14 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Aile-Sağlık

Okullar açılıyor, ya çocuklarımızın sağlığı

Amerİkan Hastanesi Pediatri Bölümü Pedagog Güzide Soyak, okulların açılma zamanı geldiğinde, okula yeni başlayacak çocukları olan her anne ve baba ilkokul sıralarında karşılaştığı korku ve heyecan karışımı duyguyu hatırlayarak o dönemi adeta yeniden yaşamakta olduklarını belirterek, ev ortamı gibi rahat bir hayattan, kurallarla dolu okul hayatına adım atmaya hazırlanmanın, her çocuk için problem teşkil ettiğine dikkat çekti.

Pedagod Güzide Soyak, farklı elbiseler, yeni Okullar açılıyor, ya çocuklarımızın sağlığı

arkadaşlar, çeşit çeşit defterler, rengârenk kalemler, türlü oyunlar, çocuklar için yeni bir dünyaya adım atma anlamına geldiğini ifade ederek, “Çocuklarından önce ebeveynlerinin bu duruma hazır olmaları gerekmektedir. Zira çocukların bu dönemde karşılaşabilecekleri problemleri önceden kestirmek ve bilinçli bir şekilde onlarla baş edebilmenin yollarını aramak önemlidir” dedi.

Okul korkusu nedır?

Pedagog Soyak, okul korkusu ile ilgili olarak şunları kaydetti: “Okul korkusu, okul çağı içindeki çocuğun okula gitmeme yönünde direnmesi, arkadaşlarını kabul etmemesi ve ağlamak gibi tepkiler geliştirmesidir. Okul korkusu, kızlar ve erkeklerde eşit oranlarda görülmektedir. Bu korku, çocuğun eğitim alacağı ortama uyum sağlamasını engellemektedir. Çocuklar için korku, yaşama adapte olabilmenin, kaygı veren durumlarla baş edebilmenin yöntemlerinden biridir. Okul korkusu, hızlı ele alınıp gerekli müdahaleler yapıldığı takdirde çabuk atlatılabilmektedir.

Her yeni durumun uyum sorunu yaşatıyor olması normaldir. Anneden ayrılık deneyimini ilk defa anaokulu döneminde yaşayan çocuklar, bu dönemde okulun içine girmeye ikna olmakta zorlanırlar ve tedirgin olurlar. Normal gelişim gösteren bir çocukta bu durum kabul edilebilir; ancak sorun, okula başlamakla ilgili değildir. Anne ve çocuk arasındaki bağımlı ilişki kapsamında annenin çocuğun bireyselleşmesine izin vermemesi, bir bakıma annenin de çocuğa bağımlı olması, ev içinde baskılı–kaygılı ortamların olması, yeni bir kardeşin gelmesi, çocuğun bu süreci henüz anlayamamış olması, anne ve babanın çok kaygılı kişiler olmaları, aile içinde bir yakının kaybı ve hastalıklar gibi birçok faktör de etkili olabilmektedir.

Çocuğun okula başlamadan önceki dönemde arkadaş deneyimlerinin niteliği, duygularını ve düşüncelerini anlatmada desteklenmiş olması, bu dönemdeki zorlukları atlatmada önemli deneyimler oluşturmaktadır. Bağımlı, ilişki kuramayan, arkadaşları ile oyunu reddeden, anne ile ilişkisi sağlıklı organize edilememiş bir çocuğun okula başlarken sorun yaşaması beklenilebilmektedir. Bu çocuklarda ilgi ve enerji kaybı, sinirlilik, içe kapanık olma durumu, nedensiz ağlama, baş ve karın ağrılarından yakınma gözlemlenebilmektedir.”

Öğretmenler ne yapmali?

Pedagog Soyak, okul korkusu noktasında öğretmenlere düşen görevleri ise şöyle sıraladı: -Bu dönemde öğretmenlerin duyarlı olmaları gerekmektedir. Öğretileni yapamıyor olmasının çocukta kaygı uyandıracağı unutulmamalı ve öncelikli olarak öğretmek kaygısı taşınmamalıdır. nÖnce çocuğun sıkıntısının ne olduğu sorulmalı ve bu konuda yardım edilebileceği anlatılmalıdır. Katı tutum, bu sorunları artırmaktadır. nÖğretmen, çocuğa okula gelmesi gerektiğini ve onun öğrenmesini önemsediğini anlatmalıdır.nOkul korkusu, anaokuluna başlanan 3–5 yaş döneminde yoğun yaşanabilmektedir. İlkokula başlangıç, yine bu korkunun görüldüğü ikinci dönemdir. Daha yüksek sınıflarda 12–14 yaş döneminde de ortaya çıkabilmektedir. Bu dönemde çocuğun bireysel gelişimine de önem verilir, anne–çocuk ilişkisi doğru organize edilirse tekrar ortaya çıkmayabilir. Ancak çocuğun eve bağımlılığı desteklenir, okula gitmeme ile ilgili istekleri desteklenilirse tekrar bu sorunlar yaşanabilmektedir.

Aıle ne yapmali?

Pedagog Soyak, okul korkusunu aşmak için ailelerin nelere dikkat etmesi gerektiğini şöyle özetledi: nÇocuğun okula gitme ile ilgili bütün kaygıları dinlenmeli, okul ile ilgili duygu ve düşünceleri anlamaya çalışılmalıdır.nOkul korkusunun çocuktan olduğu kadar okul ve öğretmen tutumlarından da kaynaklanabileceği, unutulmaması gerekir. nOkula gitme ile ilgili aile bireyleri ortak tutum içinde olmalı ve çocuğun okula gitmemesine izin verilmemelidir.nHer anne ve baba çocuğuna kaygılarını anladığını, bu kaygıların zamanla geçeceğini ve okulda öğrendiklerinin kendileri için de önemli olduğunu vurgulamalıdır. nAyrıca uzun vedalaşmalardan, kişisel kaygıların yansıtılmasından kaçınılmalıdır. nEv içinde de çocuğun anne–babaya bağımlı olması azaltılmaya çalışılmalı, kendi başına bulduğu uğraşlar konusunda destek olunmalı, tek başına da oynayabileceği oyuncaklar ve oyunlar alınmalıdır. nEbeveynler, okullar başlamadan önce okul alışverişini çocuk ile birlikte yapmalıdır. nAnne-baba dikkatli olmalı ve bu dönem içinde olabilecek bütün sorunlardan yayınlar vasıtası ile haberdar olmalıdır.

Recep Bozdağ/Yeni Asya

14.09.2010


Batı Nil Ateşi için acil tedbir alın

Türk Tabipleri Birliği, Sağlık Bakanlığından Batı Nil Ateşi salgınına ilişkin tedbirleri gecikmeden almasını istedi.

TTB tarafından, Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanı Mustafa Ertek tarafından 8 Eylül günü yapılan açıklamada, Türkiye’de beş ayrı şehirden yedi hastada, Batı Nil Ateşi hastalığının saptandığı ve üç hastanın hayatını kaybettiği hatırlatıldı. Batı Nil Ateşi’nin, sivrisinekler aracılığıyla insanlara bulaşan ve hafif seyreden olguların yanı sıra beyin iltihabına yol açarak ölüme de neden olabilen bir hastalık olduğunu kaydedilen açıklamada şu bilgilere yer verildi:

‘’Hatırlanacağı gibi; hastalık, ilk olarak yaklaşık bir ay önce Manisa’da meydana gelen ölümlerin Batı Nil Ateşi’nden kaynaklanmış olabileceği şüpheleri üzerine başta enfeksiyon hastalıkları uzmanları olmak üzere hekimlerin ve kamuoyunun gündemine gelmişti. Sağlık Bakanlığı, uzmanların uyarılarına rağmen yapılan testlerin negatif çıktığını ve Batı Nil Ateşi hastalığının söz konusu olmadığını açıklamıştı.

Sağlık Bakanlığının 8 Eylül tarihli açıklamasının hastalıkla ilgili şüphe ve iddialardan yaklaşık üç hafta sonra gerçekleşmesi, mevcut teknik olanaklar ve tanı yöntemleri göz önünde bulundurulduğunda Batı Nil Ateşi tanısının konmasında bilimsel ölçütlere göre bir gecikmenin yaşandığını göstermektedir.

Oysa Batı Nil Ateşi hastalığı, Türkiye’yle eş zamanlı olarak Yunanistan, Macaristan, Romanya gibi ülkelerde de saptanmıştır. Söz konusu ülkeler bu virüsü birkaç günlük çalışmalarla saptamayı başarmışlardır. Bakanlık, bu gecikmenin sebeblerini kamuoyuna açıklamalı ve oluşan kuşkuları gidermelidir. Öte yandan Sağlık Bakanlığının, tespit edilen vakaların ve ölümlerin sayısının fazla olmamasından hareketle, ülkemizdeki Batı Nil Ateşi hastalığının salgın niteliğinde olmadığı açıklaması da bilimsel olarak doğru değildir.’’

Hastalığın Türkiye, Yunanistan, Macaristan ve Romanya gibi geniş bir coğrafyada eş zamanlı olarak yayılım göstermesi ve hastalığa endemik (yerleşik) olduğu coğrafyanın dışında da rastlanmasının epidemiyoloji (salgın bilim) açısından bir salgın olduğunu gösterdiği vurgulanan açıklamada ciddî önlem almayı gerektirdiğine işaret edildi. Havaların soğumaya başlamasıyla Batı Nil Ateşi hastalığına daha az rastlanacağı beklentisinin doğru olmakla birlikte sıcak havanın sürmesi ve sivrisinek varlığı nedeniyle riskin halen devam ettiği uyarısında bulunulan açıklamada, şunlar kaydedildi:

‘’Hastalık ortaya çıktıktan sonra kullanılabilecek bir ilâç olmadığı da göz önünde bulundurulduğunda öncelikli olarak yapılması gereken halka doğru bilgilerin zamanında aktarılarak toplumun Batı Nil Ateşi hastalığı konusunda bilgilendirilmesidir.

Etkenle temasın engellenmesi için bireysel olarak insanların sivrisineklerden korunmalarının önerilmesi doğru ancak yetersizdir. Sivrisinek üreme alanlarına müdahale, sektörler arası işbirliği sağlanarak, kamu aracılığıyla özenle yürütülmelidir. Sağlık Bakanlığı, Batı Nil Ateşi hastalığına karşı gerekli önlemleri kurumsal düzeyde ve bölgesel ölçekte de hızla almalı, sürece ilişkin risk analizi, uygulama, izleme ve çözümlemeleri kamuoyu ile paylaşmalı, güvensizlik oluşumuna zemin bırakmamalıdır.’’

14.09.2010


Uyku hapları erken ölüm sebebi olabilir

Uyku sorunu olanların kullandığı ilaçların, erken ölüme neden olabileceği açıklandı. Kanada’nın Quebec eyaletindeki Laval Üniversitesi bilimadamlarından Genevieve Belleville’nin 12 yıl süren araştırması, The Canadian Journal of Psychiatry isimli bilimsel psikiyatri dergisinin son sayısında yayımlandı.

Uzun ömürlü, yüksek gelirli, kronik sağlık sorunu olan, sigara içen ya da alkol alan gruplardan 12 bin kişi üzerinde çalışan Belleville’nin araştırmasına göre, uyku hapları ölüme neden olan etkenler arasında.

Araştırdığı 12 bin kişi arasında uyku sorunu olup da hap kullananlardaki ölüm oranının, kullanmayanlara göre daha yüksek olduğunu kaydeden Belleville, uyku hapı alanların bünyesinin, parazit hastalıklarından kanser türlerine kadar bir dizi rahatsızlıkta, almayanlara oranla daha savunmasız kaldığına işaret etti. Belleville, araştırmasında, uyku hapı kullananların ilacı hangi sıklıkta aldıklarına ilişkin bilgi vermedi. Uyku haplarının şekerleme olmadığına dikkati çeken Belleville, her yıl yazılan milyonlarca uyku hapı reçetesine ilaveten, eczanelerde reçetesiz satılan uyumaya yardımcı ilaçların da aynı etkiye sahip olduğunu hatırlattı.

14.09.2010


Lenf ödeminin çözümü erken teşhis önemli

Lenf ödem, lenf düğümleri ve lenf kanallarının hasara uğramasıyla, lenf suyu dolaşımının bozulması sonucu kol, bacak ve gövdede şişme olarak tanımlanıyor.

Uzmanlar, kolda ve bacakta hissizlik, sertlik ve ağrı gibi belirtiler veren lenf ödemin, özellikle kanserli hastaları tehdit ettiğini belirterek, erken tanının önemine işaret ediyor. Acıbadem Kayseri Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr Emin Dişli, fizik tedavi ile lenf ödemden kurtulmanın mümkün olduğunu anlatıyor. Uzmanı Dr Emin Dişli, şu bilgileri verdi: “Vücudumuzda kan dolaşımı ve lenf dolaşımı olmak üzere iki tip dolaşım var. Lenf sıvısı lenf damarıyla taşınan, akyuvardan zengin vücut sıvısı. Bu sıvının içinde, hücreler için gerekli besin ve oksijen yer alıyor. Hücreler, ihtiyacı olan maddeleri aldıktan sonra atık maddeleri de ortama bırakıyorlar. Bu atıklar lenf sıvısı içinde taşınıyor ve lenf nodüllerinden süzüldükten sonra, temiz lenf sıvısı tekrar dolaşıma katılıyor. Dolayısı ile lenfatik sistem, bağışıklık sistemi ile beraber çalışarak vücut savunmasında rol alıyor. Çeşitli nedenlerle bu lenf düğümleri ve lenf kanalları hasara uğrarsa lenf suyunun dolaşımı bozuluyor. Sıklıkla kollarda ve bacaklarda, zamanla da gövde de şişmeye sebep olan bu durum, lenf ödem olarak biliniyor.” Lenf ödeminde kanserli hastaların risk altında olduğunu aktaran Dr. Emin Dişli, kanserli hastaların yapması gerekenleri şöyle sıraladı: “Lenf ödem, özellikle kanserli hastalarda önemli bir sorun. Özellikle meme kanserli hastalar, lenf nodu çıkarımı ve radyoterapi uygulanması sebebiyle lenf ödem açısından yüksek risk altındalar. Kanser dolayısıyla göğsü alınan ve lenf notları çıkarılan kişilerde; aylar hatta yıllar sonra lenf ödem gelişiyor. Lenf ödem, kozmetik deformitelere, fonksiyonel kayıplara, psikolojik bozukluklara sebep olabiliyor. Hastanın ev, iş, sosyal ve cinsel yaşamını, dolayısıyla yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Bu sebeble lenf ödemin erken tanınması önemli.”

14.09.2010


Sokak sütleri hastalık davetçisi

Gİresun Veteriner Hekimleri Odası Başkanı Derviş Kara, sokak ve pazarlarda satılan iyi kaynatılmamış çiğ süt ile taze peynirlerin halk sağlığını tehdit ettiğini söyledi.

Kara, iyi kaynatılmamış çiğ süt ile taze peynirlerin, hayvanlardan insanlara geçebilen Malta Humması (Brucella) riski taşıdığına dikkat çekti. Malta Humması’nın hayvanlardan insanlara geçen en ciddî hastalıklarından biri olduğuna işaret eden Kara, halk arasında ‘Yavru Atma’, ‘Malta Humması’ veya ‘Dalgalı Humma’ olarak bilinen hastalığa, Brusella denilen bir mikrobun neden olduğunu aktardı. Brusella mikrobunun insan, sığır, koyun, keçi ve domuzlarda yavru atma, kısırlık ve meme hastalıkları yaptığını dile getiren Kara, Brucella’nın, hasta hayvanların dışkı, süt ve atık yavru zarları ile çevreye bulaşıp, insanlarda hastalık meydana getirdiğini ifade ederek, “Mikrobu taşıyan hasta hayvanların çoğu, yavru attıktan sonra aylarca sütleri ile mikrobu çıkarırlar. Brusella’da hasta hayvanları tedavi yoluna gidilmez. Hastalar ayrılarak mezbahaya gönderilir ve etlerinin sadece kavurma yapılarak şartlı tüketimine müsaade edilir. Sığırlarda, ihbarı mecburi hastalıklardandır” dedi. “Malta Humması, Brucella mikrobu taşıyan hayvanların idrar ve dışkısı ile çiğ süt ve taze peynirin yüksek ısıda iyi pastörize edilmemesinden kaynaklanıyor” diyen Kara, vatandaşların, hastalık riskini ortadan kaldırmak için sokak ve pazardan aldıkları çiğ sütten yapılan taze peynirleri, yüzde 10 tuz içeren salamurada 45 ile 60 gün arasında bekletmeleri gerektiğini ifade etti.

14.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.