Kültür-Sanat |
Gebze’de açılım ve Said Nursî paneli |
Kocaeli’nin Gebze ilçesinde Köprü Eğitim Kültür ve İletişim Derneği (KÖPRÜDER) tarafından organize edilen “Said Nursî ve Demokratik Açılım” konulu panel sonunda panelistler, bu süreçten çıkış yolunu anayasa değişimi ve İslâmiyet çatısı altındaki kardeşlik olarak gösterdiler. AÇILIM, SİVİL ANAYASA VE İTTİHAD-I İSLÂMLA BAŞARILIR
Gebze’de, Köprü Eğitim Kültür ve İletişim Derneği (KÖPRÜDER) tarafından organize edilen “Said Nursi ve Demokratik Açılım” konulu panel sonunda panelistler, bu süreçten çıkış yolunu anayasa değişimi ve İslâmiyet çatısı altındaki kardeşlik olarak gösterdiler. KÖPRÜDER tarafından organize edilen “Said Nursî ve Demokratik Açılım” konulu panel, Gebze Belediyesi Osman Hamdi Bey Salonunda büyük bir katılımla gerçekleşti. Gazetemiz başyazarı ve genel yayın yönetmeni Kâzım Güleçyüz, siyaset bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız, Araştırmacı-Yazar Hüseyin Yılmaz’ın konuşmacı olarak katıldığı panelde oturum başkanlığını Av. Kadir Akbaş yaptı. Gebze ve çevre şehirlerden çok sayıda katılımcının olduğu panele Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu, Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut ve Demokrat Parti Gebze İlçe Başkanı Rüstem Keskin telgraf gönderdiler. Program sonrası katılımcılara gazetemiz tarafından hazırlanan “Said Nursî ve Demokratik Açılım” konulu broşür dağıtıldı. Katılımcılara plaketlerin takdim edilmesiyle program son buldu. Hafız Selahattin Pala’nın Kur'ân tilİvetiyle başlayan panel, KöprüDer Başkanı Mustafa Duman’ın açılış konuşması ile devam etti. Padişahlık, meşrutiyet ve cumhuriyet olmak üzere üç dönemi birden yaşamış olan Bediüzzaman Said Nursî’nin yüz yıl önce ortaya koyduğu Kur’anî fikirlerin bugün geldiğimiz noktayı başarıyla sonuçlandırmak adına adeta reçete görevi üstlendiğini söyleyen Duman, “Bugün dönüp baktığımızda Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin, bu konu hakkında yüzyıl önce ortaya koyduğu fikirlerin tazeliğini koruduğunu görmekteyiz. O günlerden bu yana Üstad hazretlerinin yazmış olduğu Risale-i Nur Külliyatı akademik anlamda yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından da kabul edilip akademik çalışmaların konusu haline gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında bu eserlerin bize anlatacağı çok sayıda hakikatin olduğunu söyleyebiliriz.”
Said Nursî iyi okunup, değerlendirilmelidir
Yüzyıl öncesine dönüp baktığımızda böyle bir sorunun bir nevi var olduğunu ve Üstad Hazretlerinin eser neşretmenin yanı sıra Doğu’da bilfiîl çalışarak, —bugün bizi bu noktaya getiren—ırkçılık anlayışının önüne geçmeye çalıştığını ifade eden Duman, “O dönemde Doğu’yu karış karış dolaşmış ve aşiret liderleriyle yapmış olduğu görüşmeler sonrası kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplar Münazarat adı altında bir kitap haline getirilmiştir. Buna rağmen Cumhuriyet döneminde sayısız baskı ve işkencelere maruz kalan Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatı ülke idaresinde olanlar, aydınlar ve akademisyenler tarafından iyi okunup, değerlendirilmelidir” diye konuştu. Duman konuşmasını, Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatında geçen hürriyet tanımını yaparak bitirdi.
Artık birileri sen düşünme diyemiyor!
Duman’ın konuşmasından sonra ilk sözü siyaset bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız aldı. Bugün ülkemizin insana yaraşır, çözüm odaklı ve kendi dinamizmi ile sorunun üstesinden gelebileceğine inanarak hareket etmesinin önemli ve güzel bir gelişme olduğunu ifade eden Yıldız, “Bugün ülkemizde bu sorunların konuşuluyor olmasından öte kendi iç meselesini kendi imkânları ile çözebilecek olduğuna inanarak yola çıkması demokrasi adına oldukça sevindirici bir gelişmedir. Artık birileri sen düşünme, biz senin yerine düşünürüz demiyor, diyemiyor. Günümüz şartlarında insan hayatından daha önemli başka bir şeyin varlığından söz edemeyiz ve insan hayatını göz ardı edemeyiz. Geldiğimiz süreç de bunu gerektirmektedir. Aksi takdirde aynı gemideyiz ve hep birlikte batarız” dedi. Osmanlı’dan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti—maalesef—ulus devlet olarak kurulduğunu, ulus devlet, bireyin doğumundan ölümüne kadar her sürece karışmanın ötesinde müdahele etmekte ve bunun da baskıyı getirmekte olduğunu belirten Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dönemin Ankara Valisi Nevzat Doğan’ın bu ülkeye komünist lazımsa onu da biz getiririz sözü çok manidardır. Peki çerçevenin dışına çıkıp nasıl bakacağız? Hangi değerler çatısı altında rahatlıkla yaşayacağız? Şu an bir yol ayrımındayız ve—bu süreçten önce kabul edilmesi mümkün olmayan—şiddete dayalı bir çözüm, bu süreçten sonra da kabul edilemez.”
Ülkenin bölünmez bütünlüğü sözü ne kadar demokratik?
Son günlerde sıklıkla dile getirilen ülkenin bölünmez bütünlüğü ifadesinin çok da demokratik bir ifade olmadığını ifade eden Yıldız, bu konuları tartışamadığımız takdirde doğru soruları soramayacağımızı ve doğru sorunun sorulmadığı bir ortamda doğru cevaplardan da söz etmenin mümkün olmayacağını vurguladı. Böyle bir durumun daha fazla kan kaybına sebep olacağını ifade eden Yıldız, “Toplumsal iletişimin temeli, empatidir. Bunun akabinde şefkat, merhamet ve adalet gelir. Maalesef ülkemizin milliyetçilik tanımı etnik bir temele dayanmaktadır. Böyle bir tanım yapıldığı vakit her kesimin bu tanım içerisinde kendini bulabilmesi gerekir ki ülkemiz adına böyle bir şeyden bahsetmek maalesef imkansızdır. Çok renkli, çok kültürlü olmak bir tehlike değildir. Bunun da ötesinde orkestra misali yönetilmesiyle toplumu ayağa kaldıracak bir potansiyeldir” diye görüşlerini ifade etti. Ülkemizde maalesef tarihin tek bir isme mâl edildiğini, ama dünya üzerinde böyle bir şeyin olmamasının yanı sıra Amerikadan örnek veren Yıldız, Amerika’daki bağımsızlık mücadelesinin G. Washington’a mâl edilmediğini ve bu hatayı düzelttiğimiz takdirde çözümün kendiliğinden oluşacağını ifade etti. İçinde bulunduğumuz durumu zifiri karanlık bir samanlıkta mahsur kalmış bir insana benzeten Yıldız, bugüne kadar anahtarı kapının ağzında aradığımızı, ama anahtarın samanların içinde olduğunu ifade ederek kapıyı açıp ışığı görmemize az kaldığını ifade ederek sözlerini noktaladı.
Çocuklarımıza yaşama hakkını feda etmesi dikte ediliyor!
Yıldız’dan sonra konu ile alakalı birkaç cümle söyleyen panel yöneticisi Av. Kadir Akbaş, çocukların yedi yaşından itibaren okullarda her sabah andımızı okuduğunu ve daha hiçbir şeyden haberi olmayan evlâtlarımızın farkında olmadan en temel hakkı olan yaşama hakkını Türk varlığı uğrunda feda etmesi gerektiğinin dikte ettiğini söyledi. Bir kimlik tanımı yapılması gerekiyorsa önce insan, sonra Müslüman kimliğinin tanımlamasının yapılmasının yeterli olduğunu vurgulayan Akbaş, sözü diğer katılımcılardan Kâzım Güleçyüz’e verdi.
Said Nursi’ye tek cümle az gelir!
Demokratik açılımın konuşulduğu bir ortamda Said Nursi’yi tek bir cümleye sığdırmanın mümkün olmadığını vurgulayan Kâzım Güleçyüz, “Açılımın her alt başlığına dair Said Nursî’nin önemli görüşleri var. Meselâ terör nasıl duracak diyoruz. Operasyonların, saldırıların ve provokasyonların devam ettiği bir ortamda kan akışını nasıl durdurabilirsiniz? Öncelikli olarak toplumsal psikolojinin buna hazır hale getirilmesi gerekir. Karşılıklı öldürmelerle bu işin sonu gelmez. Dağdakileri indirerek ve başkalarının da dağa çıkmasını önleyerek bu işin önüne geçebiliriz. Bu işin bir kısır döngü ve sonu gelmez bir kan dâvâsı halinde sürüp gitmesine engel olmak için, ‘Bizim yüreğimiz yandı, başka anaların yüreği yanmasın’ diyen şehit analarının sesine kulak verilmelidir” dedi. Said Nursî’nin hizmetkâr devlet anlayışını öne sürdüğünü ve bireyden başlayan millet anlayışının oluştuğu bir ortamda ayrılıklardan, bölünmelerden bahsedilemeyeceğini ifade eden Güleçyüz, “Ayrılıkçı ve bölücü faaliyetlere karşı Said Nursî, tepkisini ortaya koymuştur. Ki bu noktada kendisinden destek isteyen Şeyh Said’e yanlış yaptığını ve böyle bir harekete girişmemesi gerektiğini ifade eden bir mektup göndermiştir” diye konuştu. Devletin merkeziyetçi ve değil milletine, kimseye güvenmeyen bir anlayış üzerine kurulduğunu vurgulayan Güleçyüz, Kürtçeyi yasaklamanın yanlış olduğunun yanı sıra bu anlamsız yasağın getirdiği birikimlerin de bugün içinde yaşadığımız süreci çıkmaza sürüklemeye çalışmakta olduğunu vurguladı. Güleçyüz, Millî Birlik kavramı ile Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren baskıcı zihniyeti ifade etmenin bu kavramı yıpratacağının altını çizerek bugün sözünü ettiğimiz Türk-Kürt kardeşliğinin İslâm kardeşliği çatısı altında bir anlam bulduğunu söyledi.
Bugün Medresetü'z-Zehra olsaydı…
“Bugün Üstad hazretlerinin din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu üniversite projesi (Medresetü'z-Zehra) hayata geçirilmiş olsaydı acaba ne olurdu? Böyle bir üniversitenin kurulmasının amacı Kafkaslar, Orta Doğu, Arap yarımadası başta olmak üzere gençlerin gelip burada eğitim almalarıydı. Bugün Medresetü'z-Zehra olsaydı ne olurdu sorusunu kendimize sormalıyız. Cevabını ise vicdanlarımız verecektir” diyen Güleçyüz, problemin sebebini ve çaresini en özlü şekilde dile getiren ifadenin de yine Bediüzzaman'a ait olan “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” sözü olduğunu vurguladı. Güleçyüz, açılımın başarısı için sivil anayasanın mutlak bir zaruret olduğunu söyledi.
İttihad-ı İslâmdan başka çıkış yolumuz yok!
Panelistlerden Hüseyin Yılmaz, açılım kelimesine karşı olduğunu ve bunun yerine demokratik teşebbüs demenin daha doğru olacağını ifade etmesinin yanısıra bu sürecin çıkış yolunun İttihad-ı İslâm olduğunu söyledi. Batı’nın bin yıldır İslâm bayraktarlığı yapan Türklerden rahatsız olduğunu ve Türklerin manevi değerleriyle her zaman galip geldiğini bildiklerinden din kavramını hayatımızdan çıkarmak için ırkçılığı empoze edip önce bizi kendi içimizde ve akabinde İslâm âlemini bölmeye çalıştıklarını vurgulayarak şunları söyledi: “Batı, bizden rahatsız. Dini, hayatımızdan çıkarmak istiyorlar. Bu noktadaki en önemli örnekleri Kurtuluş Savaşı sırasında görmekteyiz. İstanbul’u işgal etmek için 1915 yılında Çanakkale’de ağır hasarlar veren İngilizler, neye binaen İstanbul’u tek kurşun atmadan törenle geri iade ettiler? Aynı şekilde Fransızlar, hangi vaat üzerine topraklarımızdan ayrıldılar? Kurtuluş Savaşı sırasında vuruştuğumuz tek millet olan Yunanlılar, bugün hâlâ niye İngilizlere kızgınlar? Bu devletlere kim, ne taahhüt etti? Bu sorularının cevabını aramamız gerekir. Bu taleplere kısaca değinmek gerekirse; Osmanlının dirilişinden asla söz edilmeyecek ve tarih reddedilecek. İslâmiyet reddedilecek. Yakın tarihimize baktığınızda bunlara dair olayları çok sayıda bulabilirsiniz. Bu redlerden sonra Anadolu’yu neyle ayakta tutacaksınız peki? Irkçılıkla. tutabildiniz mi? Bunun cevabını ise bugün içinde bulunduğumuz durum en güzel şekilde veriyor.” Dönemin Kürt vekillerinden birini ziyarete gittiğimde konunun bu meselelere geldiğini kaydeden Yılmaz, “‘Hüseyin, vallah Allah beni Kürt yaratmış ama dağlarımıza gelip Ne mutlu Türküm diyene yazdılar. Ben şimdi ne halt edem de mutlu olam’ diye sordu. Böyle bir soruya nasıl cevap verebilirsiniz? Bırakın ırkınızı hangi anne-babadan doğacağınızı belirleyebiliyor musunuz? Bunun kararı bizim elimizde değil ki. Peki, bu durumda Türk, Kürt, Laz, Çerkez olarak yaşamanın ne suçu olabilir?" diye sordu, Yılmaz sözlerini şöyle bitirdi: “Irkçılık fikrini önümüze getirenlerin hedefleri başka. Türkçülüğü halletmeden Kürtçülüğü halledemeyiz. Demokratik teşebbüsün başarıya ulaşması için İttihad-ı İslâm’dan başka çıkış yolumuz yok. Ayrıca bu ülkenin insanları maarif (eğitim) ve askeriye olmak üzere iki tezgâhtan geçiyor. Ben hayatımda duymadığım küfürleri askerlikte duydum. Bu tezgâhlardan dindar bir şekilde ayrılmak kolay olmuyor. Yaşasın İslâmiyet ve zalimler için yaşasın Cehennem!” |
YAVUZ TOPALCI 22.12.2009 |