11 Temmuz 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Kültür-Sanat

Ayder’de Âyet’ül Kübrayı okuduk

30 Haziran Çarşamba sabahı, Kahramanmaraş Yeni Asya Vakfı önünden Dr. Mehmet Yüzbaşı nezaretinde hareket eden tur otobüsümüz, Sivas’a doğru yol alırken, Kur’ân tilâveti, Risâle-i Nur dersi ve ilâhilerle yoluna devam ediyordu.

Öğle namazını, “Yiğido”lar şehri Sivas’ta cemaatle eda ederken, Selçuklulardan kalma tarihî eserleri de resmediyorduk.

Şebinkarahisar’ın güzelliklerini temaşa ederken ikindi namazlarını eda ediyoruz. Giresun’a varmadan önce, yemyeşil koruluklar içerisinde bir çeşme başında mola verdik.

Bu arada parmaklar deklanşörlerden hiç inmiyordu. Sahildeki ilk durağımız Giresun’da akşam namazıydı.

Namazlar camilerde kılınıyor, tesbihat ve dersler otobüste yapılıyordu. Tur boyunca bütün tesbihatlar kardeşimiz Mehmet Furat’a havale edilmişti. Yolculuğun sevindirici taraflarından biri de bütün camilerde bayanlar için yer ayrılmış olmasıydı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Trabzon’a varıyorduk. Orada bizi genç kardeşlerimiz karşılıyor; saat yirmi dörtte muhabbet sofraları kuruluyordu. Bayan kardeşlerimiz de, Trabzon Yeni Asya Vakfı’nda konaklıyorlardı.

Perşembe sabahının ilk ışıklarıyla kısa bir şehir turu ve ormanlar içerisindeki meşhur köşkü geziyorduk. Tur rehberimiz Eyüp, gezdiğimiz yerler hakkında sürekli bilgiler sunuyordu.

Maçka’daki Sumela Manastırı’nı gezerken rehberimiz bu yapı hakkında bilgiler aktarıyor; kilise duvarlarında ve tavanındaki resimlerin hangi mânâlara geldiğini anlatıyordu.

Sumela Manastırı bize göre inancın ve imanın günümüze bir yansımasıydı. İnsanlar inançlarını gizli olarak da olsa yaşamak için, sarp dağların sarp kayalıklarına ibadet mekânları yapmışlardı. Olsa olsa bunlar devlet otoritesinin Hıristiyan dindarlara baskılarından uzak mekânlarda, olağanüstü bir emeğin ve insan gücünün inancını baskılardan azade yaşayabilmesinin bir eseriydi.

Sumela gezisinin ardından, Akçaabat’ta enfes bir köfte ziyafeti bizleri bekliyordu. Akçaabat’ta Sera Gölü de görülmesi gereken mekânlardan biriydi. Dağ silsilesinden kopan büyük kitlenin, akan ırmağın önünü kapatarak oluşturduğunu güzelliği tefekkürle ve şükürle izledik.

Trabzon Boztepe’de çaylarımızı yudumlarken, Karadeniz’le Trabzon’un kucaklaşması, ruhumuza doyumsuz ilhamlar serpiyordu.

Tur otobüsümüz, Uzungöl’e doğru yol alırken, yeşilin ortasında, san'at-ı İlâhinin zirvelerinde dolaşıyorduk. Cenâb-ı Hakk’ın harika bir mu’cizesi Uzungöl, temaşası doyumsuz bir manzara sunuyordu tefekkür ufuklarımıza.

Gökyüzünün yürek hoplatan gürültüsü, çam dağlarını aydınlatan şimşeği, göğün yüzünü kaplayan kapkara bulutlar, kapkaranlık dağlar, kapkara gecenin ortasında kapkara Uzungöl. Ve Nur kafilemizi rahmetle karşılayan iri yağmur taneleri, göl kıyısını arşınlamamıza müsaade etmeden bizi otel odalarımıza hapsediyordu.

Aynı gece yatsı namazını kılmak için Uzungöl Camii’ne otobüsümüzle hareket ediyorduk. Mesnevî-i Nuriye’mizi de koltuğumuza sıkıştırarak camiye girdik. Yatsı namazı için hazır olan imama uyduk.

Namaz sonrası Furat kardeşle imama doğru yaklaştık, musafaha ettik. Kendimizi tanıttık.

İmam efendi koltuğumuzdaki Risâle’yi alarak baktı, sonra kafilemize dualar etti. ‘’Keşke biz de katılabilseydik’’ dedi. Dersimizi arka sofada yapabileceğimizi de hatırlattı.

Caminin ışıkları sönerken, imam efendi de beş altı kişiden oluşan halkasıyla zikir dünyasına dalıyordu.

Cuma sabahı, sabah namazlarımızı Uzungöl’deki otel odalarımızda eda ettikten sonra, namaz tesbihatı ve dersimizi otobüsümüzde yaparken, Cenâb-ı Allah’ın bin bir isminin tecellisini seyrediyorduk.

Rize’de Botanik Çay Bahçesi, Rize’ye hakim bir tepede kurulmuş. Denizle kucaklaşan Rize’nin fotoğrafları hem hafızalara, hem de fotoğraf makinalarının kayıtlarına geçiyordu.

Ayder Yaylasına doğru yol alırken Âyet’ül Kübra Risâlesinin hakikatlerini bire bir yaşama imkânı buluyorduk. Hep zirvelerdeydik. Zirvelerden kopup gelen çağlayanlar, şelâleler arasında bulutlar yanıbaşımızdan kayıp gidiyordu.

Mübarek Cuma gününün namazını Ayder’deki camide eda ettikten sonra alışılmış minval üzere tesbihatı yapıyor, namaz dersiyle yolculuk devam ediyordu. Ve Sarp Sınır Kapısına doğru hızla yol alıyorduk. Bakalım bizi Sarp’ta neler bekliyordu?

Sarp Sınır Kapısında ibretlik bir manzara seyrediyoruz. Yekpare, tek köy, ortasından akan dere sınır kabul edilerek; baba oğuldan, amca yeğenden, anne kızından ayrılmış. Oradaki vatandaştan aldığımız bilgiye göre; köyün Türkiye tarafı Müslüman ve camisi var, öbür yamacı Hıristiyan ve kilisesi var.

Nasıl oldu bu?

Yeğeni Türkiye tarafında Müslüman, amcası karşı yakada oturuyor Hırıstiyan. Hayret!

Sınırlar tesbit edilirken, köyün deresi sınır kabul edilmiş. Yani köyü bölüşmüşler. Köyün karşı yamacı Rusya’da kalmış, bu yamacı Türkiye’de. Komünist Rusya insanları Hırıstiyanlaştırmış. Bu yakadakiler Müslümanlıklarını korumuşlar.

Bu parçalanmayı, bu aile dramını bütün sınır boylarında düşünürsek feci bir manzara ile karşılaşmış oluruz. Cuma gününün akşamı Hopa’da yıldızı bol bir oteldeyiz. Akşam olmak üzere. Yemeklerimizi yerken, rehberimizi otel görevlisine göndererek namazlarımızı nerede kılacağımızı sordurduk. Soruya muhatap olan zatın müstehzi yüz ifadesi sinir katsayılarımı yükseltirken, rehberimiz otelde mescid olmadığını camiye, gidebileceğimizi söyledi.

Camiye gidemiyeceğimizi, kafilede bayan yolcuların da olduğunu onların da namaz kılacaklarını, bize seccade temin etmelerini söyledik. Rehber tekrar geldi seccadelerinin olmadığını bildirdi. Sarp’ta işler sarpa sarıyor gibiydi. “Seccade yoksa aldırsınlar, yoksa yemekten sonra kalkar gideriz yolumuza devam ederiz, bu otelde kalmayız” dedik.

Bir müddet sonra bol yıldızlı otel yönetiminden bir haber geldi; aşağıdaki kahvaltı salonunu mescid olarak kullanabilirmişiz. Yeni halı ve yeni seccade getirmişler ve sermişler...

Akşam, yatsı ve sabah namazlarımızı cemaatle orada eda ettik. Namazda bizimle saf bağlıyanlar arasında otelde çalışan arkadaşlar da vardı. Anlaşılan o arkadaşta, bu direncin zaferinden memnun kalmıştı.

Ve Cumartesi sabahında, Bediüzzaman Mevlidi’nin yapılacağı Van İli’ne doğru hareket ederken; Artvin’in Şavşat Yaylaları doyumsuz güzellikler sunuyordu hafızalarımıza.

Serhat şehri Kars’a vardığımızda öğle olmuştu. Namazımızı ecdat yadigârı camide eda ederken, ecdadımızın, bu memleketin tapu senedi hükmünde olan eserlerini temaşa ediyorduk. Ruhları şad olsun.

Ağrı Dağı’nın karla kaplı zirveleri, uzun süre yol boyunca kafilemize eşlik etti. Üstad Hz.lerinin Doğu’daki aşiretlere verdiği dersleri terennüm ederek, ilk Nur menzilimiz Doğubayazıt’a vasıl olduk. Üstadımızın hakikî tahsili olan üç ay süreyle kaldığı mekânlardaydık.

İshak Paşa Sarayı’ndaki el san'atı, göz nuru taş işçiliğini geçmişin izlerini görerek ve geçmişimizi tahattur ederek dolaştık.

Ve gecenin ilerleyen saatlerinde Mevlid’in yapılacağı, Üstadımızın menzilleri içerisinde önemli bir yer tutan Van İli’ndeki otel odalarımıza çekiliyorduk.

Pazar sabahı kafilemizle Van Kalesi, Horhor Medresesi kalıntıları ve Erek Dağı eteklerindeki menzilleri ziyaret ediyorduk.

Van Kalesinin başından ayağı kayıp düşerken ‘’Dâvâm’’ deyişini hafızalarımıza nakşediyorduk.

Yukarı Nurşin Camii’nde muazzam bir kalabalık vardı. Kalabalığın büyük bir bölümünü Doğu’da yaşıyan kardeşlerimiz oluşturuyordu. Aynı zamanda Doğu’lu ulema da mevlide iştirak etmişlerdi. Cizre’den, Mardin’den, Diyarbakır’dan, İzmir’den, İstanbul’dan, Mersin’den, Adana’dan ve yurdun dört tarafından iştirakler vardı mevlide. Nur yüzlü insanlar muhabbetle kucaklaşıyorlardı. Üstadımız Bediüzzaman Hz.lerinin gösterdiği nurlu ufukta kardeşçe buluşmuştu Anadolu insanı. Nur’un bayramı yaşanıyordu Van’da; Türk’üyle, Kürd’üyle, Arap’ıyla İslâm kardeşliğini tescilliyorlardı dosta ve düşmana. Ve bu kardeşlik tablosundan ülkeyi yönetenlerin barış ve kardeşlik yolunda alacağı dersler vardı şüphesiz. İnşallah onlar gereken dersi alırlar ve Bediüzzaman Hz.lerinin içtimaî reçetelerini ve imanî reçetelerini uygulama sahasına koyarlar.

Anlaşılan o ki, barış ve huzur için Bediüzzaman’ın eserleri bu memleket için yabana atılacak cinsten değil. Onun gibi bir dahinin, bir vatan evlâdının Doğu’da dünyaya gelmesi ve Doğu ile Batı’yı kucaklaştırması vatanımız için büyük bir şanstır.

Anlatılamayacak kadar derin hislerle ayrıldık Van’dan. Bu yolculuğumuz süresince, kafilemizdeki ailelerin çocukları şiirler yazmışlar Üstad’ları için, Risâleler ezberlemişler. Yol boyunca onlarda bizlere, o tatlı ve masum halleriyle bize nurlu, sevimli ziyafetler çektiler. Okanlar, İbrahimler, İremler, Cananlar, Zehralar geleceğin genç Said’leri olacağının müjdelerini verdiler.

Dönüş yol güzergâhımızda Veysel Karanî Hazretleri vardı. Dualar edildi, Fatihalar bağışlandı. Malabadi Köprüsü’nün heybetli hali hafızalarımıza nakşedildi.

Adıyaman Nemrut Dağı’nda güneşin ilk ışıkları kafilemize merhaba derken, dillerde tekbir, gönüllerde zikr-i İlâhî olarak karşılık buluyordu güneşin aşağı dağların arasından yükselişi.

Kafilemizdeki bütün cemaatin, bütün yolcuların, Yeni Asya Kahramanmaraş Vakfı’ndan bir temennisi vardı. Bu organize programların, turların benzerlerinin çoğaltılması dileği.

Sağlık, sıhhat, huzur, afiyet, dirlik, birlik, beraberlik ruhu içerisinde İnşallah.

ATİLLA YILMAZ / KAHRAMANMARAŞ

11.07.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Bütün haberler

Başlıklar

  Ayder’de Âyet’ül Kübrayı okuduk

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.