Basından Seçmeler |
‘Açılım sürecinin durmasını istemek sorumsuzluk’
TÜRKİYE’DE hâlâ iktidar değil, bir muhalefet sorunu yaşanıyor. Bu yüzden, açılım süreci de, komşularla “sıfır sorun” politikası da Türkiye’nin bölgesel güç olması da doğru okunmuyor. Bu yüzden iktidarın yaptığı hatalar da artılar da farklı algılanıyor. Eğer siyaset üreten bir muhalefet olsaydı belki kafalar bu kadar karışık olmazdı. Şu son olaylara bir bakın... Birdenbire sokaklar alev alev yanmaya başladı. Genç insanlar art arda öldürüldü. Ve tam arkasından zamanlaması şüpheli Tokat’ta 7 askerimiz şehit oldu. Muhalefet bu olup bitenleri nasıl açıklıyor? Onlara göre tek sorumlu; “Demokratik açılım süreci.” Neredeyse muhalefet temsilcileri AK Parti’nin sıkışması, başarısız olma ihtimalinin doğması üzerine “sevinç çığlıkları” atıyor. TV’de DTP Eşbaşkanı Emine Ayna’nın “Çocuklar açılım bitti” derken yüzündeki ifadeyi gördünüz mü? Ben şaşırdım. O sözleri müthiş bir sevinçle söylüyordu. Aslında CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın yüzündeki ifade de farklı değildi: “Bu noktadan sonra hiçbir yanlış yapılmamış gibi bu yola devam etmeye çalışmak artık gaflet olmakta, dalalet olmakta, bir hıyanete dönüşmektedir.” Sanki olup bitenlerin tek sorumlusu “Açılım süreci...” MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir adım daha ileri giderek işi sertleştiriyor ve “Milletin ayağa kalkacağından” söz ediyor. Kısaca muhalefet partileri siyaset üretmeden siyaset yapıyor ve şunu öneriyorlar: “Açılım süreci bitsin eski düzen devam etsin...” Aslında yaşadığımız kaosun nedeni de “Eski Türkiye”yi savunan bu muhalefet anlayışı... Türkiye’nin çözüm üreten yapıcı bir muhalefete ihtiyacı var. Bunun nasıl olması gerektiğini merkez sağın yeni partisi DP GİK Üyesi Nesrin Nas’a sordum. Nas, çok net bir tavır koyuyor: “Çok zor bir dönemece girildiğini düşünüyorum. Ancak bu süreçte geriye doğru değil, ileriye doğru adım atmak gerekiyor. Demokratik açılım sürecini burada kesmek büyük hata olur. Ve bunun bedelini Türkiye çok ağır biçimde öder. Türkiye yeniden eski günlere dönemez ve dönmemelidir.” Demokratik açılım sürecinin uluslararası konjonktürün bize sunduğu bir olanak olduğunu söyleyen Nas, şöyle devam ediyor: “Dünya yeni bir döneme giriyor. Bölgesel sorunların aşılması ve dünyanın daha güvenli hale gelmesini zorunlu kılan önemli bir dönemeçteyiz. Türkiye bunu doğru okur ve iç sorunlarını uluslararası arenaya taşımadan çözebilirse, gelecek 10 yılda sadece bölgenin değil, dünyanın da önemli ve karar alıcı konumundaki ülkelerinden biri haline gelir. Bu ABD ve AB dayatması değil Türkiye’nin dünyayla aynı ritmi yakalamasıdır.” Nas, bugün iktidarda AK Parti değil, CHP, MHP veya DP de olsa “demokratik açılımı” başlatmanın zorunluluk olduğunu söylüyor. Ve sözü muhalefetin siyaset üretmesine getirerek şöyle diyor: “Muhalefet elbette süreci eleştirecek ama süreci tamamen durdur demelerini sorumsuzluk olarak görüyorum. Eğer Türkiye’ye katkı yapmak istiyorlarsa bunu daha olumlu bir kanala sokmak için pozitif bir yaklaşımla ele almak ve Türkiye’nin iç barışına katkıda bulunmak durumundalar. Yani iktidarın yaptığını ileriye taşımaktır doğru olan. ‘Bu kanı durdur iç barışı bir an önce sağla, bunu da şöyle sağla’ demek siyaset üretmektir. Ya da iktidara, ‘başladığın işi bitirmezsen tarih seni yargılayacaktır’ demektir.” DP GİK Üyesi Nesrin Nas’a son olarak partisi DP’nin neden sözünü ettiği siyaseti üretmediğini soruyorum. Cevabı kısa oluyor: “DP henüz yeni oluşuyor. Birleşme dönemini tamamlıyor. Kolay bir süreç değil. Yepyeni bir siyaseti Türkiye’nin gündemine koyacağız.” Türkiye’nin ihtiyacı Nas’ın çerçevesini çizdiği demokrat, özgürlükçü ve siyaset üreten bir muhalefet partisi. Böyle bir muhalefet partisi AK Parti’ye alternatif olabileceği gibi, onunla birlikte Türkiye’nin normalleşmesine de büyük katkı verir.
Mahmut Övür / Sabah, 10.12.2009 |
11.12.2009 |
Sıkıntı tahminlerden öteye
YAZININ başlığı açılımda AKP içinde gelinen nokta ile ilgili. Bunu son günlerde yaptığım gözlemlere dayandırıyorum. İşe büyük bir samimiyetle giriştiğini her fırsatta gösteren Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, önceki gün ABD’de, yeniden, “Geri dönüşler askıya alınabilir” diyecek noktaya gelmiş olmasını çok ciddiye almalı. Sıkıntının boyutunu anlatabilmek için biraz daha geriye, Erdoğan’ın yukarıdaki sözlerinin bir önceki cümlesinde atıf yaptığı günlere dönelim. Başbakan o cümlesinde, ilk PKK’lı grubun gelişi üzerine Habur’da yaşananlar için, “Arzu edilmeyen bir tablo ortaya kondu” dedi.
KIRILMA ÜSTÜNE KIRILMA Bu sözlere rağmen Erdoğan’ın, o gün Habur’da olan kamu görevlilerine, işin sorumlusuna neden bir fatura kesmediği hâlâ anlaşılmış değil. Ancak öğreniyorum ki kendisinin de paylaştığı hisler yetkili her kurulda dile getirilmiş, hem de hiç hafife alınacak sözlerle olmamış. Söylediğim yetkili kurullara Bakanlar Kurulu da dahil. Tabii öngörüleceği gibi hedefteki ilk isim İçişleri Bakanı Beşir Atalay. Atalay’ın süreci yönetim tarzıyla ilgili ciddi eleştiriler var parti içinde. En büyük eleştiri AKP’deki ilk büyük kırılmayı ortaya çıkaran, “yürekleri çok acıtmış” diyeceğim Habur’daki o görüntüler nedeniyle dillendirilmiş. “Her şeye hâkimiz” diyen Atalay, sonraki süreçte de eleştiriliyor. İmralı nedeniyle başlatılan gösteriler, hele hele Serap Eser kızımızın bu gösterilerde yaşamını yitirmesi duygularda yeni bir şok dalgası yaratmış. Başbakan Erdoğan’ın, yine ABD’de, her fırsatta Serap’ın dramını gündeme getirmesi de aslında bunun bir yansıması. Bilinsin ki; AKP’de, Habur’dan sonra açılımda ikinci büyük kırılma Serap’ın ölümüdür; çünkü “yürekleri acıtmıştır” yeniden, hem de çok fazlasıyla. Yedi şehidi anımsatmaya ise gerek yok. Şunu da aktarmalıyım ki, “yürekler acıdıkça” fatura kesilecek ikinci adres Çankaya Köşkü olacak gibi.
AH DTP, VAH DTP Tabii faturanın sadece içeriye kesildiği sanılmasın; okların büyükleri, özellikle son dönemki performansı nedeniyle DTP’ye fırlatılıyor. Çünkü DTP’nin açılıma yaklaşımının “bu kadar körükleyici” çıkması şok edici. Süreçte Ahmet Türk’ün dahi etkisi yok; Habur’da okuduğu bildiriyi kendisi yazmadığı gibi yüzündeki ifade okuduğuna inanmadığının kanıtıydı. O tablo DTP’de yönetimin İmralı ve Kandil’de olduğunu açıklıyor. Hukuki terimle, DTP’de Ahmet Türk gibi isimler, “Farik ve mümeyyiz” görünmüyor da denebilir, “Müzayaka hali” var da denebilir; o nedenle, “Özgür iradeyle hareket edemeyen, manevi cebir altında karar verenleri Anayasa Mahkemesi’nin cezai ehliyette göremez” dense yeri. Şu sıralayacaklarım ise gözlemlerimden çıkardığım sonuçlar: 1 “Böyle açılım olmaz” diyen Murat Başesgioğlu’larının sayısı artıyor. 2- Gösterilerde şiddete yönelik polisiye ve hukuki önlemler sıkılaştırılacak. 3- Atalay, ya “sadece olaylar sonrası tepki gösteren değil, önceden öngörüp tedbir alan bir bakan” olacak, ya da açık hedef haline gelecek. 4- Sınır ötesi bir operasyon beklenmeyebilir; ama Kuzey Irak yönetimi üzerindeki baskılar daha yüksek perdeye çekilecek.
Şükrü Küçükşahin - Hürriyet, 10.12.2009 |
11.12.2009 |
Yaralı kalpler, cesur vicdanlar
KİSİ DE orada, beş silah arkadaşlarıyla birlikte “şehit” düşmüştü... Biri (İstanbul’da mukim) Giresunlu er Cengiz Sarı baş; diğeri Muşlu Yakup Mutlu. Aynı toprağa düşmüşlerdi; aynı topraklara, aynı dualarla, aynı bayrakla... Biri Türkçe haykırışlarla, biri Kürtçe ağıtlarla gömüldüler. “Son görüntüleri” denen karede de, Reşadiye Hastanesi’nde ikisi birlikte aynı kaderin içindeydiler. • Biri İstanbul’da, biri Muş’ta... İki adam çıktı; onca acıları, onca yaralı kalpleri ile bile, “cesur vicdanları”nı konuşturdular, Biri Türkçe, biri Kürtçe/aynı vicdan dilini, aynı insan dilini konuştular. • Hani ortalık “şahin”den geçilmiyor ya; çocukları oraya buraya saldırtandan da, pusuları tezgahlayandan da, linçler için elini sıvayandan da, dili coşmuş olandan da, oturduğu yerde kaleminden kan damlayandan da. Yoksul çocukların kanlarına doymayandan da. İşte “insan dili, vicdan dersi” onlara rağmen, onlar için de. • Amca Salim Sarıbaş “Türkçe” hissetti, düşündü ve dedi ki: “Bu savaşın bitmesi lazım. Ölenler de kurşun sıkanlar da bu ülkenin çocukları. Artık bu anlamsız savaş sona ermeli. Daha ne Cengiz’ler gider; giden geri gelmiyor. Bahçeli ve Baykal’a da çok görev düşüyor. Tarih bunları yazacak. Herkes elini taşın altına koymalı. 25 senedir bu savaş nasıl bitmez? Demek ki silahla bu iş çözülemiyor.” Baba Kazım Mutlu “Kürtçe” hissetti, düşündü ve dedi ki: “Bugün bir Yakup öldü, yarın başkası ölmesin. Artık barış olsun. Başka annelerin, babaların ciğeri yanmasın.” • Biz her yanda ne dersek diyelim, bu insanlar da bu ülkenin “derin vicdanları” ve gencecik, kahpe ölümleri çok yakından tattıkları gibi, acılarına rağmen konuşturdukları akıl ve duygularıyla, biri Batı’da İstanbul’da, biri Doğu’da Muş’ta... Kalpleri yara içinde... Cesur vicdanlarıyla, birçoklarına rağmen, bu ülkeyi birbirine bir kez daha bağladılar! Onca hamaset yanında, bu müthiş insani feraset ve vicdani cesaretle, “kara talih”e inat, hisleriyle ve sesleriyle “kalpten tarih” yazdılar. Aynı... nefret alevlerinin yaktığı Serap’Iarının cenazesinde bile, muhtemelen acıyla daha da olgunlaşmış kalplerini sağduyuyla konuşturan ağabey ve teyze oğlu gibi... Serap’ın bayraklı tabutuna sarılıp en kalpten gözyaşlarıyla ıslatan “en yakın arkadaşı” Rojda gibi!
Umur Talu / HaberTürk, 10.12.2009 |
11.12.2009 |