SOLMAYACAK ÇİÇEKLER |
BURSA’NIN sıcak rüzgârına karışan tepelerden misafir gelen serin esintiler arasında yeğenlerimizle beraberiz. Ne kadar da maneviyâta susamış halleri var. Osmanlının beşiği sayılan bu bölgede maalesef yozlaşmış, bölük pörçük insan ilişkileri sırıtıyor. Düğünler asrîleşmiş. Neden böyle yapılıyor diye sorulduğunda “Şimdiki gençler bu şekilde istiyor. Hem ne olacak sanki, bir kere evleniliyor” cevabıyla karşılaşıyoruz. Acı bir tebessüm çizgileri çöküyor yanaklarımıza. Hangi taraftan ahlâk çöküntülerinin acı sonuçlarını, mahremiyeti ve sünneti anlatacağınızı şaşırıyorsunuz. Cips, atari, bisiklet ve televizyona kilitlenen yavrucuklar sınır tanımıyorlar. Dondurmanın serinletici büyüsüne dalma zamanları belki de en mutlu anları oluyor. Hiç olmazsa yalamanın duraklamasında nefeslerinin sayısını sayabilecek rahatlığı yaşıyorlar. Bu arada “Oğlum camiye gidecek misiniz?” diye sorduğumuzda cevap geç kalmadan geliyor: “Orada amcalar bize kızıyorlar, güya ses yapıyormuşuz, onlar da rahatsız oluyorlarmış. Zaten şortla da camiye gidilmezmiş, bizleri kovuyorlar.” Nevrimiz dönüyor. Sizler tomurcuk olan miniklerinize insan olmanın faziletlerini aşılayan çekirdekler ekiyorsunuz. Üzerlerine titreyerek sevgi sularınızla suluyor, güneş sıcaklığıyla kucaklıyorsunuz. Uzun zaman beklediğiniz an geliyor, inanç tohumları küçük kalplerde patlıyor, filiz vermeye başlıyor. Hevesle yaşıtlarının bulunduğu ortama salıyorsunuz, örnek çocuk olarak güzellik aksettirsinler diye. Oysa acımasız cahil ellerde kurumaya bırakılan dikenleşmiş şahsiyetler filizlerinizi hızla tırpanlamaya başlıyor. İlim öğrenme ve uygulama yeri olan camide tam tersi işlem yapılarak kovuluyorsunuz. Pes etmemeye söz verdiniz. Sabırla kan ter içinde kalarak tekrar tekrar öğretme işlemleri devam ediyor. Sonuç mu? Geçmişinden koparılmamış, akraba ilişkileri sekteye uğratılmamış ve Batının kokuşmuş cazipliğiyle boğulmamış yavrularımız, yani solmayan çiçekler...
NEVİN ALAN |
23.08.2010 |