Aile-Sağlık |
Mevsim değişiklikleri kadınlarda daha etkili Türkiye nüfusunun yüzde 9’una varan oranda etkisi gözlenen ‘’Mevsimsel Tekrarlayan Depresyon Hastalığı’’nın kadınlarda erkeklerden 4 kat daha fazla görüldüğü bildirildi. Adana Numune Hastanesi’nde görevli Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Psikiyatr Sümer Öztanrıöver, mevsimlerle ruh sağlığı ilişkisinin hâlâ tartışmalı olsa da mevsimlerin kişileri etkilediği yönündeki kanıtların hızla çoğaldığını söyledi.Her yıl sonbahar-kış aylarında ortaya çıkan ‘’Mevsimsel Tekrarlayan Depresyon Hastalığı’nın Türkiye nüfusunun yüzde 9’una varan oranda etkisinin gözlendiğini belirten Öztanrıöver, hastalığın kadınlarda, erkeklerden 4 kat daha fazla görüldüğünü ifade etti. Hastalığın, aşırı uyuma, yorgunluk-bitkinlik, aşırı yemek yeme ve kilo artışına neden olmasının yanında yaşamdan zevk aldırmadığını vurgulayan Öztanrıöver, ‘’Hastalık ilkbaharda kendiliğinden geriliyor. Ancak her yıl aynı döngü tekrarlanıyor. Işık tedavisi bu kişilerde yararlı olmakta’’ dedi. Öztanrıöver, ayrıca ‘’İki Uçlu Bozukluk’ denilen mani ve depresyon ataklarıyla seyreden hastalıkta da mevsim değişimlerinin, atakları tetikleyebildiğini kaydetti. Mani atağında çok konuşma, aşırı gereksiz para harcama, cinsel istekte artış, uykusuzluk, kendine aşırı güvenmenin ortaya çıkabildiğini anlatan Öztanrıöver, şöyle konuştu: ‘’Hemen sonra ya da bu belirtiler yatıştıktan bir süre sonra tam tersi bir ruh hali, yani içine kapanma değersizlik, mutsuzluk, karamsarlık duyguları, yani depresyon ortaya çıkabilir. Yani kişi bir süre coşku ile dünyanın tepesinde gezindikten sonra kendini yerin dibine batmış gibi hissedebiliyor. Bu hastalıklarda kendiliğinden yatışma görülse bile, tedavi edilmediklerinde ve atak sayısı arttıkça beyinde kalıcı hasarlara yol açmaktadır. Bu hastalığı yaşayan bazı kişiler, hasta olduklarının farkında olmayabilirler. Kendinde ya da yakınında buna benzer belirtiler olan kişilerin bir uzmandan yardım almaları gerekir.’’ Adana / aa
Okul öncesi, 3 yaşından önce sakıncalı
nÇalişan ebeveynlerin çocuklarını erken yaşta okula göndermesi beraberinde bazı sıkıntıları da getiriyor. Bursa Özel Bahar Hastanesi doktorlarından Uzman Psikolog Vildan Kavak, çocuk gelişiminde önemli olan okul öncesi eğitim için en erken yaşın 3-4 olduğunu söyledi. Kavak, “Çok zorunlu olmadıkça çocukları 3 yaşından önce eğitim kurumuna verilmemesi gerekiyor” diye konuştu. Eğitimin doğumla başlayıp hayat boyu devam eden bir süreç olduğuna dikkat çeken Vildan Kavak, “Hayat boyu devam edecek öğrenmenin temelleri ilk altı yaşta atılır. Bu dönemde çocuklara iyi eğitim verilmesi ve olumlu çevre şartlarının sunulması çocuğun fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini desteklemede çok önemli rol oynar” dedi. Gelişmekte olan Türkiye’de sanayileşmenin paralelinde, çalışan anne sayısının artışı, şehir yaşamının sıkışık düzeni ve oyun alanları azlığının okul öncesi eğitimin önemini daha da arttırdığına işaret eden Psikolog Kavak, “Ancak okul öncesi eğitim kurumlarını, çalışan annelerin çocuklarını bıraktıkları yer ya da öğretim yapan bir okul olarak görmek yanlıştır. Okul öncesi eğitimin amacı çocuğun doğuştan getirdiği potansiyeli en üst düzeye çıkarmaktır” diye konuştu. Okul öncesi eğitiminin çocuğa en iyi örgütlenmiş oyun ortamını sağladığına dikkat çeken Kavak, şunları söyledi: “Çocuk, bu ortamda kendine bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişim olanağı bulur. Toplu yaşam kurallarına uymayı öğrenir. İşbirliği yapma alışkanlığı kazanır. Yardımlaşma duygusunu geliştirir. Kendi hakkını korurken, başkalarının hakkını da gözetmeyi öğrenir. Anne babasından ayrı kalmaya alışır. Korunaklı bir ortamda özgür davranma olanağı bularak toplumsal kuralları öğrenir.” Okul öncesi eğitim kurumlarının özgür ve uyarıcı ortamının aynı zamanda çocuklarda zihin gelişimini hızlandırdığını anlatan Vildan Kavak, şöyle konuştu: “Bu kurumlarda renk, sayı ve kavramlar, çocuğun düşüncesine uygun bir biçimde somuta indirgenerek verilir. Anlatım güçleri artar, dil dağarcığı zenginleşir. Parmak boya ve resim faaliyeti, çeşitli dramatik oyunlar, çocuğun eğitim ve gelişimine olanak tanımakla kalmaz, aynı zamanda onun fiziksel enerjisinin boşalmasını ve sıkıntısını atmasını sağlar.” Vildan Kavak, okul öncesi eğitim kurumlarının oyunlar ile çocukların iç dünyasını yansıtma fırsatı sunduğunu, bunun da, çocuğun rahatlamasını sağlarken, öğretmene de çocuğun kişilik özellikleri ya da varsa sorunları hakkında ipucu verdiğini bildirdi. Kavak, bu bakımda okul öncesi kurumların ruhsal sorunların erken tanınıp, çözümlenmesi için en uygun gözlem yerleri olduğuna dikkat çekti. |
28.09.2010 |
Çocuklar için Tv uyarısı Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüdaverdi Adam, dizi seçiminin çok önemli olduğuna dikkati çekerek, küçük yaştaki bir çocuğun televizyon başında geçireceği sürenin iki saati geçmemesi gerektiği uyarısında bulundu. Günlük hayatın bir parçası haline gelen bilgisayar ve televizyon için kontrol mekanizmasının oluşturulması gerektiğinin önemine değinen Adam, “Türk aile yapısındaki dejenerasyonun, yozlaşmanın ve bozulmanın dizilere yansıdığını görüyoruz. Bunun için dizi seçimi çok önemli. İnternette uygun olmayan sitelere girilmesi engellenebiliyor. Maalesef televizyonda bu yok. Anne, baba ve büyükler olumsuz sahneler içeren diziler hakkında ön bilgiye sahipseler çocuklarıyla izlememeleri gerekiyor. Çocuklara iki saati geçmeyen televizyon izleme imkânı verilmesi lazım. Bu konuda aile mutlaka bilinçli davranmalı. Programları izlemeden önce ön araştırma yapmakta fayda var. Bilinçli dizi izlemek şart” diye konuştu.
TOPLUMUN BOZULMASI DİZİLERE YANSIDI Prof. Dr. Hüdaverdi Adam, Türk aile yapısındaki dejenerasyonun, yozlaşmanın ve bozulmanın dizilere yansıdığını söyledi. Dizilerde sergilenen görüntülerin çocukları ve gençleri olumsuz etkilediğini belirten Adam, “İzlenecek program ya da dizinin seçimi çok önemli. İzlenecek dizi hakkında önceden bilgi sahibi olunmalı” dedi. Dizilerde ekrana getirilen tecavüz ve cinsel içerikli görüntülerin ergenlik dönemindeki çocuklar için özendirici olabileceğini kaydeden Adam, çocukların bu gibi sahneleri izlemesine müsaade edilmemesi gerektiğini ifade etti. Çocuklarıyla beraber uygunsuz sahneler izlemek zorunda kalarak yüzleri kızaran, mahcup duruma düşen anne babaların yapmaları gereken en önemli şeyin dizilerde seçici davranmak olduğunu anlatan Adam, şöyle konuştu; “Çocukların bu tür kötü sahneler içeren dizi ve programları izlemesine imkân verilmemesi gerekiyor. Anne babalar dizileri çocuklarıyla izlemek zorunda kalıyorsa olumlu ya da olumsuz yanlarını çocukların yanında anlatmaları gerekli.” Çocukların izledikleri sahneleri etkilenerek hayata geçirmeyi ve denemeyi düşünebileceğini vurgulayan Adam, çocukların ve gençlerin dizilerdeki karakterleri model olarak algılayabileceğini dile getirdi. Türkiye’de cinselliğin yaş ortalamasının ortaokullara kadar indiğini söyleyen Adam, “Dizilerdeki olumsuz görüntüler ergenlik dönemindeki çocuklar için özendirici. Bunu denemeye kalkanlar olabiliyor. Bir filmdir, senaryodur, bir gerçekliği yoktur, ama maalesef çocuklar izledikleri bu sahnelerden etkilenerek bunları hayata geçirmeyi düşünebiliyorlar. Dizilerdeki karakterler model olarak algılanabiliyor.” diye konuştu. AİLE TOPLANTILARI Ailelerin belli zaman aralıklarında mümkün olduğunca bir sıklık içinde bir günlerini aile ilişkilerine ayırmaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Adam, aile toplantılarında çocuklara seçim ve düşünce hakkının verilmesinin önemli olduğunu kaydetti. Aile toplantılarında bireylere düşen sorumlulukların belirlenmesi gerektiğini ifade eden Adam, “Aile toplantıları haftada bir, 15 günde bir, ayda bir ya da gerekirse 3 ayda bir mümkün olduğunca bir sıklık içinde yapılmalı. Bu toplantılarda ev içinde bireylere düşen sorumluluklar belirlenir. Örneğin, baba pazara gidiyordur, sebze meyveyi alıyordur. Anne yemek hazırlıyordur. Çocuklara da bir rolünün olduğunun anlatılması gerekiyor. Bu bakkaldan ekmek almak çöp kutusunu aşağıya indirmek gibi olabilir. Aile toplantıları yapılmak suretiyle aile içi paylaşım ve görev dağılımlarının yapılması son derece önemli. Toplantılarda çocuklara seçim ve düşüncelerini ifade etme hakkının verilmesi gerekiyor. Bunun yanında çocukların hangi dizileri izleyip izlemeyecekleri aile toplantılarında ele alınmalı. Kumandanın çok bilinçli olarak kullanılması için önemli. Aile toplantılarında bunlar belirlenirse önceden alınan kararlar olduğundan darılma ve kırılma yaşanmayacaktır. Çocukların daha sağlıklı program izlemelerinin yolu açılmış olur” ifadelerini kullandı. |
28.09.2010 |
Balık yedirin, kemikleri gelişsin Velılerın, eğitim öğretim yılının başlamasıyla bu sezon bol miktarda avlanması, dolayısıyla da ucuzlaması beklenen balığı çocukları için öğün alternatifi olarak kullanabileceği belirtildi. Protein, D vitamini, fosfor, kalsiyum yönünden zengin olan balığın, kemik sistemi gelişmesinde de önemli rol oynadığı bildirildi. Balıktan azami faydalanmak için taze tüketilmesi gerektiği, balığın taze olup olmadığının ise basit yöntemlerle anlaşılabileceğini vurgulandı. Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Topbaş, balık avı yasağının 01 Eylülde sona ermesiyle çok sağlıklı olan bu ürünün balıkçı tezgâhlarında yer almaya başladığını söyledi. Her zaman olduğu gibi okulların açılmasıyla birlikte velilerin çocuklarının dengeli ve sağlıklı beslenmelerini sağlamak için arayış içinde olduklarını ifade eden Topbaş, balığın, 1 yaşından sonra bütün yaş gruplarının tüketmesi gereken çok önemli bir besin olduğuna dikkati çekti. Topbaş, balıkta protein, D vitamini, fosfor ve kalsiyum gibi vücut için gerekli maddelerin bol olarak bulunduğunu dile getirerek, ‘’Balıktaki proteinlerin içerdiği amino asitler vücuda önemli katkılar sağlar. D vitamini ise özellikle vücudun kemik sisteminin gelişmesinde, ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek kemik erimesinin önlenmesinde büyük rol oynar. Fosfor ve kalsiyum gibi mineraller ise dolaşım, boşaltım ve kemik sistemi için önemlidir. Bu nedenler, herkesin balık tüketmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır’’ dedi. Balıklarda vücut için gereken yağ asitlerinin de yer aldığını anlatan Topbaş, ‘’Bunlar, diğer hayvansal gıdalar açısından baktığımızda balıkta en dengeli olarak bulunur. Dolaşım sisteminde önemli rolleri olan omega 3 ve omega 6 yağ asitleri, balıkta uygun oranlardadır. Kalp ve damar hastalıklarının oluşumunun önlenmesi açısından önemli faydalar sağlar’’ diye konuştu. |
28.09.2010 |
Soru soran çocuğu azarlamak öğrenmeyi yavaşlatıyor Selçuk Üniversitesi (SÜ) Mesleki Eğitim Fakültesi Çocuk Gelişimi ve Ev Yönetimi Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ramazan Arı, okula yeni başlayan çocuğa ‘Nereden buluyorsun bu soruları?’, ‘İcat çıkarma’, ‘Sana ne?’ gibi sorularla azarlanmasının çocuktaki merak duygusunu yok edebileceğini bildirdi. Prof. Dr. Arı, ilköğretim döneminin çocukların yeteneklerini geliştirdiği bir süreç olduğunu, bu dönemde soru soran çocuğun dikkate alınması gerektiği uyarısında bulundu. Bireylerin, tam anlam veremedikleri durumlar karşısında zihinlerinde dengesizlikler oluştuğunu ifade eden Arı, özellikle 6 yaş dönemi çocukların zihninde oluşan soruları cevaplamak için çok soru sorduğunu, zihnindeki resmi tam manasıyla tamamlamaya çalıştığını söyledi.
MERAK ÇOCUKLARIN ÖĞRENME MOTURUDUR Zihin gelişiminin insanlarda 16 yaşın sonuna kadar sürebildiğini anlatan Arı, ‘’6 yaş civarındaki çocuklar, bazı şeyleri anlayamayabilir. Dolayısıyla bazı sorulara cevap ararlar. Karşılığını alamadığı cevaplar onların zihnini rahatsız eder. Rahatsız edince de merak duygusu oluşur. Dolayısıyla bu merak çocuklar için öğrenmenin motorudur’’ dedi. İnsan zihninin, yeni birşeyler öğrendiği zaman mutluluk hormonu salgıladığını vurgulayan Arı, çocukların da meraklarını giderdikleri zaman mutlu olduklarını dile getirdi.
ÇOK SORU SORAN ÇOCUK , DAHA ZEKİ OLUYOR Çok soru soran çocuğun akranlarına göre daha zeki olduğunu vurgulayan Arı, şunları kaydetti: ‘’Kafalarında daha büyük ve bütün bir resim oluşturmak isteyen çocuk, daha zeki olur. Soru soran çocuğa cevap verirken bazı şeylere dikkat etmeliyiz. Onlara öyle bir cevap vermeliyiz ki, çocuk verilen cevabı anlayabilmeli ve kafasındaki resmi tamamlayabilmelidir. Soyut şeyler anlattığımızda çocuk kafasındaki resmini tamamlayamaz. Biz genellikle, ‘Nereden buluyorsun bu soruları?’, ‘İcat çıkarma’, ‘Sana ne’ gibi sorularla çocuktaki merak duygusunu öldürürüz. Oysa, öğrenmenin gelişmenini tek bir yolu vardır. O da meraklarımızı, ne gerekiyorsa deneyerek, sorarak öğrenmektir. Bu konuda çocukları engellememek lâzım.’’ |
28.09.2010 |