Aile-Sağlık |
Besin seçimlerini çocuğa bırakmayın DOĞRU beslenme alışkanlığının gelecekte ortaya çıkabilecek kalp, tansiyon, şeker, kanser, obezite gibi hastalıkların riskini azalttığına işaret eden diyetisyenler, besin seçimlerinin okul çağındaki çocuklara bırakılmaması uyarısında bulundular. Samsun’da özel bir sağlık merkezinde beslenme uzmanı olarak görev yapan Diyetisyeni Meltem Üney, okul çağındaki çocukların beslenmelerinin önemine dikkat çekti. Okula başlayan çocukların artık besin seçimlerini kendilerinin yapmak istediğini ve bunların da genellikle yağlı, katkı maddeli yiyecekler ile kolalı içecekler olduğuna işaret eden Üney, bu tür beslenme alışkanlıklarının gelecekte kalp, tansiyon, şeker, kanser, obezite gibi hastalıklara davetiye çıkardığını ifade etti. Okul çağında ailenin çocuğun beslenmesinde etkisinin ister istemez azaldığını vurgulayan Üney, şunları kaydetti: ‘’Besin seçimlerini çocuklara bırakmayın. Bu sebeple ilk yapılacak düzenleme doğru bir beslenme eğitimidir. Bunun yanında okulda satışı yapılan yiyeceklerin çeşidine, besin kalitesine dikkat edilmeli ve sık sık kantinler kontrol edilmelidir. En değerli varlıklarımız olan çocuklarımızın şimdiki beslenme düzeninin, gelecekte birçok hastalığa davetiye çıkarmaması için, çocuklarımızın sağlığı için, eğitimi sabah başlıyor ise kahvaltı, öğlen başlıyor ise öğlen yemeği tüketimi muhakkak evden çıkmadan sağlanmalıdır. Bu öğünlerin tüketimiyle, çocukların sadece karın doyurmak için uygun olmayan besinleri seçimi önemli miktarda engellenmiş olur. Gelişmekte olan çocukların enerji ihtiyacı yüksektir bu sebeple okulda kalınan sürede ara öğünle çocukları desteklemek gerekir.’’
BESLENME ÇANTASINA TAZE MEYVE KOYUN
ÜNEY aileler beslenme çantalarını hazırlarken çocuğun beslenme alışkanlıklarını da düzenlemek adına beslenme çantasına öncelikle taze meyve koymaları gerektinini söyledi. Okul okul harçlığı veriliyorsa, çocuğun okulda yağsız tost ile ayran veya meyveli kek ile süt tüketmesini sağlamanın oldukça önemli olduğunu vurgulayan Üney, ‘’Yapılan araştırmalar çoğu çocuğun bu tip beslenme yerine daha çok abur cubur diye adlandırdıkları cips ve kolalı içeceklere yöneldiğini göstermektedir. Bunu önleyebilmek için kantinlerde süt ve ayran satışı olmalı ve bazı besinlerin bulundurulmaması okul yönetiminin desteği ile sağlanmalıdır’’ diye konuştu. Beslenmenin sadece karın doyurmak veya sadece sevdiğimiz şeyleri tüketmek olmadığı ifade eden Üney, özellikle gelişmekte olan çocukların daha sağlıklı, hastalıklara karşı daha dirençli olabilmesinin sağlıklı ve dengeli beslenme ile sağlanabileceğini hatırlattı. Üney, kalp, tansiyon, şeker, kanser, obezite gibi hastalıkların sıkça görüldüğü çağımızda, çocukların düzenli ve dengeli beslenmelerini sağlayarak bir çok hastalıktan korunabileceklerini bilmenin çok önemli olduğunu vurguladı. |
19.10.2010 |
Kekemelik: Konuşma akıcılığı bozukluğu AMERİKAN Hastanesi Dil ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı Seda Atilla Şahin, kekemelik ve kekemelik tedavisi hakkında gazetemiz için şu bilgileri verdi: Kekemelik konuşurken ses, hece veya tek heceli kelimelerin tekrarlanması ile, seslerin uzatılmasıyla veya bloklar ile konuşma akıcılığının bozulmasına denir. Herkes zaman zaman normal akıcılık bozuklukları yaşayabilir. Ancak “kekemelik” olarak nitelendirilmesi için bu bozuklukların kişinin iletişimini (konuşmaktan kaçınmak, diyeceklerini unutmuş gibi yapmak, söylemek istediği kelimeyi değil de başka bir kelimeyi söylemek gibi) etkilemesi gerekir. Kekemelik yapısı gereği döngüsel ve değişkendir. Kişi zaman zaman tamamen akıcı iken bazı dönemlerde çok sık akıcılık sorunu yaşayabilir. Kekemeliğin şiddeti de değişken olabilir. Kekemelik 1,5–12 yaşları arasında ilk defa ortaya çıkabilir. En yaygın 2-5 yaşları arasında ortaya çıktığı görülür. Erkeklerde kızlara göre daha sık rastlanır. NEDEN OLUR? Kekemeliğin sebebi tam olarak bilinmemektedir. Genetik, nörofizyolojik, gelişimsel ve çevresel faktörlerin karışımının kekemeliğe sebep olduğuna dair bulgular mevcuttur. Kekeleyen bireylerin yüzde 50-75’inin ailesinde kekeleyen bir fert vardır. Kekelemenin şiddeti ise genetik değildir. 3 yaş civarı çocuklarda dil gelişimi halen tamamlanıyor olduğundan çocukların çoğunda normal akıcılık bozuklukları gözlenir. Bu durum bir süre sonra kendiliğinden düzelir. Ancak normal akıcılık bozuklukları ile kekemeliği ayırt edici risk faktörlerine dikkat etmek gereklidir.
KEKEMELİK TEDAVİSİ NEDİR? Konuşma terapisi ile ergen ve yetişkinlerde kekemeliği kontrol altına almak, kişinin konuşurken gösterdiği efor belirtilerini yok etmek mümkündür. Kişinin motivasyonu ve katılımı terapinin başarısını derinden etkiler. Çocukların terapisinde ailenin katılımı esastır. Çocukta yukarda belirtilen risk faktörleri tespit ediliyorsa ve/veya 3-6 aydır akıcılık bozuklukları devam ediyor ise dil ve konuşma bozuklukları uzmanından değerlendirme istenmelidir. Değerlendirmenin sonucunda gerekli terapi başlatılacaktır. |
19.10.2010 |
Kekemelik: Konuşma akıcılığı bozukluğu AMERİKAN Hastanesi Dil ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı Seda Atilla Şahin, kekemelik ve kekemelik tedavisi hakkında gazetemiz için şu bilgileri verdi: Kekemelik konuşurken ses, hece veya tek heceli kelimelerin tekrarlanması ile, seslerin uzatılmasıyla veya bloklar ile konuşma akıcılığının bozulmasına denir. Herkes zaman zaman normal akıcılık bozuklukları yaşayabilir. Ancak “kekemelik” olarak nitelendirilmesi için bu bozuklukların kişinin iletişimini (konuşmaktan kaçınmak, diyeceklerini unutmuş gibi yapmak, söylemek istediği kelimeyi değil de başka bir kelimeyi söylemek gibi) etkilemesi gerekir. Kekemelik yapısı gereği döngüsel ve değişkendir. Kişi zaman zaman tamamen akıcı iken bazı dönemlerde çok sık akıcılık sorunu yaşayabilir. Kekemeliğin şiddeti de değişken olabilir. Kekemelik 1,5–12 yaşları arasında ilk defa ortaya çıkabilir. En yaygın 2-5 yaşları arasında ortaya çıktığı görülür. Erkeklerde kızlara göre daha sık rastlanır. NEDEN OLUR? Kekemeliğin sebebi tam olarak bilinmemektedir. Genetik, nörofizyolojik, gelişimsel ve çevresel faktörlerin karışımının kekemeliğe sebep olduğuna dair bulgular mevcuttur. Kekeleyen bireylerin yüzde 50-75’inin ailesinde kekeleyen bir fert vardır. Kekelemenin şiddeti ise genetik değildir. 3 yaş civarı çocuklarda dil gelişimi halen tamamlanıyor olduğundan çocukların çoğunda normal akıcılık bozuklukları gözlenir. Bu durum bir süre sonra kendiliğinden düzelir. Ancak normal akıcılık bozuklukları ile kekemeliği ayırt edici risk faktörlerine dikkat etmek gereklidir.
KEKEMELİK TEDAVİSİ NEDİR? Konuşma terapisi ile ergen ve yetişkinlerde kekemeliği kontrol altına almak, kişinin konuşurken gösterdiği efor belirtilerini yok etmek mümkündür. Kişinin motivasyonu ve katılımı terapinin başarısını derinden etkiler. Çocukların terapisinde ailenin katılımı esastır. Çocukta yukarda belirtilen risk faktörleri tespit ediliyorsa ve/veya 3-6 aydır akıcılık bozuklukları devam ediyor ise dil ve konuşma bozuklukları uzmanından değerlendirme istenmelidir. Değerlendirmenin sonucunda gerekli terapi başlatılacaktır.
EBEVEYN, ÇOCUKLARINA DESTEK OLMAK İÇİN NELER YAPABİLİR?
Çocuğunuzun kelimelerini onun yerine bitirmekten kaçının. Konuşurken onu sabırla dinleyip lafını bitirmesi için ne kadar vakite ihtiyacı varsa bekleyin. Çocuğunuzla konuşurken göz temasını bırakmayın. Onu başkalarının yanında “Hadi bir şiir oku” gibi stres seviyesinin artacağı durumlara maruz bırakmayın. Acele etmeden, sakin konuşmayı alışkanlık haline getirin (Günde 5 dakika bile olsa cevap vermeden 2 saniye beklemeyi deneyin). Nasıl dediğinden çok ne dediğine önem verdiğinizi hissettirin. Konuşmasını asla eleştirmeyin. Dil ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı ile birlik halinde olup çocuğunuzun terapisine dahil olun. |
19.10.2010 |
Türk insanı genişliyor, diyabet artıyor TÜRKİYE'DE 13 yıl aradan sonra yapılan bir bilimsel çalışma, Türk insanının kilosunun yanı sıra bel ve kalça çevresi genişliğinin giderek artmasına paralel olarak, diyabet hastalığı görülme sıklığının da neredeyse iki kat arttığını ortaya koydu. İlki 1997 yılında yapılan Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrinolojim Hastalıklar Prevelans Çalışması’nın ikincisi (TURDEP-2), çok sayıda bilim adamının katılımıyla 18 Ocak - 15 Haziran 2010 tarihleri arasında, 5 coğrafi bölgedeki 15 kentte, her bir kentin 6’şar ilçesi ve bu ilçelerin 3’er mahallesinde titizlikle gerçekleştirildi. Çalışmada 20 yaş üstü 16 bin 696’u kadın ve 9 bin 327’si erkek olmak üzere 26 bin 499 kişinin laboratuvar sonuçları incelendi. Prof. Dr. İlhan Satman’ın yürütücülüğünde çok sayıda bilim insanının katıldığı ve pek çok kurumun desteklediği TURDEP-2 çalışmasının ‘’ön sonuçları’’, Antalya’nın Serik ilçesine bağlı Belek beldesinde düzenlenen 32. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi’nde açıklandı. Prof. Dr. İlhan Satman’ın açıkladığı çalışmanın ön sonuçlarına göre, Türk kadının boyu 13 yılda 1 santimetre uzayarak ortalama 159, Türk erkeğinin boyu da 1 santimetre uzayarak ortalama 171 santimetreye ulaştı. Aynı dönemde Türk erkek ve kadın yetişkinlerin ortalama ömürlerinin dört yıl uzadığı da belirlendi.
BEL ÇEVRESİ BÜYÜYOR
TURDEP-1 ve TURDEP-2’de elde edilen sonuçlara göre, 13 yılda Türk kadını 6 kilo alarak, ortalama ağırlığı 72 kilograma, Türk erkeği de yine 7 kilo alarak ortalama ağırlığı 80 kilograma yükseldi. Son çalışmada, kadınların beden kitle endeksi 28,72, bel çevresi 93, kalça çevresi de 109 santimetre olarak ölçüldü. Beden kitle endeksi, 27,16 olarak hesaplanan Türk erkeğinin bel çevresi 97, kalça çevresi de 105 santimetre olarak ölçüldü. Her iki çalışma sonuçları 13 yılda kadınların bellerinin 6, erkeklerin bellerinin 7 santimetre arttığını ortaya koydu ancak aynı sürede kadınların kalça çevresinin erkeklere göre daha da arttığı dikkati çekti. Bu dönemde kadınların kalça çevresi 7, erkeklerin kalça çevresi ise 2,8 santimetre arttı. Çalışmanın sevindiren tek sonucu ise çalışmaya katılan deneklerin sigara kullanımıyla ilgili oldu. Çalışma, 13 yılda sigara içenlerin oranının yüzde 42 azaldığını ortaya çıkardı. Çalışmanın yürütücüsü Prof. Dr. İlhan Satman, 13 yıl arayla tekrarlanan TURDEP-1 ve TURDEP-2 çalışmasının, yaş ilerledikçe diyabet görülme sıklığının arttığını gösterdiğini de vurguladı. Satman, en ürkütücü rakamı ise, ‘’Türkiye’de diyabet prevalansı 1997 yılında TURDEP-1 ile yüzde 7.2 iken, 2010 yılında yüzde 13,7’ye ulaştı’’ diye açıkladı. Satman, Türkiye’de Bozulmuş Glukoz Toleransı (BGT) Prevalansı’nın da 1997’de yüzde 6,7 iken 2010 yılında yüzde 13,9’a yükseldiğinin altını çizdi. |
19.10.2010 |