Basından Seçmeler |
Darbe hazırlığına suçüstü
12 Eylül Darbesi’nden sonra “solcu” olduğu için ordudan atılan asker dostum anlatıyor: “Ankara’daki olay, darbe öncesi hazırlıkları andırıyor... Albay bizzat toparlayacağı siyasetçilerin adreslerini çıkarmakta...” Eski deneyimlerinden hareketle, bir yandan da İstanbul’daki Harp Akademileri’nde “hareketlilik” olup olmadığını izlemek gerektiğini vurguluyor. Acaba mı? “Arınç’a suikast” haberi ertesindeki Genelkurmay’ın çelişkili, garip açıklaması... Cumhuriyet tarihimizde ilk kez Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda Cumhuriyet Savcıları nezaretinde yapılan arama... Burada görevli sekiz askeri personelin gözaltına alınarak Ankara Merkez Komutanlığı’na götürülmeleri... Geçen Cuma esip gürleyen Genelkurmay Başkanı’nın “belki bazı suallere cevap verememiş olabiliriz” demesi... ««« Ve en önemlisi Bugün Gazetesi’ndeki şu stratejik bilgi: “Ayrıca tanımla birlikte yeniden yapılandırılan Seferberlik Tetkik Kurulu’nun 12 adet olan Bölge Başkanlıkları’nın da 2010 sonuna kadar iki katına çıkarılması kararlaştırıldı. Bu durum ilginç bir gerçeği de gün yüzüne çıkardı. Seferberlik Kurullarının darbe öncesi dönemde artırıldığı ardından ise azaltıldığı tespit edildi. 1954 yılında 14 olan sayı 1960 Askeri Darbesi’ne kadarki dönemde 35’e kadar çıkarıldı. Darbeden hemen sonra düşürülen bölge başkanlığı sayısı 1980 İhtilali’ne giden süreçte yeniden 27’ye çıkarıldı. Turgut Özal’ın girişimiyle 1988 ve sonrasında 13’e kadar düşürülen bölge başkanlıklarında 2007 yılında yeniden artırıma gidildi.” Sanırım “suikast” değil ama “darbe” hazırlığına suçüstü yapıldı. Ikınıp, sıkınıp ne olduğunu açıklayamamak da buradan kaynaklanmakta... ««« Ancak bir de “iç savaş” peşinde koşanlar var... Dün... Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın PKK’nın sivil oluşumu olduğu iddia edilen “Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması”na yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında gözaltına alınan ve polis sorgusu tamamlanan 10’u belediye başkanı 35 kişinin tek sıra halinde ellerine takılmış plastik kelepçelerle adliyeye getiriliş resmini gördünüz mü? Halkın oyuyla yerel iktidar olmuş bu insanları tek sıraya sokarak kelepçelemek ve bunun resimlerini kamuoyuna dağıtmak kimin fikri? Üstelik adliye önüne gelene kadar bu insanları ne tek sıraya sokmuşlar, ne de kelepçelemişler... Demek ki amaç başka... ««« Ne olabilir? Emre Uslu’nun Taraf’taki “KCK: Açılımı tufaya düşürme operasyonu” adlı yazısının bir bölümünü birlikte okuyalım: “Adı İzmir’de çete operasyonu ile anılan terörden sorumlu Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü’nün kendi üzerinde yoğunlaşmış bakışları dağıtmak için merkezin daha önce koyduğu ‘KCK operasyonlarını bekletin’ rezervini kaldırdığı iddia ediliyor. Buna göre Gülcü, -belki de yakın olduğu İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı da ikna ederek- KCK operasyonlarını başlatıp, bunu kendi hanesine kar olarak yazdırmak istiyor. Burada, Açılım sürecinde KCK’nın yaptığı taşkınlıklar nedeniyle Bakan’ın ikna edilmesinin çok zor olmadığı da belirtiliyor. Bu durumda Bakan’ı ikna eden EGM merkez yönetiminin, kamuoyu nezdinde sıkışmış olan askerlere de göz kırptığı belirtiliyor. Bu noktada, Mustafa Gülcü’nün hem İçişleri Bakanı’na hem de askeri bürokrasiye yakın olduğunu not etmek gerekiyor. Ayrıca Emniyet’in merkez teşkilatında yapılan kritik atamalara da bu gözle bakmakta yarar var. Sonuçları açısından bakıldığında KCK operasyonlarından zararlı çıkan açılım süreci olmuştur. Bu süreçten kârlı çıkanlar ise, gündemin kayması nedeniyle, adları çetelerle anılan Emniyet Genel Müdür yardımcıları ile Arınç’a suikast iddialarına komik bir açıklama yapan TSK yönetimi olmuştur.” Tabii eş zamanlı olarak... Askeri bir bölgede çekilip dün web sitelerinde dolanıma sokulan “öldürülmüş iki PKK’lının kafalarına tekme atma sahnelerini içeren” görüntüleri de pas geçmemek gerek. ««« Ne oluyor? Ne olacak “darbe olmaz ise, iç savaş çıksın” hali... Toplumsal açıdan... Tuzağa düşmek istemiyorsanız... Tufaya gelmek istemiyorsanız, dikkatli olun... Mehmet Altan, Star, 27 Aralık 2009 |
28.12.2009 |
Gladio’nun sivilleşmeye direnişi
AK Parti’yle (ve seçim yoluyla gelmiş ve varlığını sürdürmesi seçime bağlı olan diğer siyasi partilerle) hesaplaşmanın yolları bellidir... Bu yollar, demokrasinin temel prensipleri tarafından belirlenmiş durumdadır... Ama askerle ve militarizmle nasıl hesaplaşacağımız, çok daha problematik, acil ve ciddi bir mesele olarak karşımızda durmakta. Siyasi iradenin denetimini kabul etmeyen, içinde sürekli darbeci üreten bir kurumla, halk tarafından seçilmiş siyasi irade arasındaki çatışmada tarafsız olmak ya da seyirci kalmak, demokrasiyle, ilericilikle ve insan haklarıyla kesinlikle bağdaşamaz. Böyle bir bağdaştırma üretmeye çalışmak, ya demokrasinin temel ilkelerini kavrayamamaya ya da manipülatif yaklaşmayı tercih ediyor olmaya işaret eder. Bu çatışma ve çekişme, Türkiye demokrasisinin geleceğiyle ilgili son derece kritik bir önemde. Türkiye demokratik bir ülke olacaksa, Avrupa standartlarında bir yönetim biçimine kavuşacaksa, asker sivil iradenin denetimi altında olacak. Bunun bugünkü hükümetle ya da Genelkurmayla ilgisi yok, bu tamamen prensip meselesi. ««« Son birkaç yıldır ortaya çıkmakta olan bilgiler ve belgeler, ülkemizdeki ‘denetlenemez güç’ün ne kadar tehlikeli bir potansiyeli içinde barındırdığını bir kez daha gözler önüne serdi ve sermeye devam ediyor. Özel Harp Dairesi, Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Kuvvetler Komutanlığı gibi kurumların geçmişimizde nasıl roller oynadığını anlamak için eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in yazıp söylediklerini incelemek bile yeterlidir. Avrupa’da Gladio’lar dönemi çoktan sona erdi. Türkiye’nin sivil güçleri, hâlâ ‘Seferberlik Kurulları’ndan içeriye girmekte zorlanıyor. Burada tarafsızlık olur mu Allah aşkınıza... Oral Çalışlar, Radikal, 27 Aralık 2009 |
28.12.2009 |
Halka açıklamak zorundasınız
Ankara çok siyasi kriz yaşadı, ama böylesi ilk kez görülüyor. Mesele birkaç satırlık, fazla bir anlam ifade etmeyen açıklamalarla geçiştirilebilir türden bir mesele değildir. Başbakan Yardımcısı Arınç’ın sokağında bir otomobilin içinde bir albay ile bir binbaşı “yakalanır.” Bu iki subayın Arınç’a “suikast hazırlığı” içinde oldukları bilgisi yayılır. Subaylar gözaltına alınmaz, salınır. Genelkurmay bu iki subayın başka bir izleme göreviyle ilgili olarak orada bulunduklarını bildirir. Olay bu kadarla kalsaydı, belki bir yanlış anlamadan, aşırı hassasiyetten söz edilir, kapatılırdı. Ancak siyasilerden gelen açıklamalar bu iki subayın, başka bir subayı izlemenin ötesindeki bir “konumda” olduklarına ilişkin ciddi kuşkular bulunduğu yönündeydi. Önceki gece, Genelkurmay’ın Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı’nı savcıların kalabalık bir polis grubuyla “basması” şu ana kadar açıklananın çok ötesinde bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. ««« Seferberlik Tetkik Kurulu, eski adıyla Özel Harp Dairesi, yıllardır değişik tartışmalara konu olmuş bir askeri birimdir. 6-7 Eylül olaylarında bu birimin etkili olduğu iddiaları da ortaya atılmış, 12 Eylül 1980 öncesinin kargaşa ortamında yine bu birimin adı anılmış, o dönemde Başbakan olduğu sırada Bülent Ecevit iddialarla ilgili araştırma girişiminde bulunmuş, ancak görevden ayrılmasıyla birlikte konu kapanmıştır. Sonuçta Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı’nın, Genelkurmay’ın “hassas” dairelerinden biri olduğu biliniyor. Arınç’ın evinin sokağında “yakalanan” iki subayın da bu dairede görevli oldukları açıklanmıştı. Eğer Genelkurmay açıklamasında yer aldığı üzere, bu iki subayın dışarıya bilgi sızdırdığından kuşkulanılan bir başka subayı izledikleri doğruysa, Dairede savcı ve polislerin arama yapması için bir neden olmamalıdır. Ama yapıldı. Böyle bir arama yapılabilmesi için mahkeme kararı gerektiğine göre demek ki savcıların elinde mahkeme kararı da bulunuyor. Mahkemelerin böyle bir arama kararını; Genelkurmay’ın “hassas” bir dairesinin sivil savcılar tarafından aranması kararını almaları için ortada çok ciddi iddialar bulunması gerekir. Sadece bulunması da değil, bu iddiaların ciddiye alınması gerektiği kanaatinin de oluşması gerekir. ««« Olaylar çok ciddidir ve dün Başbakan ile Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın görüşmesinden sonra yapılan açıklamayla yetinmek mümkün değildir. Genelkurmay Başkanlığı Başbakan’a bağlıdır. Ve Başbakan halkı aydınlatmak, baskının gerekçesini anlatmak zorundadır. Bu baskın için ciddi gerekçelerin var olup olmadığını bilmek bütün vatandaşların hakkıdır. Okay Gönensin, Vatan, 27 Aralık 2009 |
28.12.2009 |
Devletin en derin yeri
Memleketİn Başbakan Yardımcısı’nın evinin yakınında iki şüpheli araç dikkat çekiyor. Polis geliyor, ‘Kimsiniz’ diyor, iki rütbeli asker çıkıyor arabadakiler. Amaçları ne? Şüpheli. Suikast hazırlığı diyen var, Bülent Arınç’ı dinliyor ve izliyorlardı diyen var, Genelkurmay’dan dışarı bilgi sızdıran birini izliyorlardı diyen var, ‘Özel Kuvvetler böyle eğitim yapar, yaptıkları bir eğitim tatbikatıydı’ diyen var. Var oğlu var. Savcı başta iki askeri sorgulayıp serbest bırakıyor ama birkaç gün sonra elinde arama emriyle gidiyor ve Ankara’daki Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda, Seferberlik Tetkik Kurulu isimli adı hep karanlık efsanelerle, kontrgerillayla vs. anılan bürolarda arama yapıyor, bu birimde çalışan rütbeli sekiz askeri gözaltına alıyor. Ertesi sabah görevdeki Genelkurmay Başkanı ve 9 ay sonra Genelkurmay Başkanı olacak olan Kara Kuvvetleri Komutanı koşa koşa Başbakan’la görüşmeye gidiyorlar, üç saat görüşüyorlar. Oysa Başbakan daha iki gün önce Genelkurmay Başkanı’yla uzun bir görüşme yapmıştı, pazartesi günü de Milli Güvenlik Kurulu toplantısı vesilesiyle bir kez daha görüşeceklerdi. Ankara karışmış durumda anlayacağınız. Acaba savcı Seferberlik Tetkik Kurulu ofislerinde neler buldu? Acaba bulunan şeyler arasında, insan fişleme dahil ‘suç’ kategorisine girebilecek bir şeyler var mıydı? Acaba iktidar partisi yetkilileriyle ilgili istihbarat notları bulunmuş olabilir mi? Pek çok yorumcuya göre askerin halen sistem içindeki rolü ‘devlet içinde devlet’ gibi bir şey. Eğer bu yorum doğruysa, Özel Kuvvetler Komutanlığı ve onun içindeki Seferberlik Tetkik Dairesi de ordunun içindeki ordu konumunda. Devletin en derin yeri yani. Her şeyi çok gizli. İsmet Berkan, Radikal, 27 Aralık 2009 |
28.12.2009 |
Özel Harp? Daha neler...
(...) Tarih 5 Aralık 1958. Ali İhsan Göğüş tarafından çıkarılan haftalık haber dergisi Kim, kapaktan ‘müjdeli’ haberi okuyucularıyla paylaşıyordu: 9 Subay Davası: Sönen Balon. Peki, neydi balon olduğu kapaktan duyurulan Dokuz Subay Davası. Yıl 1957’dir. Tıpkı günümüzün isimsiz ihbarcı subayı gibi bir ihbarcı subay ortaya çıkar. Ama bu kez adıyla ve sanıyla. Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu, Demokrat Parti’nin ileri gelenlerine ordudaki cuntayı ihbar etmiştir. Biri CHP yöneticisi emekli bir kurmay albay, çoğunluğu albay ve yarbay sekiz asker tutuklanır ve Askerî Mahkeme’de yargılanmaya başlanır. Dönemin gazeteleri bu davadan hiç hoşlanmazlar. Bu subayların tek suçunun İsmet Paşa’yı sevmek olduğunu yazarlar. Onlara yapılan muamelenin Elliniki Enosis cemiyeti mensuplarına bile yapılmadığından şikâyet ederler. Kasım 1958’de Harbiye’deki Askerî Mahkeme’de karar açıklanır. Daha sonra genelkurmay başkanı olduğunda adı darbe girişimlerinde geçince emekliye sevk edilecek Mahkeme Başkanı Cemal Tural, ihbarcı asker Samet Kuşçu’ya doğru elini uzatıp askerlere ‘yakalayın’ talimatını verir. Samet Kuşçu iki yıl hapse çarptırılmış, diğer subaylar serbest bırakılmıştır. Darbe iddialarının ne kadar mesnetsiz olduğunun anlatıldığı Kim dergisinin iç sayfalarında karar için “Adalet yerini buldu” başlığı kullanılmış ve altında da şöyle yazılmıştı: “Böylece bir yıl müddetle bütün Türk ve dünya efkârını işgal eden bir iddia, asılsız çıkıyor ve başta Türk ordusunun şerefli mensupları olmak üzere bütün vatandaşlar sevince gark oluyordu.” Darbe iddialarının ‘balon çıkmasından’ 1,5 yıl sonra darbenin kendisi gerçekleşti. 9 Subay olayının üzerine gitmek isteyen Celal Bayar’ı, sorunu orduyu yıpratmadan çözmek isteyen Adnan Menderes durdurmuştu. 27 Mayıs’tan sonra Bayar’ın Menderes’e bu yüzden kırgın olduğu söylendi... Peki, Dokuz Subay Olayı’nın ‘balon çıkmasıyla’ sevince gark olan Kim dergisinde kimler çalışıyordu: Orhan Birgit, Oktay Ekşi, Coşkun Kırca, Fikret Otyam, Sadun Tanju, Yılmaz Büyükerşen ve Bülent Ecevit... Tarih bu kez 29 Mayıs 1977’dir. Seçim gezileri için İzmir’e gelen CHP Lideri Bülent Ecevit’e Çiğli Havaalanı’nda parti otobüsüne binerken uzaktan ateş edilir. Yanında bulunan Mehmet İsvan bacağından yaralanır. Füze cinsi bir silahtan atılan gazlı kurşun özel yapımdır. Polis “mermi değil patlangaç” diyerek olayın üstünü örtmeye çalışır. Bülent Ecevit ‘Bu bir suikasttı, bana karşıydı’ der ve kontrgerillayı işaret eder. (...)olayın Ecevit’e dönük bir suikast olduğuna inanmayanlardan biri de Milliyet Başyazarı Abdi İpekçi’dir. 2 Haziran 1977 günü “Şüpheler, şüpheler” başlıklı yazısında şöyle demektedir: “Böyle bir görev yüklenmiş (polisi kastediyor –YO) kişinin Ecevit’in ya da herhangi bir parti liderinin hayatına kastedeceği, öldürmeye kalkışacağı düşünülemez. Bu bakımdan Çiğli Havalimanı’nda Mehmet İsvan’ın yaralanmasıyla sonuçlanan olayın aslında Ecevit’e yönelik bir suikast ile ilgili olduğuna inanmak zordur. Gaz tüfeği herhalde bir kaza ya da ihmal sonucu patlamıştır.” Bu yazının üstünden 20 ay geçtikten sonra Abdi İpekçi hâlâ asıl faili tartışılan bir suikasta kurban gider. Onu öldüren Mehmet Ali Ağca askerî cezaevinden yurtdışına kaçırılır. Peki, Abdi İpekçi’yi ‘yalnız kurt’ ülkücü bir gencin öldürdüğünü iddia edenlere ne olur?.. Bu hikâye daha ne kadar böyle sürüp gider?
Yıldıray Oğur, Taraf, 27 Aralık 2009 |
28.12.2009 |