Röportaj |
|
GARİP BİR SİYASİ ENTRİKANIN İÇİNDEYİZ |
Yeni Asya’ya konuşan Taraf gazetesi yazarı Hıdır Geviş, “Türkiye Cumhuriyeti başından beri ordu tarafından tek ayak üzerinde tutulan bir ülke oldu. Bu nedenle solcuların, milliyetçilerin, İslâmcıların, Alevilerin, Sünnilerin Türklerin ve Kürtlerin birbirine karşı nefretle bilendiği premature bir Cumhuriyet olarak kaldık. Bu dönem kapandı artık, şimdi toplumun öteki ayağını da yere indirmesi ve sahici bir Cumhuriyetin temellerinin atılması gerekiyor” dedi.
SAİD NURSİ: GÜÇLÜ VE ÖZGÜN BİR KİŞİLİK
Bunun da ancak sivil bir anayasa ve yeni bir seçim sistemi ile mümkün olduğuna işaret eden Geviş, “Toplumdaki nefret ancak böyle ortadan kalkabilir. Türkiye şu anda çok ciddî bir geçiş döneminde” diye konuştu. Geviş ayrıca, “hayata karşı duruşu nedeniyle” hayran olduğunu söylediği Said Nursî’nin kendisi için “özgür düşünmeyi, sıradanlığın dışına çıkmayı, keskin zekâyı, güçlü bir kişiliği, azmi, mücadeleyi, muhalefeti” temsil ettiğini ifade etti.
Said Nursî, devlet elitlerini korkutuyor
BM Genel Merkezi'nde staj yapan Taraf Gazetesi yazarlarından Hıdır Geviş'le Amerika'dan bakınca Türkiye'nin nasıl göründüğünü konuştuk. Geviş Türkiye'nin kendini dünyanın merkezinde zannettiğini ve dünyanın sanki sürekli kendini konuştuğunu zannettiğini belirtiyor. Türkiye'nin değişim süreci içine girdiğini söyleyen Geviş devlet elitlerinin Said Nursî'den toplum üzerindeki gücü dolayısıyla korktuğunu ifade ediyor.
Türkiye'de yaşanan gelişmeler Amerika'dan nasıl görünüyor. Türkiye'de olayların içinde yaşayıp kaçırıldığını düşündüğünüz önemli noktalar var mı?
Türkiye’de kendini arzın merkezinde görme sendromu var. Bütün dünyada hatta Amerika’da sürekli konuşulduğunu düşünüyor ama böyle birşey yok. Türkiye’nin nesi var ki nesini konuşsunlar; başarılı bir sporcusu mu var, popüler bir müzisyeni mi var, hayranlık uyandıran projeleri mi var, fikirleriyle saygınlık uyandıran aktif bir politikacısı mı var, yaratıcı bir iş adamı mı var. Türkiye’deki demokratikleşme sorunu konusunda yaşanan sancılar zaman zaman Amerikan basınına yansıyor o kadar. Bir de son ekonomik kriz öncesinde Türkiye’nin gelişen ekonomisi konuşuluyordu. “Yaşanan son gelişmelerden” kastınız Ergenekon ve ordu siyaset ilişkisiyse, bu konuya karşı da popüler bir ilgi elbette yok. Popüler ilginin olması için Amerikan basınında köken olarak Türkiyeli olan Amerikalı gazetecilerin çalışması gerekiyor ki bu konularda yaptıkları haberlerle Amerikan toplumunda Türkiye’ye karşı bir ilgi yaratsınlar. Ama yok. Bugün İsrail Filistin meselesinin bu kadar popüler olması, konunun kendisinin önemiyle paralellik taşımıyor. Bu kadar çok önemsenmesinin nedeni Amerikan medya sektöründe çalışan Musevi meslektaşlarımızın konuya gösterdiği doğal ilgidir. Elbette Amerikan devletinin ilgili birimlerinde gelişmeler izleniyor, bu da onların işi zaten… Bunu da çok merak etmenin bize bir faydası yok bence. Dışarının bakışı konusundaki saplantımızı bir kenara atıp kendi aynamızda, kendimize cesaretle bakabilirsek, oradaki yanlışları da doğruları da bal gibi görme ve kendimizi iyileştirme şansımız olur.
Ergenekon dâvâsının Amerikan güdümünde yürütüldüğü söyleniyor. Görüşünüz nedir?
Amerika'nın güdümünde yürütülüp yürütülmediğini bilmek bize nasıl bir yarar sağlayabilir ki. Bunları düşünmek ve buralardan bir takım sonuçlar çıkarmaya çalışmak nafile çabalar. Önemli olan böyle bir soruşturmanın Türkiye halkının ihtiyaçları, demokrasi ve hukukun oturması için ne anlam taşıdığıdır, buna yoğunlaşmak lâzım. Bana göre bu soruşturma daha yaşanır bir Türkiye için çok önemli bir mihenk taşıdır. Aksaklıklarla gidiyor olabilir, yanlışlıklar yapılıyor olabilir, bunlar elbette olacak. Ama hiçbir şey bu dâvânın şevkini kırmamalı. Türkiye’de tarihî gelişmeler yaşanıyor, ilk defa generaller sanık sandalyesine oturuyor. Askerler içindeki bir kesimin bulaştıkları kirli paslı işler belgeleriyle ortaya konuyor. Bunları 10 yıl öncesinde hayal bile edemezdiniz. Belli bir kesim başından beri bu soruşturmayı baltalamaya ve küçük düşürmeye çalışıyor. Türkiye’yi esir alan ve bu ülkeyi bir açıkhava toplama kampına çevirmeye çalışan şebekenin deşifre edilmesi, bu şebekenin güvendiği sistemden beslenen birilerini rahatsız ediyor. Umudum suçluların ciddî ciddî biçimde yargılanmaları ve cezalarını çekmeleri. İktidar partisinin de bu tarihî dâvâyı dikkate alıp politikalarında çok dikkatli olması ve adımlarını ince ince düşünerek atması gerekiyor. AKP yapabildiğince her kesimi kucaklayıcı, nazik ve saygılı bir üslûp tutturmalı. Bu soruşturma Türkiye için son şans. Yoksa her konuda çok vakit kaybeder.
Amerikan yeni yönetiminin Türkiye'deki asker-sivil ilişkisine bakışında bir farklılaşma oldu mu? Çünkü Türkiye'de hep, Amerika kendi çıkarı hangi kanadı desteklemeyi icap ediyorsa oraya destekler, kanaati var. Sizce Amerika Türk ordusuyla ilişkisini nasıl yürütüyor?
Lütfen beni yanlış anlamayın, ama bakın bu sorunuzdaki havadan Türkiye’deki İslâmî, sol ve ulusalcı kesimde yer etmiş kronik bir ruh halini çıkarabiliyorum. Her şeyi nasıl olsa Amerika düşünüp, hazırlıyor ve uygulamaya koyuyor, bize yapacak bir şey kalmıyor şeklinde özetlenebilecek bir ruh hali bu. Unutmayın her şey önce bu memelekette nefes alıp verenlere bağlı. Şunu söyleyeyim. Obama herkes için büyük bir şans. Bu şansı iyi değerlendirmeliyiz. Türkiye Meclisinde yaptığı konuşmadan çıkarmışsınızdır. Artık herkesin değişmesi gerektiğini söylüyor. Azınlıklara temel haklarının verilmesinden ve demokrasiye saygılı olmaktan söz ediyor. Sizce bunun anlamı ne? Türkiye kendi sıhhati için, 30 yıla yakındır süren ve bu ülkeyi ciddî biçimde zarara sokan kirli bir savaşı bitirmek zorunda. Ordudaki bir kesimin bunun önünde önemli bir engel olduğunu da herkes biliyor. Bu engeli aşıp gereken bütün reformlar yapılmalı. Amerika da eski Amerika değil artık, onlar da değişiyor. Bunu Obama’nın kendisi de aynı konuşmada ifade etti. İçinde bulunduğumuz çağda zorbalığın ve diktatörleri desteklemenin Amerika’ya maddî hiçbir faydası olmadığını onlar da anladı. Küresel ekonominin sıhhati için fakir ülkelerin zenginleşmesi ve özgürleşmesi gerekiyor. Bu da antidemokratik ve merkeziyetçi yönetimlerle olmaz. Herkes komplekslerini yenip dünyanın bu yeni koşullarına ayak uydurmak zorunda. Bu nedenle geriye bakıp hızımızı yavaşlatmak yerine, ileriye bakıp neler yapmamız gerektiğini düşünmeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti başından beri ordu tarafından tek ayak üzerinde tutulan bir ülke oldu. Bu nedenle solcuların, milliyetçilerin, İslâmcıların, Alevilerin, Sünnilerin Türklerin ve Kürtlerin birbirine karşı nefretle bilendiği premature bir Cumhuriyet olarak kaldık. Bu dönem kapandı artık, şimdi toplumun öteki ayağını da yere indirmesi ve sahici bir Cumhuriyetin temellerinin atılması gerekiyor. Bu da sivil bir anayasa, yeni bir seçim sistemi ve yerel yönetimlerin gücünün ciddî biçimde arttırılmasıyla mümkün. Toplumdaki nefret ancak böyle ortadan kalkabilir. Türkiye şu anda çok ciddî bir geçiş döneminde.
Sizce Türkiye'de ordu siyaset üstündeki etkinliğini yitirmiş durumda mı?
Genelkurmay Başkanı hâlâ toplantılar yapıp bu toplantılara yayın yönetmenlerini çağırıyorsa ve o yayın yönetmenleri de o toplantıya gidiyorsa demek ki ordu siyaset üzerindeki etkisini hâlâ sürdürüyor. Ama bu böyle devam etmeyecek. Toplumu takatten düşüren ve bir türlü bitmeyen bu uzun kışın son günlerini yaşıyoruz. Artık hiç- bir şey eskisi gibi olmayacak. Başkabakanların Genelkurmay Başkanlarına, işlerini doğru yapmadıkları gerekçesiyle rahatça hesap sorduğu günleri de göreceğiz.
Eğer yitirmediyse demokratik düzen açısından ne tür şeyler yapılabilir?
Bence bu konuda sadece devleti ve askeri suçlamak, onları her şeyden sorumlu tutmak, yanlış ve haksızca bir tutum olur. Taşı biraz da kendimize savurmalıyız. Biz nerede yanlış yapıyoruz, biz kendi bireysel hayatımızda ne kadar demokratız, iş hayatımızda ne kadar demokratız, insan hakları konusunda ne kadar hassasız, çalışma hakları konusunda ne kadar hassasız, azınlık hakları konusunda ne kadar özgürlükçü ve eşitlikçiyiz. Biz ne kadar bizimle uyuşmayan görüşlere saygılıyız, onları boğmak yok etmek ve küçük düşürmek mi istiyoruz, yoksa önünde saygıyla eğiliyor selâm veriyor ve geçip gidiyor muyuz? Örneğin medyaya bakalım, göreceli olarak daha devletçi ve Kemalist olan merkez medyayı bir kenara bırakıyorum. Peki bu medyaya karşı alternatif olduğunu ileri sürenler? Ben Zaman gazetesinin, Yeni Şafak gazetesinin ve Star gazetesinin bazı haber başlıklarını okuyunca dehşete düşüyor ve açıkçası korkuyorum. Kullandıkları dil çoğu zaman aşırı milliyetçi, insan haklarına ve politik dürüstlüğe aykırı ve saygıdan uzak olabiliyor. İşte bu nedenle bu ülkede hemen herkesin kendini demokrasiye hazırlaması gerekiyor. Aynaya bakmalı ve kendimizi acımasızca eleştirmekten hiç korkmamalıyız. Bunu ancak biz yapabiliriz, başkasının bizim için yapacağı bir şey değil. Bu noktada Taraf gazetesi çok değerli bir misyon yükleniyor. Taraf yöneticileri, Türkiye’deki farklı kesimleri bir çatı altında topladı ve önümüze çoğulcu bir demokrasi modeli koydu aslında. Demokratlık, saygı, vicdan, ahlâk, akıl, bilgi ve rasyonellik temelleri üzerine inşa edilen bu çatı altında herkes birarada çalışabiliyor, üretebiliyor, verimli olabiliyor, başarılı olabiliyor, mutlu olabiliyor. Taraf sayesinde bunu gördük. O halde aynı şey neden Türkiye toplumunda sağlanmasın.
Türkiye'de, İslâmî anlayış devlet elitleri tarafından yeterince anlaşılıyor mu?
Devlet elitleri bir engizisyon komisyonu gibi hareket ediyorlar. Onların kendilerine göre belirledikleri bir milliyetçilik, İslâm, demokratlık ve modernlik anlayışları var. Bu anlayış dışında gelişen bir İslâmcılığı, bu anlayış dışında gelişen bir milliyetçiliği, bu anlayış dışında gelişen bir demokratlığı kabul etmiyorlar. Dolayısıyla bu engizisyon komisyonu, kendi anlayışı dışında gelişen akımları, kendi tezgâhına sokarak öğütmeye ve etkisizleştirmeye çalışıyor. Bunu da merkez dışında gelişen siyasî akımları birbirine düşürerek yapıyorlar. Sonuçta ortaya çıkan korkutucu çatışma ortamında kendini güvende hissetmeyen bireyler, devlete ideolojisine yanaşarak kendilerini güvence altına alma tutumu sergiliyor. Biz Alevilerin Kemalizmin savunucusu haline gelmeleri bizde yaratılan Sünnî İslâm korkusundan kaynaklanıyor. Oysa bize hiçbir hak vermeyen ve bizi tanımayan da o Kemalist sistem. İslâmcıların devletçi olmaları ve devlet milliyetçiliğini savunmaları onlarda yaratılan komünizm ve sol korkusundan kaynaklanıyor. Oysa onları en çok zarara uğratan bu tür bir milliyetçilik ve merkeziyetçi devlet yapısının ta kendisi. Solu Kemalizmle bu kadar içli dışlı olmaya iten ise onlardaki milliyetçi sağ korkusu. Oysa onlara en büyük darbeyi vuran yine kendini o Kemalist yapının koruyucusu ilân eden askerlerin gerçekleştirdiği askerî darbeler. Garip bir siyasî ve tarihsel entrikanın içinde dönüp duruyoruz.
Said Nursî sizin için ne ifade ediyor?
Beni, insanların ne düşündükleri, ne yazdıkları ve ne söylediklerinden çok, hayatta ne yaptıkları ve nasıl bir tutum sergiledikleri etkiliyor. Ortaya konulan eylem, bana yazılanlardan ve söylenenlerden daha inandırıcı geliyor çünkü. Said Nursî’ye, hayata karşı duruşu nedeniyle hayranım. O benim için özgür düşünmeyi, sıradanlığın dışına çıkmayı, keskin zekâyı, güçlü bir kişiliği, azmi, mücadeleyi, muhalefeti, hayal sahibi olabilmeyi ve temiz kalpliliği temsil ediyor. Cumhuriyet tarihinde yaşamış en özgün isimlerden biridir Said Nursî. Hayatı roman gibi. Çok yoğun, çok renkli ve çok acılı…
Said Nursî neden Türkiye’de konuşulamıyor. Amerika'da üniversitede konu iken Türkiye de çoğu yazar ismini bile bilmiyor?
Türkiye böyle bir ülke. Düşünün bir, yıllar önce bazı şairlerin kitaplarını okumak, ismini anmak bile suçtu. Nazım Hikmet yasaktı meselâ. Bu sapkın politik tutum hâlâ devam ediyor. Renkleri itibariyle Kürt bayrağını anımsattığı gerekçesiyle domates biber ve limonu, TV ekranında bir araya getirmemek için itina gösteriyorlar. Bu rahatsızlığın teşhisi zor değil, ciddî bir paranoid şizofreni bu. Böyle bir anlayış haliyle Said Nursî’yi de kabul etmiyor. Devleti ele geçirmiş elitler, devlet kontrolünde bir din istiyorlar. Said Nursî’nin bir din âlimi olarak gücü onları korkutuyor. Yasaların zoruyla merkezde tutmaya çalıştıkları halkı çevreye çekecek ve başka dengeler yaratacak hiçbir gücü kabul etmiyorlar. Çünkü o zaman o elitler kendi arpalıklarını kaybedecekler. O elitler halkın sevdiği ve benimsediği her şeye ve herkese karşı. Düşünün hele, bir çocuğunuz var ve siz o çocuk büyüse de ona hep kendi bildiklerinizi dayatmaya çalışıyorsunuz. Onun ne istediğini, ne düşündüğünü ve ne yapmaya çalıştığını anlamaya bile çalışmıyorsunuz. Çocuğunuzun sizden farklı, kendine özgü bir kişiliği olabileceğini kabul etmek bile istemiyorsunuz. Çocuk size karşı çıkınca da bu defa zor kullanıyor ve hatta şiddete bile başvuruyorsunuz. Bu şekilde sağlıklı bir baba-oğul ilişkisi geliştiremezsiniz. Geliştirmediğiniz gibi o çocuğu kötürüm eder, kişiliğini zedeler ve kendi başına bir şey yapamaz hale getirirsiniz. Devleti ele geçirmiş elitlerin de halka yıllardır yaptığı budur.
Türkiye'de, tarihî şahsiyetler nasıl bu kadar kolayca kamuoyundan saklanabiliyor?
Sivil bir toplum değiliz de ondan. Her şeyi kontrol eden, her şeye müdahale etme ihtiyacı duyan bir sistem var. Bu sistem özel şirketlere ait medyayı bile yönlendiriyor. Dolayısıyla bu garip ışın perdesinin altından sızıp halka ulaşmak öyle kolay değil.
Nasıl bu kadar rahat resmî tarih yalanlarla dolu olabiliyor?
Türkiye’deki resmî tarih rejimin propaganda aygıtı gibi işliyor. Bu nedenle yalan ve doğruların birbiriyle harmanlandığı bir tarih var karşımızda…
"Avrupa'da İslâmın kamusal alanı dönüştürmesi" üzerine tezler yapılırken, bizde devlet, neden bazı sosyolojik konuları sosyologlara veya sivil toplum örgütlerine havale etmez?
Az önce söylediğim gibi. Bu havaleyi yaparsanız toplum normalleşir. Ancak o zaman o elitler güçlerini kaybederler. Türkiye’de şu an yaşanan bir bakıma bu devlet aristokrasisi ve onların çapulcu gibi baktığı halk arasında yaşanan sınıf savaşıdır…
Türkiye'deki İslâmî kesimin zaafları neler?
Özeleştiri mekanizmalarını çalıştırsınlar yeter. O zaman her şeyi kendi kendilerine bulacaklardır.
Türkiye, meselelerine tekrar dönecek olursak Genelkurmayda bekleyen onlarca faili meçhul cinayet dosyası sizce neden açılmıyor?
Sivil bir Cumhuriyet olmadığımızın göstergesi bu. Ama o dosyaların da açılma zamanı geliyor. Ben ümitliyim.
Devam eden Ergenekon sürecinde Türkiye hukuk devleti olma yolunda bir adım atmış olacak mı?
Sadece bu yetmez. Bu süreçte hükümetin sivil anayasayı hazırlatması gerekiyor. Bu arada “bütün kesimlerin üzerinde uzlaştığı bir anayasa” lâfına inanmıyorum ben. Anayasa yapmayı bu işin profesyonellerine versinler. Yani akademisyenlere bıraksınlar. Sonuçta toplumun nasıl bir anayasal sistemle en iyi şekilde işleyeceği siyasî bir mühendisliktir. Bence dünyada saygı duyulan yabancı akademisyenlerin oluşturduğu bir kurula bu işi sipariş edebilirler.
HIDIR GEVİŞ KİMDİR?
Hıdır Geviş 1968 Elazığ'in Kuyulu Köyünde dünyaya geldi. Yüksek tahsilini İstanbul Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümünde yaptı. Power Economy adlı dergi için yazdığı "İslâm Burjuvazisi" adlı araştırma-makalesi büyük yankı uyandırdı. Türkiye Medya Endüstrisinde uzun yıllar çalıştıktan sonra, 2001 yılında Amerika'nın, Boston şehrine yerleşti. 2005 yılında Cambridge College'ın Master Of Management bölümüne mastır öğrencisi olarak kabul edildi. Yüksek lisans eğitimi süresince Amerikan PBS televizyonunun Boston branşı olan WGBH'in Uluslararası Satış ve Pazarlama bölümünde 3 aylık süreyle staj yaptı. 2006 Eylül'ünde Birleşmiş Milletler Genel Merkezi'ndeki stajı için New York'a taşındı. New York'da yaşayan Hıdır Geviş, esas işinin yanı sıra, Taraf gazetesi, Medyatava.com, haber7.com, showtvnet.com gibi internet sitelerine Amerikan medya endüstrisi, uluslar arası ilişkiler, politika, san'at ve sosyal hayat ile ilgili yazılar yazıyor. |
MANİSALI OKUYUCUMUZ HALİM ASLAN: |
Sergilediği istikrar çizgisi, beni gazeteme bağladı Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Ben Halim Aslan. 1947 Manisa Gördes doğumluyum. 1960 yılında Manisa ilinin Salihli ilçesine göç ettik. Bir marangoz atölyesinde işe başladım. 1967 yılında askerlik vazifemi yerine getirdim. Askerden sonra 1972 yılında dükkân açtım ve halen bu meslekte devam etmekteyim.
Yeni Asya’yı nerede ve ne zaman tanıdınız?
Yeni Asya’yı 1970 yılında; benim hem akrabam hem de meslektaşım olan rahmetli abim Ahmet Ertaş sayesinde tanıdım. Benim ayrıca Risâle-i Nurlarla ve hizmetle tanışmama da vesile olmuştur. Bu sebepten ona daima duâcıyım. O tarihlerde Ahmet Ertaş Abi hizmeti tek başına göğüslemiş ve Risâle-i Nur hizmetinin ilçemizde filizlenip yeşermesinde çok büyük emekleri olmuştur. İlk olarak beni dersaneye o götürmüştür. Dersaneye ilk gittiğimde yerde bir hasır seriliydi. Aydınlatma aracı olarak da pompalı gaz lambası kullanılıyordu. Mutfakta ise birkaç kap kacak vardı.
Sizi Yeni Asya’ya bağlayan esas sebepler nelerdir?
Gazetemizin yayın çizgisi, ilk çıktığı günden beri hiç değişikliğe uğramamıştır. İman ve Kur’ân hizmeti çerçevesinde yayınına devam etmiş; sosyal, içtimaî ve güncel meseleleri bu doğrultuda yorumlayarak bizlerin en üst düzeyde bilgilenmemize vesile olmuştur. Ayrıca bu mânâda sergilediği istikrar çizgisi de beni gazeteme bağlayan en önemli sebeplerdendir.
Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı değerler nelerdir?
Gazetemi evime rahatlıkla götürüp çocuklarıma okutuyorum. Gazetenin evde okunması hem bana hem de aileme müsbet mânâda tesir etmiştir. Gazetemizin ‘Lâhika sayfası’ da günlük Risâle derslerimize çok katkı sağlamaktadır. Bu mânâda emeği geçen bütün kardeşlerimi tebrik ediyorum.
Yeni Asya ile ilgili yaşadığınız bir hatırayı anlatır mısınız?
1980-81 yılıydı. Mehmet Fırıncı Ağabey Salihli’ye bir hizmet vesilesiyle gelmişti. Yemek için onu lokantaya götürmüştüm. Sohbetimizin bir bölümünde Fırıncı Ağabey gazetemizin Salihli’de ne kadar satıldığını ve kardeşlerin gazete alıp almadıklarını bana sordu. Ben de “Ağabey” dedim “Gazete bizim hizmetimizin vazgeçilmez bir parçasıdır. Biz almayacağız da kim alacak bu gazeteyi?” dedim. Bu ifade onun da çok hoşuna gitmişti. Bu vesileyle hizmete bugüne kadar çok emeği geçen Fırıncı Ağabeye de Allah’tan sağlık ve hayırlı bir ömür geçirmesini temenni ediyorum.
Son olarak Yeni Asya okuyucularına neler söylemek istersiniz?
Ben bütün gazetemiz okuyucularına gazetelerine sahip çıkmalarını ve daha geniş kitlelere gazete ve neşriyatımızın tanıtılması ve okutulması noktasında her türlü fedakârlığı yapmalarını tavsiye ediyorum. Ayrıca her gazete okurumuzun gayesi; hiç olmazsa yılda bir kişiyi gazete abonesi yapmaya çalışmak olmalıdır diye düşünüyorum. Bütün kardeşlerime sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum. |
11.05.2009 |