Görüş |
Türklerle Japonlar arasındaki farklar
Çalışma hayatı: Türklerle Japonlar iki farklı millet iki farklı kültür ve farklı olmaları da gayet normal. Fakat neden Japonlar bütün zorluklara rağmen, 100 yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olmayı başarabilmiş de biz başaramamışız? Oysa tarihe baktığımız zaman bizdeki miras daha fazla. Bizim de en az Japonlar kadar başarılı olmamız gerekirdi, diye düşünüyorum. Pekalâ neden biz başarmadık? Aramızdaki farklılıklar nelerdir? Bir ofis düşünün ve ofiste 4 yönetici kadrosunda 6, normal memur kadrosunda toplam 10 kişinin çalıştığını düşünün. Günün birinde gerek yukarı yönetimden gerekse diğer çalışanlardan birisinin “Ofisin çok kirli ve tozlu olduğunu ve ofisin temiz tutulması” ile ilgili bir teklifle toplantı düzenlediğini hayal edin. Normal bir toplantıda olduğu gibi herkes tarafından sorunun, yani kirliliğin boyutları, zararları vs. uzun uzun tartışıldıktan sonra “Ofisin temiz tutulması” şeklinde bir karar ve bunun sağlanması içinde herkesin ayakkabılarını çıkararak ofis girmesi şeklinde de bir metoda karar verildiğini düşünelim. İşin bu safhasına kadar Türkiye'de de Japonya'da da % 100 aynı. Farklılık buradan itibaren başlıyor. Japonya’da olaylar şöyle gelişiyor: Çalışanların tamamı ayakkabılarını ilk günden itibaren herkes, istisnasız hergün ayakkabısını çıkararak ofise girmeye başlıyor. Daha sonra önceden karar verilmiş deneme süresinin geçmesi bekleniliyor. Sürenin dolmasıyla beraber sonuç değerlendiriliyor. SONUÇ: “Ofis hakikaten tertemiz, hedefe ulaşılmış ve metod kendisini ispat etmiştir.” (Sistem çalışıyor) Uygulamaya devam! Fakat, yeni sistem olduğu için yavaş yavaş yan etkileri de ortaya çıkmaya başlıyor. Nedir bu yan etki dediğimiz zaman yaz mevsiminde alınan karar olduğu için mevsim değişikliği ile beraber insanların ayakları üşümeye başlıyor. Üşüme olayı rahatsızlık derecesine geldiğinde tekrar toplantı yapılıp durum gözden geçiriliyor. Toplantıda aşağıdaki konular tekrar enine boyuna tartışılıyor. a- Üşümeye devam edilip hasta olma pahasına temizlik rasyonel mi, değil mi? b- Ayakkabı çıkarmaktan vazgeçilip eski kirli tozlu günlere gerimi dönülecek? c- a,b dışında başka birşeyler mi yapılacak? İşte burada Japon mantığı devreye giriyor. “KAIZEN” yani “İYİLEŞTİRME”. Hiç kimse eski kirli tozlu hale dönmek istemiyor. Mevcut durumu koruyarak neler yapılabilir? Hummalı bir beyin fırtınası sonucu bir karar daha çıkıyor. “Terlik giyilerek üşüme önlenecek ve temizlikten taviz verilmeyecek. “ 10 kişinin tamamı kararda ve uygulamada payı olduğu için karardan rahatsız hiç kimse yok. Aksine herkes sisteme sahib çıkıyor. Ayrıca, bütün çalışanlar hedefe ulaşmanın haklı gururunu yaşıyor. Sistemi, amiri eleştirmeden son derece motive olmuş bir şekilde çalışabiliyor.
Gelelim Türkiye’ye Çalışanlardan sadece alt kadroda çalışan 6 kişi ilk günden itibaren ayakkabılarını çıkarmaya başlıyor. Ancak geriye kalan yönetici seviyesindeki 4 kişi ayakkabılarını ilk bir kaç gün çıkardıktan sonra artık çıkarmamaya başlıyor. Dolayısıyla mevsim değişikliği ile beraber gelen sorunu hissetmeye dahi şansları olmuyor. Dolayısıyla metoda karar verici ve değiştirebilme gücü olan insanların hiçbir sorunu olmadığı için alt kademeden bazı öneriler (rahatsızlık hakkında rapor) gelse dahi rahatsızlığı hissetmeleri hatta anlamaları dahi mümkün dahi olamıyor. Durum sonsuza kadarda değişmiyor. Sonuç, Ofis ancak % 60 oranında temizlenebiliyor, % 40 hâlâ kirli ve tozlu. Bütün çalışanlar durumdan rahatsız. Yeni sistem (metod) ile ilgili konuşmalar başlıyor. Alt kademeden yükselen sesler: Yeni sistem çok kötü!, ayaklarımız donuyor hasta olacağız. Tertemiz çoraplarımız kir pas içinde.......vs “BU SİSTEM ÇOK KÖTÜ MUTLAK DEĞİŞTİRİLMELİ ya da VAZGEÇİLMELİ” Yönetici kademeden yükselen sesler: Sistemi de değiştirdik, o kadar da uğraştık vs. ama sonuç değişmedi. Bu millet adam olmaz. Hatta bazıları ülkenin yüzde bilmem kaçı bilmem ne diye konuşmaya başlar. Bence Japonlar yukarıdaki örnekte anlatmaya çalıştığım özelliklerinin gelişmelerinde çok büyük payı var diye düşünüyorum. Allahın belirlemiş olduğu sistem dışındaki her sey eksiktir. Zamanla çevre şartlarından etkilenmeye ve sürekli bakıma ihtiyacı olması kaçınılmazdır. Bizim de ülke olarak millet olarak yönetici vs. olarak olaylara aynı açıdan bakabilmeyi, aynı şeyleri hissetmeyi başardığımız gün inanın her şey çok daha farklı olacaktır.
KADİR COŞKUN |
06.12.2009 |
Şaban Ağabeyin hatırasına
Bugün Kurban Bayramının birinci günü. Şu anda evimizin karşısında bulunan caminin içi dolmuş olduğundan dışarıya seccadeler serilmiş, herkes namaz vaktini beklemekte. Şu anda ise herkes Hakkın huzurunda namaza durmuş, Allah hepsinin ibadetlerini ve kurbanlarını kabul etsin İnşallah... Şaban Döğen Ağabey vefat edeli bir aya yakın zaman geçti. Gazetemizde onunla ilgili yayınlanan pek çok yazı okudum ve ortak duygular içinde olan binlerce dostunun olduğunu gördüm, birbirimizi hiç tanımasak bile ben de hepsiyle aynı duyguları paylaşıyorum. Şaban Ağabeyi dünya gözüyle tanımak kısmet olmadı, onu yalnızca yazılarından tanıyordum. Mütevazî, Allah’a yakın, dünyaya mesafeli kesimden... Her gazeteyi aldığımda özellikle onun yazdığı bölümü okumaya başlardım. Onun kaleminden bîçare gönlüme sızan sözlerin samimiyetini hissederdim. Daha önce bir okulda müdürümüz unutamayacağım bir söz söylemişti: ‘Arkadaşlarınız size Allah’ı hatırlatsın veya size Allah’ı hatırlatmayan kişiyle arkadaş olmayın.’ Şaban Ağabey kalemiyle her zaman Allah’ı hatırlatıyordu. O bu mübarek görevi hakkıyla yerine getirirken yüreklerimiz bunu hissediyordu, biliyorduk ki her gün gazetemizde yazılarıyla insanlara faydalı olmaya çalışan, mütebessim, çok güzel karakterli bir ağabeyimiz var. Onu tanımasak bile biliyorduk, o çok iyi bir insandı. Bir Perşembe günüydü. Yeni Asya’nın ilk sayfasında Şaban Ağabey’in oldukça büyük mütebessim fotoğrafını gördüm. Gazete ikiye katlanmıştı, alt taraftaki yazıyı okuyamadım. Fotoğrafı görünce aklımdan şu cümleler hızla geçti: Şaban Ağabey; Ankara Ayaş’taki tesislere bir okuma programına gelse de onunla tanışsak, böyle mübarek bir insanla çoluk çocuğumuzu tanıştırsak, bizimle sohbet etse diye düşündüm. Bir süre sonra alttaki yazıyı okudum. Şaban Ağabey’in vefat haberini; gözyaşlarına boğuldum... Seninle tanışmak çocuklarımıza tanıştırmak ahirete kalmıştı, Şaban Ağabey. Hastalığından bile zamanında haberdar olamamıştım. Bizi çok hüzünlendirdin Şaban Ağabey, hiç tanımadığım bir insana bu kadar içim yanmamıştı daha önce. Biliyorum ki sen şimdi İnşallah cennettesin, çok sevdiğin Peygamber Efendimiz (asm) ve Üstadımızla birliktesin, duâlarımız sana sağanak yamurlar misali ulaşıyor. Rabbim ailene, çalışma arkadaşlarına, seni seven herkese sabırlar versin. İnşaallah bu topraklarda büyüyen daha nice gençlerimiz, çocuklarmız, senin de yürüdüğün bu nurlu yolda bu güzel dâvâda senin gibi nice hayırlı hizmetlere vesile olurlar. Berzah âleminden onları gülümseyerek seyredersin İnşallah.. Mekânın firdevs cennetleri olsun Şaban Ağabey.
BERGÜZAR PARLAK |
06.12.2009 |