Kültür-Sanat |
Dökülür dilimden… |
Simli bir kalem gibi rengârenk bir sabah, baharın son ışıkları dahi gitmiş olsa da ortalık yemyeşil çimen havasında, mezar taşları yılların yorgunluğunu taşıyor üzerinde, mezarın duvarları da artık iyice yıpranmış, güneş ısıtmasa da sıcaklığını hissettiriyor. Rüzgâr güneşle yarışıyor gibi titretiyor bedenleri, mezar yoğun günlerinden birisini yaşıyor. Yılda iki kez bu kadar yoğun oluyormuş. Bu yüzden özel bir gün olduğu belli… Mezarın kapısı her gelenle bir kez daha zorlanarak açılıyor. Gelen gidenlerin zihinleri neyle meşgul bilinmez belki. Belki heyecan var yüreğinde kiminin, kiminin yüreği de sancılı… Kim bilir… Kimi silinmeye yüz tutmuş mezar taşlarındaki yazıları okumaya çalışıyor. Kimi gözlerde yaş var. Kimi ölenlerin yaşlarını hesaplıyor. Kendine pay çıkarıyor belki… Kulaklarsa okunan Kur'ân’da, yapılan duâlarda… Zamanın çizgisi üzerinde dolaşırken zihnim, yüreğim karmaşık duygular yaşamakta. Geçmiş zamanların esintisini hissediyorum mezarlığa doğru. Ayrılıklar, yalnızlıklar, uzunca yolculuklar… Mezarlığın kapısını zorlayarak açıyorum herkes gibi, yalnız olmak istedim bugün, yalnız kalmak. Bin bir duygu seli yaşamak istedim. Yaşayan ölüleri, yaşıyor görünen bedenimle görmek istedim. Acele etmek geçiyor mezarlığa her gelişimde, yılda iki kez gittiğim bir yerden neden bu kadar çabuk ayrılmak istiyorum diye düşünüyorum. Özlemem gerekirken neden kaçmak istiyorum. Aslında bir kaçış da değil bu… İkili duygular yaşıyorum. Bir yandan orada kalıp, dakikalar, hatta saatlerce düşünmek, o farklı havayı solumak istiyorum. Bir yandan da alelacele ayrılmak… Dünyadaki iki kutupluluktan kaynaklanıyor sanırım bu… Belki çok ilginç, ama dedemin mezarını zar zor buluyorum. Etrafa baktığımda bir sürü yakınım olmasına rağmen çoğunu tanımıyorum bile. Bu sırada gelen gidenler hızlanıyor. Çocukların sesleri, duâlara karışıyor. Sanki bir bayram havası var mezarlıkta. Ama zihinleri yoran bir bayram, hayatı sorgulatan bir bayram, dünya ölülerle bayramlaşıyor bugün… O yoğun duygulara daha fazla dayanamayıp dizlerimin üzerine çöküyorum. Gözlerim soğuktan olsa gerek kısılıyor. Bedenim güneşin farkında olsa da titriyor hafiften. Bulutların geçişimi gibi ruhumda geziniyor izlerin, izleri… Duâmı bitirdiğimde farklı âlemlerde olduğumu hissediyorum. Nereden nereye… Kimden kime gidiyorum… Uzunca yolculuklar dedim ya, uzunca yolculukta olanlar burada, en uzun yolculukta olanlar… Gözlerim göremiyor, aklım yetersiz kalıyor; anlayamıyor kabrin arkasını… Sesler duyulmuyor, bedenler çaresiz; sözler yarım kalıyor bu anlarda! Bu anlar susturuyor herkes gibi beni de, içimde fırtınalar kopuyor, yağmurlu bir havadan, karlı bir dağdan geçiyorum sanki, sanki kapkaranlık bir deryadayım. Kabrimi düşlüyorum, kabristanda…
Yıllara sor bakalım sorularını Cevapsız kalmasın soruların Muştuların unutulmasın Yarım kalmasın zamanların Yıllara sor bakalım sorularını Kırlaşmış mı saçların, yoksa yaşlandın mı? Simsiyah zamanlar mı kaldı geride Kabristana uğradın mı (kefenle) Yoksa duymadın mı sen de Duymadın mı okundu ismin her yerde Kırlaşmış mı saçların, yoksa yaşlandın mı? Son nefes değil mi bu Son yakarış, son sevda… Ölen bu beden Dirilir elbet dirilir bir daha Ebedî bir nefes olur sevda Son nefesle gelir Son yolcu, son kez buraya… Son nefes değil mi bu Son yakarış, son sevda
Derken dönme vakti gelir yine… İçimde kabri yaşarken, bir daha ki gelişime dek ayrılırken… Aklıma gelirken sen… Dökülür dilimden “ Gelmesi muhakkak olan her şey uzakta olsa yakındır.”1 Dökülür dilimden, dökülür hafiften… Kabrin kapısını açarken…
DİPNOT:
1. İbn-i Mace, Mukaddime: 7/46; Feyzü’l-Kadir, 2.178.
OSMAN KANAT - [email protected] |
21.11.2009 |