Dünya |
Meryem’in kalbi, Fatma’nın aşkı |
Meryem ismiyle, Hazret-i Meryem’i; Fatma ismiyle de, Hazret-i Fatma’yı hatırlamamak mümkün mü? Zaten Müslümanlar, bu iki güzide şahsiyetleri hatırlatsınlar diye, kız çocuklarına bu isimleri özellikle verirler. Sevgili Efendimiz (asm), Cennet kadınlarının efendileri olarak Hazret-i Asiye’yi, Hazret-i Meryem’i, Hazret-i Hatice’yi ve Hazret-i Fatma’yı bize bildirir. Yeni doğan her kız çocuğu aslında birer Asiye, birer Meryem, birer Hatice, birer Ayşe ve birer Fatma olmaya adaydır zaten. Ama bulundukları ortamı, anne ve babalarını seçme şansına sahip olmadıkları için, farklı ortamların ve fıtratlarına aykırı farklı telkinlerin kendilerini nasıl bir akibete sürüklediklerinden habersiz büyürler. Hıristiyanlarda da “Maria” ismine çok rastlanır. ««« Bu yazıyı, Cennet kadınlarının sultanlarına ve onların izini takip eden kadınlarımıza, annelerimize, bacılarımıza ve kızlarımıza ithaf ederken; ulvî mânâlar, yüce duygular, mânevî bağlar çerçevesinde, meslekî alanımda ve meşrû mesafede yakınımda bulunan iki kızımıza hasretmek istedim. Biri Meryem, öbürü Fatma.. Meryem; Allah ve Resûlünün anıldığı, beş vakit namazın eda edildiği, risâlelerin okunduğu ve gazetemizin girdiği bir evde büyüdü. Mâsum tesettürü ve sîmasındaki mâsumiyetiyle Hz. Meryem’i hatırlatır. Lâkin 22 yaşındaki bu mâsum Meryem’in mâsum kalbinin, hiç de mâsum olmayan niyetlere muhatap olduğunu, internet ve mesaj anaforunda ablukaya alındığını, hatta hali haline, zikri zikrine, fikri fikrine uymayan birine kalbini kaptırmak üzere olduğunu da, son ziyaretlerimizde öğrenmiş olduk. Bundan kurtuluşun ilk adımı, Meryem’in de dahil olduğu meşveretle, mesaj ve internet sayfalarını ona karartma kararı oldu. Ama bu karar safhasına gelinceye kadar, aileyi göz yaşlarına boğan, sahabeden Hz. Suheyb ile Hifa Hatun’un macerası ve aşağıdaki dersler çok etkili oldu: “Güzel değil batmakla kaybolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve ‘âyine-i Samed’ olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.” (17. Söz) “Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder. İşte, insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: Biri mecazî, biri hakîki. (9. Mektup) “Elhasıl: Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfiyle sev; mânâ-yı ismiyle sevme. Ne kadar güzel yapılmış’ de. Ne kadar güzeldir’ deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve O'na mahsustur. “Allah’ım, bize sevgini ve bizi Sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip eyle.” Amin. ««« Fatma’mıza gelince, Avusturya’da meslek eğitimine devam eden bir öğrencimdir. Kitaba ve okumaya olan tutkusu, aşk derecesindedir. Avusturya’ya geç geldi. Gelir gelmez, mukim olduğu şehirde, hemen Türkçe derslerine katıldı. Grubumuzda, babası Avusturyalı olan liseli bir kızımız ve ilk okul seviyesinde olanlar da vardı. Haliyle öğrenim seviyesi, Türkiye’de temel eğitimini gördükten sonra gelen Fatma’mızın seviyesine uymuyordu. Hatta bazen ona ders anlatma görevi bile veriyordum. Derken, Fatma bizim kütüphanedeki kitaplara talip oldu. Bu gidişle, kütüphanemde onun okuyup iade etmediği kitap kalmayacak. En son “Sözler” kitabını vermiştim. Takıldığı yerleri e-mail yoluyla bize sorarak, iki ay içinde onu da okudu. Şimdi Külliyatın tamamını istiyor. Bu yaz tatilinde Rize’deki köyüne gitmedi. Henüz 17 yaşında, çevresinin kendisini evliliğe zorlamasından çekiniyor. Hali haline, zikri zikrine, fikri fikrine yakışmayan bir yakışıklıya, çevresinin de baskısıyla gönlünü kaptırmaktan korkuyor. Gitmeyiş sebebini o bu kadar açık söylemedi. Ben tahmin edince, başıyla doğruladı. ««« Ve Hz. Meryem… Kendisine erkek eli değmeden, mu'cize Peygamberi, izn-i İlâhî ile dünyaya getiren Hz. Meryem, bir melek tarafından tebrik edilen ilk annedir. Meryem’in kalbi, yavrularının üstüne titreyen bütün annelerin yüreklerinin attığı yerdir. Ve o Meryem Ana’dır. Meryem’in kalbi hakikaten tam bir “ayine-i Samed” olmuştur. Rahman’dan başka hiçbir şeye ihtiyaç duymamıştır. Sevmişse annesini, sevmişse eniştesi Hazret-i Zekeriya’yı, sevmişse âlemin “müjdeci” olarak beklediği yavrusunu, yine O’nun hesabına sevmiştir. Meryem, kelime anlamıyla, “İbadet eden, Allah’a kullukta ileri giden, gayretli insan” demektir. Meryem oğlu İsa’nın (as) dünyaya gelişi gibi, gidişi de, pür-şer beşerin (insanoğlunun) akıl sır erdiremeyeceği sırlarla doludur. Bu sırlar ilâhî sandukçalarda saklıdır. İnsanoğlu lâyık olduğu kadarına muttali oluyor, daha lâyık olabildikçe o sırlar insanoğluna açılmaya devam edecektir. Bakınız Kudüs, Beytülmakdis, Beytüllahim ve Filistin beldeleri hâlâ esrarını koruyor. Oralarda hâlâ çözüm bekleyen yığın yığın düğümler vardır. Bu düğümlerin şifreleri Allah katındadır, Kur’ân’dadır. İnsanoğlu lâyık oldukça bunlar açılacaktır. Kur’ân’da 98 âyetli bir sûrenin adı “Meryem” olmasına ve sadece Hz. Meryem hakkında 34 âyet var olmasına rağmen, İslâm dünyasında Hazret-i Meryem ve Hazret-i İsa üzerine yazılmış fazla kitap yoktur. Hıristiyan dünyasının onları tanıtım ve anlatım şekli, onların hakikî veçhelerini âdeta perdelemiştir. Bu imaj, İslâm âlemini de haliyle olumsuz etkilemiştir. Ama artık ahirzamandır. Bir çok perdeler aralanmaya başlamıştır. Bilhassa Bediüzzaman’ın zuhuru ve Risâle-i Nurların neşriyle, pek çok şey gibi, bu alanda da parlak ve orijinal fikirler dünya kamuoyunda makes bulmuştur. Ve Hz. Fatma… Sevgili Efendimizin (asm) kızı Hz. Fatma’nın, sevgili babasına, olan sevgisi “aşk” derecesindeydi. Onda âdeta fani olmuştu, onunla yaşıyor, onunla gülüyor, onunla üzülüyordu. Her sahabenin biraz cahiliye dönemi olmuştur, ama onun ve Hz. Ali’nin hiç cahiliye dönemi olmadı. Vahiyle yaşadı, vahiyle büyüdü. Sevgili babasının vefatından sonra yüzü gülmedi. Onsuz bir dünya, Hz. Fatma’ya bomboştu.. Resûlullah’ın müjdesiyle, ona ilk kavuşan yine o oldu. Halbûki dünyada bıraktığı çok sevgilileri de vardı. Buna rağmen dönüp arkasına bakmadı bile. Çünkü Sevgililer Sevgilisi kabrin öbür tarafında idi. Çünkü onsuz ne Ali, Ali olurdu, ne Hasan, Hasan; ne Hüseyin, Hüseyin ve ne de Fatma, Fatma olurdu. ««« Doğrusu, ne Hazret-i Meryem’deki Allah’a adanan bir kalbi, ne de Hazret-i Fatma’nın kalbindeki Peygamber aşkını anlatabilecek değiliz. Kalemimiz de buna güç getiremez zaten. Onlardan birisini, bizzat Cenâb-ı Hak Kelâm-ı Kadim’inde anlatıyor. Diğeri de, Cemalullah’a, sevgili babası olan Resûlulah’a ve bütün sevdiklerine kavuşmuş vaziyette, lâyık olduğu mevkidedir. İşte böyle... Bizim Meryem’in mâsum kalbine, bizim Fatma’nın kitap aşkına nazar edelim derken, bunda da bir hikmet varmış ki, nazarım ve fikrim çok daha derinlere daldı. Ne hayırlı evlâtlarmış ki, Meryem’imiz, bizi Hz. Meryem’e, Fatma’mız da bizi Hz. Fatma’ya götürdü. |
Mikail YAPRAK 03.09.2009 |