Röportaj |
M. FAHRİ UTKAN |
Çocuklarımız da Yeni Asya ile büyüdüler |
Kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Rıdvan Ercan. 1948 İzmit doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi İzmit’te tamamladım. Esnaflık ve işçilik sonucu şu anda emekliyim.
Risâle-i Nurları nasıl ve ne zaman tanıdınız?
1967 yazında tanıdım ve o sene Kasım ayında ilk olarak merhum Rıfkı Karaoğlu Ağabeyin evinde sohbete katıldım. Ancak; Üstad Hazretlerine karşı olan ilgim 9–10 yaşlarında iken (1957–1958) yıllarında başladı. O yıllarda gazetelerde, Üstadın aleyhindeki resimli haberler mütedeyyin bir aile mensubu olarak beni rahatsız etmiş olmalı ki, "Bu insandan ne istiyorlar?" diye taaccüb ederdim. 1959 senesinin Mayıs–Haziran ayları idi, anneme “Bediüzzaman kimdir?“ diye sorduğumda, “Evlâdım o zat büyük bir evliya imiş” dedi. Ben de “Nereden biliyorsun?” dediğimde, annem; o sene (1959) Kasım ayında evlenen ağabeyimin kayınpederini kast ederek “Ahmet amcanlar kendisini Emirdağ’ında ziyaret etmişler, ondan dinledik" dedi. Sonradan ben de Ahmet amcadan bu ziyareti defalarca dinledim. Şöyle ki: Üstadı ziyarete İzmit’ten Ahmet Alyörük, Hendekli Hasan Efendi ve adını hatırlayamadığım üçüncü bir şahıs ile beraber Emirdağı’na gidip Üstad'ın evine vardıklarında evin kapısı aralanıyor fakat “Üstadımız hasta, ziyaretçi kabul etmiyor” diyerek kapıyı tekrar kapatıyorlar. (Ahmet amca; kapıyı açanın Zübeyir, Ceylan veya Bayram olabileceğini söylemişti.) Bunun üzerine ehl-i tasavvuf ve ehl-i kalp olan Hendekli Hasan Efendi biraz bozuluyor ve “Nasıl olur, İzmit’ten kalkıp gelelim de bizi kabul etmesin. Ben Peygamber Efendimize şikâyet edeceğim” diyor ve bir cami avlusunda, uygun bir yerde murakabeye dalıyor ve 1–2 saat sonra Ahmet amcalara “Hadi gidelim, şimdi bizi kabul edecek” diyerek Üstadın evine tekrar vardıklarında, kapı çalınmadan açılıyor ve içeri alınıyorlar. Üst kata çıkan merdivenlerin, üst başında duran Üstad Hazretleri “Hoş safa gelmişsiniz, niye İzmit’ten buraya kadar zahmet ettiniz. Ben hastayım, fazla konuşamıyorum. Sizleri talebeliğe kabul ettim. Risâle-i Nurları okursanız hem beni ziyaret, hem de benimle sohbet etmiş olursunuz. Hoş safa gelmişsiniz“ diyerek ziyaretçilere yol veriyor. Tabiî bu hatıra beni daha çok etkiledi ve kendi kendime "Demek Ahmet Amcanın dediği gibi büyük bir evliya imiş" dedim. Ayrıca Risâle-i Nur’un varlığından ve talebeliğinden bu hatıra vesilesi ile haberdar oldum. O çocuk yaşlarımda kafamın bir tarafında Bediüzzaman, Nurculuk ve Risâle-i Nur beni sürekli meşgul eden bir merak konusu oldu. Ta ki 1966–1967 senelerinde, sonradan "Darwin ve Evrim Teorisi" olarak ifade edilen “insanın maymundan geldiği“ fikri bir takım arkadaşlar arasında serrişte ediliyordu. Bu gibi düşünce sahiplerine nasıl cevap verip, onları ikna edebilirim diye bir arayışa girdim. Dr. Halim Hilmi Birsen’e ait “Allah Vardır“ isimli kitabı aldım. Tıbbî örneklerle Allah’ın varlığını anlatan güzel bir kitaptı, ama benim merak ettiğim, Darwinizm’e cevap teşkil edecek bir örnek yoktu. Buna benzer merakaver sorular için ara sıra yanına gittiğim, Hüseyin Paşa Camii imam ve hatibi, merhum Fikri Hocanın camiin üst katındaki kütüphanesinin bulunduğu odasında, kendisine sorular sorduğumda; kitaplığında bulunan Sözler, Lem’alar ve Mektubat'ı göstererek, "Bu gibi suallerin cevabını Risâlelerde bulabilirsin, sen en iyisi Nurcuları bul" diyerek beni merhum Fahreddin Uçkun ve Osman Kabasakal'a yönlendirdi. O günlerde İttihad gazetesini de almaya başlamıştım. Dolayısı ile Gürbüz Dinçer Ağabey ile de tanışmış oldum. Ve bu vesile ile Risâleler ile buluştum. 1967 senesi Kasım ayında ilk gittiğim derste 23. sözden insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farklılıkları anlatan bölüm okununca “tamam, benim aradığım işte budur” diyerek o günden itibaren Risâle-i Nur’a teslim olduk.
Yeni Asya’yı nasıl ve ne zaman tanıdınız?
Yeni Asya gazetesi ile ilk defa yayına başladığı gün, askerlik görevimi yapmakta olduğum Ankara’da tanıştım. 21 Şubat gününü iple çekiyorduk. 1967'den itibaren İttihad gazetesini okuyordum. İttihad haftalık olması dolayısı ile, günlük bir gazeteye ihtiyaç duyulduğundan Yeni Asya’nın yayınına karar verilmişti. İttihad gazetesinin değişmeyen, fakat gelişerek güzelleşen ve haftada bir güne bedel her gün evimizi şenlendiren, sanki 27. mektubun zeyli gibi günlük bir lâhika olarak kabul ede geldiğimiz Yeni Asya’nın hazırlıkları başlamıştı. Kutlular Ağabey Ankara’ya gelmiş, yapılan hazırlıklar konusunda bilgilendiriyordu. Ve gazetemizin 21 Şubat günü yayınlanacağı müjdesini vermişti. Ankaralı ağabey ve kardeşlerimiz gereken hazırlığı yaptılar ve özel imkânlar ile istenen 1500 gazete Ankara’ya getirildi. Ve elimizde “Avrupa Asya’ya bağlanıyor”, “Boğaz Köprüsünün Temeli Atıldı” başlığını taşıyan Yeni Asya gazetesi vardı. Temeli atılan Boğaz Köprüsünü gazetemiz haber olarak bu şekilde vermişti.
Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı en önemli değerler neler olmuştur?
Öncelikle bana ve eşime Üstadın mesleğine sadakati öğretti. Çocuklarımız da Can Kardeş ve Yeni Asya Yayınları ile büyüdüler. Yeni Asya her zaman çevremizde takdir edilmiş, “Bizim diyemediğimizi siz söylüyorsunuz” diyerek, bizlere itibar vesilesi olmuştur. "Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” hakikatini bayrak ve ideal edinen Yeni Asya'mız var!
Yeni Asya’yı benzerlerinden farklı kılan, önde gelen ayırt edici özellikleri sizce nelerdir?
Yeni Asya’nın benzeri yok ki, ayırt edici özelliğinden bahsedeyim. Şimdilik Yeni Asya ve diğerleri var. Tabiî bu değerlendirmem Risâle-i Nur ve hizmetimiz itibariyledir. Yoksa İslâmî veya muhafazakâr kabul edilen 3-5 gazeteyi yok kabul edemeyiz. Ancak Yeni Asya gibi hedefi ve gayesi, tamamen Üstadı ve Risâle-i Nur’u hiç taviz vermeden her hal ve şart altında, kapanma bahasına anlatan ve savunan, Üstadın kiminle mücadele ettiğini ve mahiyetinin anlaşılmasına çalışan ikinci bir gazete olmadığından Yeni Asya ve diğerleri diyebiliyorum. Bu gazete bizi hiçbir zaman mahcup etmedi. Cenâb-ı Hak, hakikatin gür sesi olarak Yeni Asya’yı ebede kadar daim etsin.
Yeni Asya okuyucusu olarak başınızdan geçen, unutamadığınız bir olayı anlatır mısınız?
Yanlış hatırlamıyorsam 1972 Kasım ayı idi, hafta içi bir gün Cağaloğlu’ndaki gazete idarehanesine uğradığımda Mehmet Kutlular Ağabey, İzmit’e dönüp dönmeyeceğimi sorduğunda, döneceğimi söyledim. Bunun üzerine Kutlular Ağabey içinde para olan bir zarfı bana verdi ve "Bunu yarın sabah, gazete kâğıdı için Pir Nakliyattan Süleyman Beye teslim et" dedi. O yıllarda SEKA İzmit Kâğıt Fabrikasından, Cağaloğlu’na gazete ve kitap için kâğıt sevk eden nakliye şirketleri vardı. Neyse, İzmit’e vardığımda üzerimde bu kadar parayla evde yatamam, en iyisi dershanede kalırım dedim. Çünkü o güne kadar bu miktarda bir para elime geçmemişti. Önce eve giderek 'Bu akşam dershanede kalacağımı' anneme söyledim ve iç cebi olan bir yeleği içime giyerek dershaneye gittim. Ve arkadaşlara üzerimde Kutlular Abinin verdiği emanet para olduğunu ve sabah gazete kâğıdı için Pir Nakliyata yatıracağımı söyleyerek, yattım. Ancak sabah namazına kadar birkaç kez uyanarak 'emanet yerinde mi?' diye yokladığımı hatırlarım. Sabah ilk işim Pir Nakliyata gidip kâğıt parasını yatırarak dekontunu teslim aldım ve rahatladım. Bir diğer gelişme de, 1980-1990 yılları arasında Yeni Asya İzmit temsilciliğinin tarafımıza tevdi edilmesi ve o yıllarda gazetemiz ve yayınlarımız vasıtası ile bir çok kişinin Risâle-i Nur ile tanışması bizleri mesrur etmiştir. Bütün Yeni Asya okuyucularına selâm ve duâlar ile. |
M. FAHRİ UTKAN / İZMİR 28.05.2009 |