Günle bitmek |
Liseyi bitirip üniversiteli olma heyecanı, gençlik enerjisi ve sarhoşluğu ile güle oynaya eve dönmek üzere otobüse binildi, unutuldu bile günün yorgunluğu, biraz da neşelenmek lâzımdı, arabada çalan müziğe eşlik edilmeye başlandı, haydi eller havaya… Birkaç kişi ile başlayan müziğe tempo tutma gittikçe genişledi, eskimeye yüz tutmuş otobüs hızlandıkça arttı; dillerde şarkının sözleri, eller aynı ritimle şaklıyor, arada kahkahalar melodiyi renklendiriyordu… Keyfe diyecek bir şey yoktu, öğrencilerle dolu otobüste kimsenin de bir şey dediği yoktu zaten… Hafif rampa çıkılmış, yolun yarısına gelinmişti ki otobüs yavaşladı, neşe kahkaha bütün heyecanı ve hızıyla sürüyordu bir şey fark edilmemişlikle… Tek şeride inen yolda bir an dışarı bakan organizatör durumunda olan gençlerden biri baktığı ile başını çevirişi bir oldu; kaza olmuş genç çocuğun bedeni gazete ile örtülmüştü, büyük bir ihtimal bu dünyayı terk etmişti çocuk… Birkaç an evvel gülen genç kız, birkaç an sonra ağlamaya başladı, “Ben niye baktım ki” diye… Ne müzik kaldı, ne eğlence, eller yere indi, sözler sükût etti, diller konuşmaz oldu, gözler buğulandı… Soğukluk yüzleri gerdi, acı aktı gözlerden, gözler birbirine bakamadı yere indi; konuşan sadece ölümdü, etrafı kaplayansa ölümün sessizliği… Hayat dolu canlılık ölüm dolu sessizliğe döndü, insanlar aynı insan, otobüs aynı otobüs, yol aynı yol; az önceki halle şimdiki hal arasında doğu ile batı, siyahla beyaz, dünya ile ahiret kadar fark vardı… Kazanın olduğu yolun üst tarafı mezarlıktı zaten, son durağı acı bir hatırlatıştı yaşanan, unutuluyor olsa da hiç unutulmayacak, şuurun alt katmanlarına derin bir yol açacaktı görünen sahne… Belki yine gülecek, yine eğlenecek, yine şarkılar söyleyecek fakat o derin ölüm sızısını bütünüyle silemeyecekti, silinmeyecekti ruhun ruhta çektiği fotoğraf; işte geldik gidiyoruz… Aldatıcı oyunlar, cezbedici zevkler dudaktaki su gibi kalacaktı sonsuzluk susuzluğu karşısında… Karşı konulmaz ölümsüzlük isteği hiç sönmeyecek bir ateşti kalbin orta yerinde… Yanıltıcı zevkleri söndürmüştü ölüm gerçeği, yaşayan sadece ölüm gerçeğiydi hayat yolunun tam orta yerinde… Ceset gazetelerle örtülebilirdi, ölüm ise hayat yolu üzerinde ne zaman çıkacağı belli olmayan ölümsüz bir gerçekti… Gülen gençler ağlıyordu, neye ağlıyorlardı ki biraz önce ölen gence mi, zevklerin kaybolmasına mı, bir gün kendi başlarına gelecek olana mı? Gelecek olan bir gün gelecekti; gördükleri kendi gelecekleri miydi? Gülene de geliyordu ölüm, ağlayana da, hayat başladığından bu yana da gelmediği yoktu; yolun ortasına ansızın çıkıveriyordu böyle gazete kâğıtlarıyla sarılı olarak… Ertesi günü gazete sütunlarında kaç sütuna haber olmuştu, onunsa silinmez harflerle kazınmıştı kalbinin büyük sütunlarına… Gün akşama dönmüş, yol bitmek üzereydi, o ise hâlâ suskun, ağlamaklı, boş bakıyordu şehrin koşuşturmalarına, insanların bağırtılarına, trafiğin telâşlı akışına… Günle birlikte bitmişti, yarında doğmak üzere.
HÜSEYİN EREN - [email protected] |
02.10.2009 |