Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
De ki: Haydi, Allah'tan başka ilâh tanıdıklarınızı çağırın. Onlar sizden ne bir zararı kaldırabilir, ne de onu değiştirebilirler.
İsrâ Sûresi: 56 |
06.12.2009 |
Kabrimi bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor
Vasiyetnâmenin Haşiyesidir stadımız âhir ömründe insanların sohbetinden men edildiği cihetle anladı ki: “Bu zamanda şahsiyet cihetiyle insanlara zarar verecek haller var. Risâle-i Nur’un mesleğindeki âzamî ihlâs için bu hastalık verilmiş. Çünkü bu zamanda şan, şeref perdesi altında riyakârlık yer aldığından, âzamî ihlâs ile bütün bütün enaniyeti terk lâzımdır. Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, mânevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur’daki âzamî ihlâs ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir mânevî sebep hissediyorum. Kendini Risâle-i Nur’a vakfetmiş olan, yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında olup, bu mânâyı, lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler.” Said Nursî Emirdağ Lâhikası, s. 417 *** Üstadımız izzet-i ilmiyeyi muhafaza için eski zamandan beri en büyük reislere tezellül etmedi. Hem halkların hediyesini kabul etmiyordu. Şimdi ise Üstadımız hem zayıf olduğu halde, ehl-i ilme bir mahzuru olmayan hediyeyi ise hastalıkla alamıyor. Hattâ biz hizmetkârlarından dahi en küçük birşeyi mukabelesiz yiyemiyor. Yese hasta oluyor. Bu hâleti, hiçbir şeye âlet olmayan Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsın muhafazası için, bir hastalık suretini aldı ve hastalıkla bu kaidesini bozmaktan men ediliyor itikadındayız. Hattâ Risale-i Nur’un her tarafta neşir ve intişarının büyük bir bayramı münasebetiyle ehl-i ilme lâzım olan musafaha ve sohbet etmekten ve bu mübarek bayramda da en has talebeleri ve kardeşleriyle musafaha ve sohbetten ve ona bakmaktan da şiddetle sıkılıp âzamî ihlâsın muhafazası için bir hastalık hâleti alarak men edildiği ona ihtar edildi. Hattâ bizler gördük ki, bu mübarek bayramda şiddetli hastalığı için talebelerine dedi: “Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.” Biz de Üstadımızdan sorduk: “Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binâen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?” Cevaben Üstadımız dedi ki: “Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider. “Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek” dedi.
Hizmetinde bulunan talebeleri Emirdağ Lâhikası, s. 421
LÜGATÇE:
terk-i enaniyet: Benlik ve enaniyetten vazgeçmek. izzet-i ilmiye: İlmin izzeti, ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık. tezellül: Alçalma, hor ve hakir olma, zillete düşme. intişar: Yayılmak, dağılmak. musafaha: İki elle yapılan tokalaşma; sevgisini gösterme, kucaklaşma. nazar-ı beşer: İnsanın bakışı, insanın gözü. mânâ-yı harfî: Birşeyin Yaratıcısına bakan, onu târif eden ve tanıtan mânâsı. mânâ-yı ismi: Birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı. uhrevî: Ahirete dâir, öteki dünyaya âit. mevta: Ölü. |
06.12.2009 |
Aşk-ı mânâ
Bir kelimedir aşk, kendisini oluşturan harfler ne anlama geldiklerinin farkında bile değildir. Tek başlarına dursalar kimse yüzlerine bakmaz, bir anlam ifade etmezler. Belirli bir kurala göre dizilmezlerse aşkı ifade edemezler. Öyleyse aşk kelimesi sadece o harflerden mi ibarettir, yoksa harflerin ötesinde bir anlam mı taşır? İki tane mânâ vardır her bir kavramda, Bediüzzaman der ki: Mana-i ismi ve mana-i harfi vardır. Birisinde varlıklar sadece kendilerini temsil ederler, bu mânâ-i ismidir. Ötekisinde ise kendilerinin ötesinde bir anlamı ya da fiili ya da fiil sahibini gösterirler, bu ise mânâ-i harfidir. Tıpkı aşk misalinde olduğu gibi. Birisine aşık olmak demek o kişiyi sadece sevmek demek değil, o kişide seni ilk başta seveni bulmak, onunla Allah’a ulaşmak demektir. Sevdiğin kişi de sadece aşkın harflerinden ibarettir. Bazen bunun farkında olmaz insan ve aşık oluverir. İstediği güzellikse, sadece et ve kemikse bütün bunlara sonunda kavuşur. Ancak aşkın sadece sığ sularında yüzer ve güzellikler gittiği anda belki gitmesine zaman kalmadan boğulmaya başlar. Nefessiz kalır, aşkı idrak dahi edemeden yiter gider. Öyleyse sev ama O’nu görerek, yan ama O’nu bilerek, sonsuz ol ama O’nda fena bularak.
ÖMER FATİH SAK |
06.12.2009 |