Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, muhakka hüsrana düşenlerden olurdunuz.
Bakara Sûresi: 64 |
13.11.2009 |
Türk olmayan,Türke hakikî kardeşliği nasıl hisseder?
Ben hasta olmasaydım, ben de o mesele için vilâyat-ı şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh u canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri, Medresetü’z-Zehra nâmında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı. Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: “Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir.” O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: “Öyleyse o 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz.” Kabul ettiler. Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı. Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: “Bütün hayatımda bu darülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar 20 bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.” Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: “Bunu mebuslar imza etmelidirler.” Bazı mebuslar dediler: “Yalnız sen medrese usûlüyle sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi garplılara benzemek lâzım.” Dedim: “O vilâyat-ı şarkiye âlem-i İslâmın bir nevî merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiyâ şarkta ve ekser hükema garpta gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyâtı din ile kâimdir.HAŞİYE Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da, Şarkta her halde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakikî kardeşliği hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teâvün ve tesânüde mecburuz.” (...) HAŞİYE: Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zekî o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: “Salih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.” Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onunla görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: “Ben şimdi Râfizî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.” Ben de “Eyvah!” dedim. “Sen ne kadar bozulmuşsun.” Bir hafta çalıştım. Onu kurtardım. Eski hakikatli hamiyetine çevirdim. Sonra Meclis-i Meb’usandaki bana muhalefet eden meb’uslara dedim: O talebenin evvelki hâli Türk milletine ne kadar lüzumu var. Ve ikinci hâlinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havâle ediyorum. Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına âzamî ehemmiyet vermek lâzım. O vakit bana muhalif meb’uslar da çıkıp o lâyihamı 163 meb’us imzâ ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir istidâyı elbette yirmi yedi sene istibdad-ı mutlak onu bozamamış.
Emirdağ Lâhikası, s. 402, (yeni tanzim, s. 775) LÜGATÇE: şark: Doğu. darülfünun: Üniversite. Harb-i Umumî: Dünya savaşı (metinde kastedilen I. Dünya Savaşı) hareket-i Milliye: Millî Mücadele hareketi. garplı: Batılı. vilâyat-ı şarkiye: Doğu illeri. fünun-u cedide: Yeni fenler, ilimler. ulûm-u diniye: Dinî ilimler, din ilimleri. elzem: Daha lâzım. enbiyâ: Peygamberler. hükema: Filozoflar. terakkiyât: İlerlemeler, gelişmeler. teâvün: Yardımlaşma. tesânüd: Dayanışma. salih: Hayırlı, iyi. fâsık: Günahkâr. hamiyet-i milliye: Millet için gösterilen gayret. râfizî: Kurallardan ve nizamdan ayrılan. |
13.11.2009 |
Prof. Dr. Muhammed Sabir: Üstad gibi âlim dünyada yoktur Önceki gün vefat eden, Bediüzzaman’ı Pakistan’a tanıtan Prof. Dr. Muhammed Sabir’in Tarihçe-i Hayat’ta yer alan mektuplarını, rahmete vesile olması niyazıyla yayınlıyoruz. [Risâle-i Nur’un Pâkistan’da neşriyatını yaparak pekçok kimselerin bu eserlerden istifadesini sağlayan Karaşi Üniversitesi Türk Tarih Bölümü asistanı ve dört büyük gazetenin muharriri M. Sabir’in bir mektubu.]
Muhterem din kardeşlerimiz, kıymetli mektubunuzu aldım, çok çok teşekkürler. Hazret-i Üstadımız Said Nursî’nin hal ve sıhhati nasıldır? Onu seven talebeler ve halk soruyor. Bana haber göndermenizi ricâ ederim. Bu ay içerisinde Hindistan’da, İslâmiyetin ve Türklerin hakîki düşmanı olan siyonist ve kızıl kâfirlere karşı dört makale neşrettim. Türk-Pâkistan dostluğunun esas ve tarihi hakkında da, Karaşi’de bir fıkra neşrettim, size de gönderdim. İmam adlı aylık bir gazetede, “Rusya’da Mazlûm Müslüman” başlıklı bir makale yazdım, bunu da gönderdim ve başka Orduca gazetelere de gönderdim. Maksadım, İslâmiyete hizmet, Türk edebiyatını tanıtmak ve Türk düşmanlarına karşı yazmak ve çalışmaktır... Burada mühim bir kitap neşretmek istiyorum, bunun için size yazıyorum. Bu hususta Halkçıları tanıttırıyorum ki, bunlar, Türklere karşı çalışmışlar ve cumhuriyet adına bütün milleti aldatıp dindarları zindanlara atmışlardı. Karaşi’de neşredilen bu makaleleri bir kitap halinde tâb’ etmek istiyorum. Bize ne kadar materyal verirseniz, hepsi burada neşrolacak. Bu mektubumdan sonra, size mühim bir mektup yazacağım ve bunda, niçin Üstadın İslâm dünyasının en büyük din şahsiyeti olduğu ve bunun gibi hiçbir adam, ne Endonezya, ne Hind-Pak Yarımadası, ne Arap ve ne de Afrika’da çıkmadığı gösterilecek. Ey Nurcu dostlarım! Türk-Pâkistan dostluğu için çalışınız, komünistlerden âgâh olunuz. İftihar ederiz ki, Türkiye ile Pâkistan, Bağdat Paktı muâhedesinde şeriktir. Yolumuz İslâmîdir, ne Arapçılık, ne İrancılık... Geçen ay, Seyyid Ali Ekber Şah beni çağırdı. Bu zât 1950’de Üstadımızı görmüş; bana çok iyi malûmât verdi. O, makalelerle de Üstadı tanıtmış ve Yahudîler aleyhinde yazmıştır. Bu zât, Üstada selâmlar ve talebelere duâlar ediyor ve diyor ki: “Ben iki adamın tesiri altında kaldım: Biri Mevlânâ, diğeri de Said Nursî.” M. Sabir *** M. Sabir’in diğer bir mektubu Bir habere göre, Menderes hükûmeti, âlem-i İslâmın ve dünyanın büyük mütefekkiri olan Hazret-i Üstad Said Nursî’nin çok mühim İslâmî eserleri olan Risâle-i Nur’un neşri için emir vermiş. Bu haberden, Pâkistanlı din yolunda çalışan adamlar büyük bir sevinç içinde kalmıştır. Bu neşir münâsebetiyle, Hazret-i Said Nursî’yi, talebelerini ve Türk din kardeşlerimizi rûh u cânımızla tebrik eder, milleti zulüm ve istibdat ve dinsizlikten kurtaran başta Menderes olmak üzere bütün Demokratlara teşekkür ederim. Bu hareketten dolayı, Türk milleti aleyhinde yapılan hâricî propagandalar kırılacak ve âlem-i İslâmın Türkiye’ye olan eski muhabbeti yeniden vücud bulacaktır. Ben bir Pakistanlı Müslüman, Türkiye’ye hiç gitmedim, Said Nursî’yi görmedim; lâkin İstanbul Üniversitesi Nur Talebelerinin neşrettikleri kitaplardan bâzı parçaları mütâlâa ederek, hakîki, rûhânî bir lezzet hissettim. Ve şimdi, bu uzak diyarda Nur Şâkirdi oldum. Ana dilim Orduca’da yazılmış bu gibi eserler yok. Ve Nursî gibi bir din kahramanı, Hindistan ve Pakistan’da yok. Bu bir hakîkattir. Eğer bu eserler Orduca’ya tercüme edilirse, büyük İslâmî hizmetler olacağını ümit ediyoruz. Filhakîka, komünizme karşı neşriyat yoluyla mücâdele çok zarûridir. Ve Demokratlar tüzüklerinde buna yer vermiştir. İnşaallah, bu gibi İslâmî faaliyetlerle, Türklere karşı çalışan komünistler, farmasonlar ve başkaları mahvolacak ve istikbâlde Türkiye eski makamına terakkî edecek... Âmin! M. Sabir Errabadlı Pakistan’da bir Nur Şakirdi *** Muhterem Efendim, Azîz ve büyük Üstadımız olan Hazret-i Bediüzzaman Said Nursî’nin mühim eserlerini aldım. Başka eserlerini görmemiştim. Siz bana ilk defa olarak gönderdiniz. İmtihanım çok yakın. Mayıs’tan sonra Hazret-i Üstad hakkında ve onun îmânî ve Kur’ânî hizmetlerine âit makaleler yazacağım. İnşaallah, sizlere burada neşrolunan nüshalardan da göndereceğim. Maddeten sizi tanımıyorsam da, mânen tanırım. Kur’ân-ı Kerîm’e göre bütün Müslümanlar hakîki bir kardeş gibi. Ben size, sizin İslâmî birader ve bâhusus Türkiyeli Müslüman ve Nurcu olmanız haysiyetiyle yazıyorum. Ben bir Pâkistanlıyım, Türkiyeli değilim. Ana dilim Türkçe değil, fakat Nur Talebesiyim. Bediüzzaman Said Nursî’yi en büyük din ve fikir adamı bilirim ve kendimi bir Nur Talebesi îlân ederim. Said Nursî Hazretleri, değil sizlerin, bütün İslâm gençliğinin üstâdıdır. Maalesef memleketimizde Türkçe bilen yoktur; bunun için Üstadın hizmetlerine nâvâkıftırlar. Pâkistan’dan Risâle-i Nur hakkında size mâlûmât veriyorum: Üstad ve Türkiye hakkında mâlûmât çok azdır. İki yıldır biraz çalışıyorum. Pâkistan, Bahara ve Birma gazetelerinde makaleler yazdım. Çok takdir edilip, benden Türkler ve Risâle-i Nur hakkında yazılar ricâ ettiler. Benim, evvelâ Üstad hakkında mâlûmâtım yoktu. Bu meyanda Salih Özcan adlı bir gence, Türkiye’ye dâir kitaplar göndermesi için yazdım, bana gönderdiler. Bunlardan birisi Serdengeçti idi. Bunda, Risâle-i Nur hakkında bir makale gördüm. Okudum, istifade ettim ve Nur hakkında mâlûmât toplamaya başladım. Ben onun eserlerini okuyup yazmayı çok isterdim. O zamandan beri onun yazılarını okudum, düşündüm; o nedir? Bana malûm oldu ki, ona karşı İslâm düşmanları dışarıda propaganda yapmışlar. Onun hakkında bugüne kadar on iki makale yazdım. Dâvet (Delhi), İstiklâl (Rangoon), Tasnim (Lahore), Elmünir (Layelpur), Asia (Lahore), Müslim (Dakka), İnkılâp (Karachi), Anjam ve Ceng (Karachi) ve diğer bâzı gazetelerde yazmıştım. Üstad hakkında yazılan bu makaleler, diğer dillere de tercüme edilmiştir. Bugün onu binlerce, belki milyonlarca müslim ve gayrimüslim biliyor, benden, onun hakkında mâlûmât istiyorlar. Her gazete onun hakkında yazmak istiyor. İnşaallah, üç ay sonra bu konuda bütün enerjimle çalışacağım. Düşman-ı İslâmdan korkmuyorum. Karaşi’de Üstadın kitaplarını ve başka Türkçe kitapları topladım ve bir küçük kütüphâne tesis ettim. Türkiye’den gelen bütün kitaplar buradadır. Bu yıl “Türk-Pâkistan Talebeler Birliği” adlı bir cemiyet kurmak niyetindeyiz. Nur dostlarımızdan ricâ ederim ki, Türk-Pâkistan dostluğunun bağlarını müstahkem eylesinler; Orduca lisânı da okusunlar. Bu yarımadada yüz otuz milyon Müslümanın millî lisânı yalnız Orducadır. Bizler, burada Türkçe için çalışırız. Türkçe bilen, Sibirya’dan Arnavutluğa kadar altmış milyon Müslüman ve Türkiye’deki yirmi beş milyon Türktür. Nur Talebesi kardeşlerime söylüyorum: “Nerede olursa olsun siyonizme karşı mücâdele etsinler.” Komünizmin icatçıları yalnız Yahudîlerdir. Bugüne kadar bu komünistler, İdil-Ural, Kafkasya, Almanya, Kırım, Azerbaycan, Garbî Türkistan ve komşumuz Doğu Türkistan’ı istilâ ettiler. Altmış milyon kardeşimizin hukûku pâyimâl oldu. Hindistan dahi bir emperyalisttir. Nehru ve başka Hindûlar, İslâmiyetin düşmanıdırlar. Maalesef, Müslüman devletler bunu bilmiyorlar. Nehru, Keşmirli Müslümanlan öldürtüyor. Said Nursî’ye gidip, Hindli Müslümanlar hakkında söyle ki, kendi memleketinde buna karşı yazılsın. Said Nursî Hazretlerine burada çok hürmet vardır. Onu severiz, onun sıhhat ve uzun hayatı için duâ ederiz. İslâm dünyasında Said Nursî’nin eşi yoktur. Mısır’da bir Saidü’l-Benna var idi, şehit edilmiştir; Yutmiz’de İkbal var idi, vefât etmiştir; hâlen bir Mevdûdî var, başka büyük adamlar da vardır; lâkin Üstadımız gibi yoktur. Üstad, İslâm dünyasının cevheridir. Onun hakkında mâlûmât azdır. Onun eserleri Farsça, İngilizce ve Orduca’ya tercüme edilmemiştir. Lâkin istikbâlde olacaktır. Üstadın kıymetli hayatı hapishânede geçmiştir. Halkçılar ona çok mezâlim revâ gördü. Elhamdülillâh, bunların devr-i istibdâdı gitmiş, Demokratlar gelmiştir. Biz Pâkistanlılar, bunun için Menderes hükûmetinin hâmîsiyiz. Eğer Demokratlar olmasaydı, ne Türk-Pâkistan dostluğu olurdu, ne de Bağdat Paktı ve sizlerle taallûkat-ı îmâniye. Kusura bakma, Üstadım Hazretlerine çok çok selâmlar ve hürmetlerimi söyle; Nur dostlarıma da selâm. Üstadın büyük ve iyi fotoğrafını gönder. Yaşasın İslâm kardeşliği ve Türk-Pâkistan dostluğu! *** M. Sabir’in, Türkiye’de İslâmî inkişaf münâsebetiyle memnuniyetini izhâr eden bir mektubu Azîz, sıddîk, muhterem kardeşlerimiz, Dört adet mühim mektubunuzu, fotoğrafları ve Hazret-i Üstadın Sözler adlı eserini aldım. O kadar memnun oldum ki, beyân edemem. Mektubunuzda okudum ki, Türkiye’de Risâle-i Nur ve İslâmiyet inkişaf ediyormuş; buna çok memnun oldum. Maalesef, eski hükûmet Üstada karşı muârız idi ve ona çok zulümler etti. Lâkin hakîki Müslüman olan bu Menderes, İslâmiyeti baskıdan kurtardı. Var olsun. İnşaallah Türkiye, yakında eski yüksek makamını alacaktır. Üstad ve Risâle-i Nur’u neşredenler gibi mühim din adamları Türkiye’de vardır; hükûmetiniz niçin bunları İslâmî toplantıya göndermiyor. Selâhiyetli adamlar Türkiye’de çoktur. Kanaatım şudur ki: Üstad gibi âlim dünyada yoktur. Memleketimizden, Hazret-i Üstad gibi bir âlim çıkmadı. Maalesef ki, kızıl Rusya ve kâfir Çin’den çok âlimler geliyorlar; ve konferanslar vererek, gençleri yavaş yavaş fikren zehirlemektedirler. Eğer Türk milleti büyük Türk âlimleri gönderirse, Pâkistan’da ve bütün İslâm dünyasında büyük tesirleri olacaktır. Biz Pâkistanlılar Türkiye’yi İslâm dünyasının lideri olarak görmekteyiz. Türkiye, İslâm dünyasının garbî kalesidir. Türkiye’siz, İttihâd-ı İslâm mümkün değildir. Size, Üstada dâir makalelerimi gönderdim. Üstada dâir makalemi ve “Şarkî Türkistan’da Çin Emperyalizmi” adlı makalemi neşrettim. Pâkistan’da ne Türkçe okulu, ne kütüphânesi, ne çalışkan adamları; ve sefâretinizde de Orduca bilen adam yoktur. Onlar, Pâkistan’ın gençleriyle temasta değildirler; Orduca neşriyatları da yoktur. Eğer bâzıları onları dâvet etseler iştirak etmiyorlar. Press Ateşeliğinizde dîne dâir mâlûmât ve kitap da yoktur. Geçen günlerde, Lâhor’da bir İslâmî müzâkere oldu. Türkiye’den meşhur zâtlar gelmedi. Ankara Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Dr. Rehber (Pâkistanlıdır) İslâmiyetin aleyhinde konuştu. Bütün İslâmî dünya ona lânetlediler... Lâkin, avâm, gazetelerde okuyup onu Türk bildiler ve çok hayret ettiler. Bu adam, dîni ve Türkleri tahkir etti; Sebilürreşad’a yazıyorum. Hazret-i Üstadın müstakil adresi nedir? Hazret-i Üstada bir adet Kur’ân-ı Kerîm ve onun hakkında makaleler neşrolunan mecmuaları takdim etmek istiyorum. Hakkınızda çok makaleler yazdım. Onları toplayıp kitap şeklinde basacağım. Her zaman Pâkistan’ın mühim zâtları Hazret-i Üstada ve sıhhatine dâir mâlûmât sormaktadırlar. Bizler, buradaki Nur Talebeleriyle, Hazret-i Üstadı buraya dâvet ederiz. Elbâkî Hüvelbâkî Kardeşiniz M. Sabir (Tarihçe-i Hayat, Risâle-i Nur ve Hariç Memleketler, s. 619-623) |
13.11.2009 |