeler konmadı, doğrusu onu da bilemiyorum... *** Bizdeki askeri yargının nasıl bir garabet olduğunu iyice hatırlatmak üzere, “askeri yargı mensubu” bir okurun bir süre önce yazılmış olan mektubundaki tespitlerini yeniden seslendirmekte büyük fayda var galiba... “1. Stratejik yargı reformunda askeri mahkemelerin kışla dışına çıkartılması gerektiği, askeri mahkemelerdeki yargılamaların kamuya açık olması gerektiği, bu sebeple herkesin askeri mahkemelere rahatlıkla girip çıkması için bunun yapılması açık iken birçok askeri mahkeme halen kışla içerisinde yer almaktadır. 2. Askeri hâkimlerin atamalarıyla ilgili taslak Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından üçlü kararname ile imzalanarak atamalar yapılmaktadır. Askeri hâkimlerin atamalarının kuvvet komutanlığında hazırlanması hâkimlik teminatı ve bağımsızlığına aykırıdır. 3. Askeri mahkemelerin bina, personel, araç, telefon, kırtasiye vb. tüm ihtiyaçları teşkilatında bulundukları komutanlık tarafından karşılanmaktadır. Askeri hâkim ve savcılar soruşturma ya da yargılama ihtimalleri bulunan asker kişiler ile bu anlamda ilişki kurmak zorunda kalmaktadır. Ya da bu ihtiyaçların karşılanması hususu komutanlık tarafından bir baskı unsuru olarak kullanılabilmektedir. 4. Askeri hâkimler asker kişi olmaları nedeniyle üniforma giymektedirler, bu olgu özellikle yargılama sırasında astların üzerinde baskı unsuru oluşturabilmektedir. Askeri hâkimin kendisinden üst rütbede olması durumunda sanıkların esas duruşta savunma yapmaları gibi komik durumlar yaşanmaktadır. Askeri hâkimler görevleri sırasında sivil kıyafet giymeleri adil yargılanma prensibi anlamında zorunluluktur. 5. Dış kaynaktan alınan askeri hâkimler Kara Harp Okulunda 6 ay süre askerlik eğitiminden geçirilerek bir anlamda mesleğe başlamadan burunları sürtülmektedir. 6. 357 sayılı Kanun kapsamında staj bitiminde askeri hâkimler 3 yıl süre ile yardımcı olarak atanmakta olup, 3 yılın sonunda yeterli görülmeyenler eski sınıflarına iade olunur ya da başka sınıflara geçirilir şeklinde bir hüküm bulunmaktadır. Hâkimin yardımcısı gibi garip bir nitelendirmeyle askeri hâkimler mesleklerinin ilk üç yılında adeta hukuken tehdit edilmektedirler. Sivil hâkimlerde bulunmayan bu hüküm askeri hâkimlere askeri bürokrasinin biçtiği bir vaziyet olarak hala uygulanmaktadır. 7. Askeri hâkimler kuvvet komutanlığı tarafından adli müşavir ya da disiplin subayı olarak kürsü dışında görevlendirilerek bir anlamda cezalandırılabilmektedir. 8. Askeri hâkimlere 353 sayılı kanunun ek 10’uncu maddesi gereğince tatbikat ve manevralar gibi faaliyetlere katılma görevi komutanlar tarafından verilebilmektedir. 9. Soruşturma emri diye bir kavram olmadığı halde Askeri Adalet İşleri Başkanlığı’nın genelgesi ile kanuna aykırı olarak askeri savcılara komutanların soruşturma emri vermediği suçlarda soruşturmaya başlanılmaması talimatı verilmiştir. Askeri savcının bir askerin dövüldüğünü görmesi durumunda bile soruşturmaya başlayamaması anlamına gelen bu genelgenin hukuki geçerliliği ve askeri savcıları pasifize edip komutanları ön plana çıkardığı durumun garipliği ortadadır. Askeri savcılar sivil savcılar gibi suçlara resen müdahale edebilmeli ve soruşturmalara derhal başlayabilmelidir...” *** Askeri yargının ne olduğunu bizzat bir askeri yargı mensubunun ağzından yeniden işittik... Ama yapılması asıl gereken “tadilat” değil, “mahkeme olmayan mahkeme” konumundaki askeri yargıyı tümden lağvetmektir... Bunu zamana yaymak yerine hızlıca çözmek çok daha isabetli olur...
Mehmet Altan, Star, 27 Kasım 2010 |
28.11.2010 |
ŞÜKRETMEK
ŞÜKRETMEYİ bilen ve bunu sık yapan insanların, diğerlerine göre daha mutlu oldukları, hem fiziksel açıdan hem de duygusal yönden iyi oldukları ortaya çıkarıldı. Bu çalışma Amerika'da yapıldı. Şükretmek, insanın her ortamda, her koşulda hayatından tatmin olmayı bilmesiyle, buna kendisini eğitmesiyle ilgili bir kavram. Tabii inançlı olmak da işin önemli bir parçası. Ailemize, sevdiğimize de şükredebiliriz tabii ki, ama en önemlisi hepsini birden veren Yaradan'a şükretmek. Dolayısıyla inançlı olmanın insanı daha mutlu kıldığını da söylemek mümkün.
Serdar Turgut, Haber Türk, 27 Kasım 2010 |
28.11.2010 |
Sivilleşme yolculuğu bu, üzülmeyin
ÜÇ generalin bakanlarca taçığa alınması, yakın dönemin İçişleri Bakanları’ndan biriyle yaptığım bir sohbeti anımsamama yol açtı. Bakan, kendi müsteşarını bile atamadan önce cumhurbaşkanı ve başbakanın uyarısıyla Genelkurmay Başkanlığı’na danışmak zorunda bırakıldığını, onların onayladığı müsteşarı atamaya zorlandığını anlatmıştı. Anlattıkları bununla da kalmadı, bakanlığa yasal olarak bağlı bulunan Jandarma Genel Komutanı’nın bir kez bile kendisiyle görüşmeye bakanlığa gelmediğini itiraf etmişti. (Son dönemlerin İçişleri ve Savunma Bakanlarının bu konulara ilişkin gerçekleştirecekleri bir ‘itiraf seansı’, Türkiye’nin ‘gerçek siyasi tablosu’nun şeffaflaşmasında çok yararlı olurdu...) Mesela, dönemin başbakanına karşı ‘küfür’ sayılabilecek ifadeler kullanan ve davranışlar sergileyen bir generalin nasıl terfi ettirildiği kısa bir arşiv taramasıyla ortaya çıkabilir. Aynı generalin 19 Aralık’ta 20 cezaevine düzenlenen vahşi operasyonda zehirli gaz emrini vermiş olabileceğini duyduğumda da hiç şaşırmadığımı söylemeliyim.
‘Ordu düşmanları’ Daha normal ve güçlü bir Türkiye’nin önündeki temel engelin, ordunun siyasetteki rolü olduğunu yıllardır dile getiriyorum. Bunu kişisel tarihimle ilişkilendirenler olabiliyor. Rahmetli İlhan Selçuk, orduya dair sohbet ve tartışmalarımızda, “Seni anlıyorum, yaşamının önemli bir bölümünü darbeler döneminde hapishanelerde geçirdin, arkadaşlarını idam ettiler. Bu yüzden askerlere tepkilisin” derdi. Militarizm gerçeğini kavramamda darbelerin hayatımda yarattığı izlerin elbette rolü oldu. Ama askerin siyasetteki rolünün ülkeye verdiği objektif ve açık zararların yanında benim öznel deneyimim çok kayda değer sayılmayabilir. 27 Mayıs döneminde Menderes’in idamını sağlamak için müdahaleye kalkışan genç subayların listesini gördünüz mü? Neredeyse hepsinin generalliğe yükselmesinin tesadüf olabileceğine ihtimal verebiliyor musunuz? Peki bu isimlerin birçoğunun Ergenekon davasının darbecilikten yargılananlar arasında olması sizce neye işaret ediyor? 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin aktif ve işkenceci subaylarının çoğunun generalliğe terfi ettirilmesi tesadüf olabilir mi? Dönemin sıkıyönetim hâkimlerinin en acımasızlarının Askeri Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi üyeliklerine yükselmeleri konusunda ne düşünülebilir?
Değişim tarihsel Görevden alınan üç generalin kişisel olarak ne yaptıklarına ilişkin çeşitli değerlendirmeler mümkün. Ne olursa olsun, bakanların yetkilerini kullanmalarının, askerin siyasi alandan çekilmesi yönündeki adımları yeni bir düzleme taşıdığı açık. Bir Batı ülkesinde tartışılmayacak bu işlemin bizde bu denli ciddi bölünmelere, hatta siyaset ve hukukla ilgili kavramsal sorgulamalara yol açması, yaşadığımız değişimin tarihsel niteliğine işaret ediyor. Generaller artık yaptıkları yasadışı işlerin hesabının sorulabileceğini daha çok hesaba katarak hareket etmek zorunda. Süreç böyle giderse, siyasete kafa tutan ve onu tehdit eden davranışlar sergilemekteki rahatlıklarını iyiden iyiye yitirebilecek, hatta (bazıları için zor olsa da) bu tür düşünceleri kafalarından çıkarmak zorunda kalabilecekler. Bu son adımların bir başlangıç olmasını talep edelim. Yakın tarihimizin karanlıkta kalmış ve hesabı sorulmamış birçok olayının hâlâ orada durduğunu unutmayalım. Ordulu iktidar döneminden gerçek sivil iktidar dönemine doğru yaşadığımız geçişin kesintisiz devamı dileğiyle...
Oral Çalışlar, Radikal, 27 Kasım 2010 |
28.11.2010 |
Her gün sivil darbe
BU zamana kadar asker harici tüm kamu görevlilerine uygulanan açığa alma işlemi bu sefer generallere de uygulandı. Ama yıl da 2010. Yani çok gecikmiş bir ilk. İçişleri ve Savunma Bakanları mevcut kanunu uyguladılar. Generallerin ‘kanunlar üstü tanrılar’ sınıfında olduğunun farkına varan CHP’li Anadol hemen mimi koydu. Sivil darbe! Can Ataklı bile yadırgamış bu tutumu. Darbe kelimesinin manasını bile bilmeden her gelişmede provoke edilecek bir boşluk arayanlar, darbenin zora ve hukuksuzluğa dayanan bir kavram olduğunu unutmamalı. Yürürlükteki bir kanunu uygulamak sivil darbe mi? Bu ülkede her gün yüzlerce kanun uygulanıyor. Demek ki her gün sivil darbe oluyor! 3 Emniyet Genel Müdür Yardımcısı açığa alınırken sivil darbe olmuyor. Üstelik bu kişiler hakkında müebbet hapis falan da istenmiyor. Ama idam cezası kaldırıldığı için ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan bu generaller açığa alınınca sivil darbe oluyor! Sanatçıları zevkten ve hukukçuları şaşkınlıktan öldürür bunlar. İlgili bakanlar siyasi değil hukuki bir inisiyatif kullanıyor. 12 Eylül’de değişen Anayasa’nın 125. maddesine göre terfi işlemleriyle ilgili olarak YAŞ kararları yargı denetimine kapalı. Kaldı ki AYİM (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) açısından ortada incelemeye esas teşkil edecek bir kararname de yok. Buna rağmen AYİM kendisine başvuran generallerle ilgili görev ve yetkisinin olmadığını bir tarafa bıraktı ve vesayetin bir cilvesi olarak yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yani hukuk literatürüne göre “yok” hükmünde bir karar verdi. Ama hükümet yok sayma cihetine gitmedi. İlgili bakanlar, TSK Personel Kanunu’nda mevcut hükümleri uygulama yoluna gitti. Yani kanunları işlettiler. Demokratik sistemde kişiler ve kurumlar, hukukun ve mevcut kanunların kendilerine verdiği hak ve yetkileri kullanırlar. Yoksa kimse bu durumu “açık kalan hesapların kapatılması” olarak değerlendirmemelidir.
Zamanlama konusu Bu konuda hukuken hiçbir sorun yok. Açığa alma işlemi kamu davasının açılmasından itibaren her zaman yapılabilir. Yeter ki 5 seneden fazla hapsi gerektiren bir suç yargılaması olsun. Ama siyaseten Balyoz davası sanığı diğer 22 muvazzaf generalin neden açığa alınmadığı sorusu akıllarda kalabilir. Doğrusu ise Balyoz davası sanığı diğer 22 muvazzaf generalin de açığa alınması. Zira silahlı bürokratlar için bundan daha ağır bir zan olamaz. Ağırlaştırılmış müebbet hapsi gerektiren suç yargılamalarından ötürü bir general açığa alınamayacaksa, hiçbir kamu görevlisinin açığa alınmasına gerek yoktur.
AYİM açığa alma işlemini iptal eder mi? Normalde, böylesine ağır bir suç iddiası altında gerçekleştirilen bir açığa alma işleminin iptal edilmesini hukuken düşünebilmek mümkün görünmüyor. Çünkü açığa alma işlemi, soruşturma ve yargılamanın selametle yürütülebilmesi için uygulanan bir tedbir. Bir ceza değil. Ama Anayasa’yı görmezden gelerek YAŞ konusunda kendisine görev çıkaran bir AYİM, bakarsınız bu işlemin de yürütmesini durdurabilir ve iptal edebilir. Yapılması gereken; sadece açığa alınan 3 generalin değil, davada yargılanan toplam 25 muvazzaf generalin emekliye sevk edilmesidir. Demokrasinin namusu şaibe götürmez. Batı demokrasilerinde böyle bir Balyoz planının bırakın belgesini söylentisi bile yayılsaydı, o generaller bir daha o kışlaya sokulmazdı. Bizde örneği yok mu? Hatırlayın. Demokrat Parti 14 Mayıs 1950’deki genel seçimleri kazanınca, kulislere “Ordu darbe yapacak” şayiası yayılmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. Nafiz Gürman, Celal Bayar’a giderek “Ordu seçim sonuçlarına saygılıdır” güvencesi de vermişti. İkna olmayan Menderes, Bayar ile görüşerek orduda Türkiye tarihinin en büyük cunta tasfiyesine imza attı. Üstelik devam eden bir yargılama da yoktu. Genelkurmay Başkanı Org. Nafiz Gürman dâhil 15 general ve 150 albay emekliye sevk edildi. Sanırım o zamanlarda CHP mahfilleri “sivil darbe” yaygarası yapmayı bilmiyorlardı.
Gültekin Avcı, Bugün, 27 Kasım 2010 |
28.11.2010 |
Bir domuza selâm durmak
FIKRA olarak anlatsanız “Bu kadar da olmaz” diyeceğimiz olayların, sıradan hayat gerçekleri olarak önümüzden resmigeçit töreni yaptığı bir ülke burası. Sırf bu yüzden bile “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” Geçen gün Mardin’in kurtuluşu törenlerle kutlandı. Mardin’in aslında hiç işgal edilmediği ise törenlerden sonra anlaşıldı. Neyse ki Edirne gerçekten işgal edilmişti ki hak ettiği gibi bir kurtuluş günü tertip edildi. Bundan sonra yaşananlar ise bir avcı fıkrası olsa az gelir. Biliyorsunuz, bizde tören demek, rap rap adımlarla devletin önünden geçit töreni yapmak demektir. Edirneli avcılar bir gece önce ava çıkıp geçit töreninde marifetlerini sergilemek istemişler. Bir tilki, birkaç tavşan ve bir yaban domuzu vurup arabaların üzerine asıp devlet erkânının önünden geçit törenine katılmışlar. Fotoğraflar dehşet verici, o ayrı ama bir tuğgeneral (selam duruşunda), bir vali ve belediye başkanının bu geçit törenini ayakta izliyor olmaları daha da vahim. Gelin şu 3. dünya geleneği olarak geçit törenlerini tamamen kaldıralım. Daha önce de söyledim, bir kez daha altını çizeyim; bayramlarımızı, kurtuluş günlerimizi halkın devletin önünden geçtiği totaliter geçit törenlerinden kurtaralım. Sivilleştirelim. Sakil durmasını geçtim, artık komik oluyor.
Cüneyt Özdemir, Radikal, 27 Kasım 2010 |
28.11.2010 |