Hukuk |
Taş yarıklıkları |
Duygular dinimsiz dalgalanıp duruyor, halden hale evirilip devriliyor durmadan, duraksamadan… Renkten renge giriyor, şekilden şekle dönüşüyor iç âlem, iç döngü, yaşadığı bir ânı bir daha yaşamamacasına… Büyük şeyler kadar küçük şeyler de etkiliyor iç insicamı, iç dengeyi; bir tebessüm, bir bakış bir nazar mutlu ettiği gibi mahzunlaştırıveriyor da bir anda, hüzün kaplıyor gönül semasını, duygu yüklü bulutlar beliriyor birden… Sıcakta, trafik sıkışıklığında, umutla umutsuzluk arasında gidip gelirken yorgun, yıllardan beri görüşmediğiniz bir dostunuz telefonla arayıveriyor ve neye uğradığınızı anlayamıyor, ne tepki vereceğinizi bilemiyorsunuz şaşkınlıkla… Zaman makarası geçmişe sarıyor, yaşanmışlıklar siyah beyaz kareler olarak film şeridi gibi akıyor gözünüzden, gönlünüzden, gülüyorsunuz… Biraz önce siz değil miydiniz mutsuz somurtan, bu ne değişkenlik, bu ne kırılganlık… Yerkürenin katmanları devamlı hareket halindeymiş, dağlar ovalar nehirler çöller böylelikle vücuda getirilmiş, getiriliyormuş… İnsan yüreği de bundan farksız, küçük kırıntılar, kırılganlıklarla kayıp gidiyor kâh nehir akışkanlığı, kâh ova genişliği, kâh dağ azametine, kâh çöl kuruluğuna değişip dönüşerek… Arzın boşlukta, kırılganlıklarla beraber bir gece, bir gündüz dönüşümü ve geçtiği bir yerden bir daha geçmemecesine ilerleyişi gibi, belki ondan daha nahif bir halle seyahat ediyor insan iç âleminde… Yanından gürültüyle geçen bir araba onu olumsuz etkilediği gibi, dünyayı ikiye bölen ekonomik krizle de kırılganlaşabiliyor—hem de ne kırılganlık,—Atlantik’te düşen bir uçak üzdüğü gibi, gecede vızıldayan bir sivrisinek de sinirlendirebiliyor… Çalışanın amirinden aldığı takdir, çocuğun takdirle süslü karnesi, annenin yaptığı yemekle aile efradından aldığı teşekkür; hep küçük kırılmalar, hep küçük değişimler, bir müddet sonra da hiç yaşanmamışlığa akan anlık seyirler… Küçük şeylerle seviniyor, küçük şeylere üzülüyoruz durmadan aktığımız değişimlerle, çoğu elde değil, bir kısmı kontrol edilebilir; acelecilik ve öfke gibi… Düşünmeden, neyi kırıp dökeceğini bilmeden söylenen bir söz; kırmadık kalp, bozmadık sükûn bırakmıyor, topla toplayabilirsen dökülen can kırıklarını… Can sıkıcılık nefesleri boğuyor, sağduyuluğu duymaz ediyor; öfke öfkeyi tetikliyor, olumsuzluk dağ gibi çöküyor sıktıkça sıkıyor, çöl rüzgârları esiyor tozu dumana katarak… Kırılganlığı bütünüyle kaldırmak mümkün değil fakat her kırılganlık sonrasında, kalbi kıvama ulaştıran, duyguları dirilten bir şeyler devşirmek ve keşfetmek mümkün; su bile yarık taşların arasından akar, hikmet de yürek yarıklığında dökülür, kabul olacak duâlar da… Taşlar yerine oturmayacak, düşünceler hiç sabitlenmeyecek, duygular durgun olmayacak, bir nefes alıp bir nefes verdiğimizde, bir gece bir gündüz kıvrılıp döndüğümüzde. Ömür kısmetimiz aktığınca kalp kırıklıklarından sonra filizlenecek mutluluk çiçekleri, sevgi bahçelerinde… Hikmet toprağınız bereketli, çiçekleriniz hep taze olsun.
|
HÜSEYİN EREN 03.07.2009 |