Röportaj |
KAHRAMAN ALPAK |
OKUYUCUMUZ VE YAZARIMIZ NEJAT EREN ANLATIYOR: |
Yeni Asya, beni ve ailemi hiç mahcup etmedi Yeni Asya’yı nerede ve ne zaman tanıdınız?
Yeni Asya’yı tanımadan önce ben İttihad gazetesine de aboneydim. ‘Nurcu’ların ismini ilk olarak 1969 yılında öğretmenliğimin ilk yılında duydum. O da dâvâya ve Üstada tamamen ters ve zıt görüşte olan bir meslektaşımdan Üstad Bediüzzaman Said Nursî ismini duydum.O zaman benimsediğimden değil, eleştirdiğimden tanıma ihtiyacı hissettim. Risâle-i Nurlar vasıtasıyla tanımış oldum. Said Nursî’ye başka makamlar verildiği yolunda iddialar duymuştum.. Bu radikal ve marjinal iddialar beni Risâle-i Nurları araştırmaya sevk etti. Kitapçılardan Said Nursî’nin kitapları olup olmadığını sormaya başladım. Giderek sorduğumda ‘bir daha böyle kitapları sorma başına iş alırsın’ cevabıyla karşılaştım. İyice merakım artmıştı. Çocukluk yıllarımdan beri Allah kabul etsin namazımı kıldığım için, o zamanki deyimiyle “sağcı” görüşe sahiptim. Sola her hangi bir meylim yoktu. Ama altı sene Antalya Aksu Öğretmen Okulunda okudum. Malûmdur ki öğretmen okullarında yetişen her genç gibi ben de bu altı senelik eğitimde bütünüyle “katıksız bir Kemalist” olarak eğitilmiş ve yetiştirilmiştim. Öğretmen okulunu da dönem birincisi olarak bitirdiğim için acayip bir enaniyet ve gururla mesleğe başlamıştım. Ama cemiyet o günkü yapısıyla dinî konulardaki bir çok kafamdaki sorulara cevap bulamadan okulu bitirmiştim. Dindar olduğum halde Kur’ân okumayı bilmiyordum. Okumaya ve yabancı dile karşı da çok büyük bir ilgim vardı. İngilizceyi kendi kendime öğrenmeye başladım. Hayatımın büyük bir eksikliği olan Kur’ân’ı da öğrenmek istiyordum. 1969 yılında Hatay ili İskenderun ilçesi Kömürçukuru Köyüne (şimdi Belen ilçesine bağlı) tayinim çıktı. Göreve başladım. Aldığımız eğitim gereği artık Kemalizm damarlarımıza adeta işlettirilmişti. Kendi düşüncemizin karşısında kim olursa olsun kabul etmemiz ve tahammül etmemiz mümkün değildi. Öğretmen okulundaki metodoloji öğretmenlerimiz: “Devrimleri halka kabul ettirmek için halkla iç içe olun, namaz kılmasanız bile camiye gidin ve onlardan birisi imiş gibi davranın yoksa kendinizi kabul ettiremezsiniz, size güvenmezler. Güven sağladıktan sonra da düşüncelerinizi ve devrimci fikirlerinizi aşılama fırsatı bulursunuz” parola ve sloganıyla eğitilmiştik. Görev yaptığım aynı okulda altı kişiydik. Bunlardan bir tanesi benimle birlikte camiye gidiyor ve dinî kitaplar okuyordu. Ama bana net bir şey söyleyemiyordu. Değişik bir tarzı ve içten bir samimiyeti vardı. Benim onun bazı fikirlerine karşı çıkmadığım için saçmalıklarıma da aşırı derecede katlanıyordu. Sakin bir şekilde iman ve onu yaşamanın öneminden bahsediyordu. Bana Kur’ân öğreten bir başka kardeşim vardı Emin Hoca—Allah rahmet eylesin. Kur’ân öğretirken Üstad ve Risâle-i Nurlardan da bahsediyordu. “Nurculuk”tan bahsetmeye başlayınca tartışmaya başladık. Arkadaşın ısrarlı cevapları karşısında dayanamayarak adeta odadan kovdum. O arkadaşı kovduğum için bana yaklaşmaya çekiniyordu. Çünkü Kemalizme karşı olduğunu düşünüyordum. Onunla tartışamıyordum. Sekiz dokuz ay böyle geçti bir gün onu yanıma çağırarak beraber ava gittik. Av yapmıyor adeta birbirimizle boğuşuyorduk. Artık yine mağlûp oldum. Düşüncelerimi bir türlü kabul ettiremiyordum. ‘Bak canımı sıkma senin katilin olabilirim’ diyordum. Alıç Dağı denen o yüksek dağın başındaki bu münakaşa “kırılma noktası” oldu. Emin Hoca bana: Bana bak kardeşim. Nasıl olur da senin gibi bir insan, ısrarla bana bir şeyler kabul ettirmeye çalışır? Sana bir tek soru soracağım tek bir tercih yapacaksın. Peygamberimiz mi yoksa Kemalizm mi? Adeta dondum kaldım. İkindi vakti geçmek üzere idi. Peygamberi silemezdim manevîyatımı yok sayamazdım. Annemi hiç bilmediğim, öksüz olduğum için beni yetiştiren babaannemin seccadedeki halini hatırladıkça: “Ben manevîyatıma ve mukaddesatıma ihanet edemem” diye kafamda şimşekler çakıyordu. Yoksa bunlardan sıyrılırsam artık her şeyim gidecek. Hiçbir beşeri yaratığın Peygamberden büyük olamayacağı kanaatine vardım. “Peygamber mi büyük bu senin kafana koyduğun kurtarıcı dediğin insan mı?*” sorususunu sorunca bir an sarsıldım. Ve o noktadan itibaren “Peygamberin” büyüklüğü noktasına tercihimi yapıp ondan sonra duruşumu netleştirdim. Ama bu noktaya yedi-sekiz ayda her gün—hiç istisnasız- onbeş—onaltı saat bu konuları şiddetle tartışmış ve münakaşa ederek bu noktalara gelmiştik. Sonunda bu sıkıntılı anlar rahmete kayboldu ve müthiş bir dönüşle Üstadımın ve Risâle-i Nur’un yanında olmayı Cenâb-ı Hak bana ihsan etti. Göze bakıp kalbe hitap emek beni dize getirmişti. Neticede: “Emin Hoca ben fazla ileri gittim her halde. Acaba Allah beni affeder mi?” diye sordum: O da artık her şeyin bittiği an. Başladığımız tartışma burada bitti. Artık bu anıma kadar yaşadıklarım düşüncelerim buraya kadarmış anlayacağın yol bitti dedim. Hem Kur’ân öğreten Emin Hocanın, hem de meslektaşı Ahmet Hocanın benim o kadar sert çıkışlarıma o gayet yumuşak bir üslûp kullanarak cevap veriyordu. Daha sonra diğer arkadaşlarla da görüşüyorduk. Geçmişimi bildiklerinden yine de her meseleyi benimle rahatlıkla konuşamıyorlardı. Söylerken gizli gizli konuşuyorlardı. Benim de onları şikâyet edeceğimi düşünüyorlardı. Daha düne kadar farklı düşüncelere sahip olduğum için endişe ediyorlardı. Bana iltifatlar etmekten de geri kalmıyorlardı. Yavaş yavaş arkadaşlar Risâleden pasajlar okumaya başladılar. Pek fazla anlamıyordum, ama onların nazik ve tahammüllü halleri beni çok etkiledi. 6-7 ay boyunca, okulda zaman zaman sohbetlerimiz oldu. Okunan kitaplardan bir şeyler anlamıyorum, ama ruh ve kalbime bir şeyler oluyordu. Bir bahar günü kıra çıktığımız bir gün Ahmet Hoca (öğretmen) Ayetü'l Kübra’yı okuyordu. Beraber olduğumuz sol görüşlü bir meslektaşımız itiraz ediyordu. “Ben devam et” dedim ve ruhî bir zevk almaya başladım. Daha sonra İskenderun’da “bir eve” gittik bu evin daha sonra ”dershane” olduğunu öğrendim. Derslere gitmeye başladım. İttihat gazetesini tanımış oldum. Haftalık çıkmasına karşı bize köyde olduğumuz için 20 günde falan gelirdi. Dersler başladıktan 1,5 iki ay sonra Hatay ve civarındaki hizmet mahallerine gitmeye başladım. 2-3 yıl gözlemleyerek eleştirel olarak yaklaştım mutlaka bir şeyler bulabileceğimi düşünüyordum. Onların halleri beni tatmin etmiyor dünyamda hep sorguluyordum. Çünkü aldığım eğitim gereği böyle düşünmekten kendimi alamıyordum. Samimî insanları bile şüpheci olarak düşünerek hareket ediyordum.
Sizi Yeni Asya’ya bağlayan esas sebep nedir?
Hatay’da dört sene öğretmenlik yaptığım köyde, Yeni Asya yayınlarını okudum. O bölgede Adana, Antep, Kilis vs. civarlarına hizmet için gidiyorduk. Duruşumuzu hiç bozmadık. Okula iftiharla Yeni Asya’yı götürüyordum. Herkes de beni biliyordu. Kimseden çekinmiyordum. Bu halde iken Suriye sınırındaki bir köye sürüldüm. Çünkü ‘Nurcu’ olarak anılıyordum. Her türlü rezilliğin yaşandığı bir bölge idi. Her akşam bir eve ziyarete giderek onlarla sohbetler ettik. Bize “Siz kimsiniz, necisiniz?” diye sorulur, biz ise ‘Müslüman olmamız yetmez mi?’ diyerek cevap verirdik. İçki masalarından kalkmayanlara bir şeyler sunmaya çalıştık. Traktörlerle köylere ulaşarak bir şeyler paylaşmaya çalıştık. Köy muhtarı Sebahattin Selçuk, beni çevre köylere ders yapmaya götürürdü. Antalya’da derslere gelmeye başladılar. "Sizin sayenizde Allah’ı, Peygamberimizi tanıdık." derlerdi. Şimdi o bölgelerde hizmetlerle ilgili meseleler konuşuluyor. Yeni Asya ile beraber Tercüman gazetesini de okurdum. Libya olaylarının gündemde olduğu zaman, Taha Akyol, Yavuz Donat, vs. yazarlar Tercüman’da yazıyordu. Yeni Asya’da ise akademik kariyeri olmayan arkadaşlarımız olmasına rağmen ‘Kaddafi ateşle oynuyor’ diyerek manşete taşımışlardı. Tercüman’la Yeni Asya tezat teşkil ediyor, tam zıttı görüşü vardı. Yeni Asya’da yazı yazanlar lise son sınıfta veya üniversite birinci sınıfta. “Yeni Asya okuyucusuna Tercüman gerekmez” diyerek hislerime tercüman olmadığı olamadığını düşünerek bırakmış oldum.
Yeni Asya’yı benzerlerinden farklı kılan, önde gelen ayırt edici özellikler nelerdir?
Başörtüsü meselesinde haksızlık ve zulümde siper olan duruşundan hiç taviz vermeyen yayın organının adıdır. Başta Risâle-i Nur Kur’ân’ın naşir-i efkârı. Bediüzzaman hiç kimseye hakaret etmedi. Yaptıklarını hak hukuk namına yapmış. Terörist olsa dahi hukuktan taviz verilmemesi gerektiğini vurgulamış, onun haklarına aynı oranda sahip çıkmış. Bir gemide bir masum 99 cani de olsa batırılamaz diyerek haktan hukuktan yana taraf olmuştur. Bu mânâda Yeni Asya Risâle-i Nur eksenli yayın yapmıştır. Gazete insan ürünüdür, elbette hatalar olabilir. Bizim de şahsî hatalarımız olabilir. Düzeltme yaparken, eleştiri de yaparken bunu meşrû yollardan yapmak gerekir ayağımıza kurşun sıkmaya gerek yok. Bir şeye de vurgu yapmak istiyorum. Yeni Asya, AB normlarının Türkiye’ye gerekliliği konusuna her zaman vurgu yapmış, bu mânâda politikalara hep destekler vermiş yanında olmuş, haklının hakkını vererek ortaya koymuştur. Şahıs merkezli yapılanmaların da içerisinde olmamıştır. Yeni Asya, Risâle-i Nur yayını yaptığı için Hollanda‘da, Cezayir’de, Libya’da İran’da, Mısır’da, Filistin’de yaşanan olaylarla ilgili cesaretle manşetler atabilmiştir. Bu, Yeni Asya’nın başarısıdır.
Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı değerler neler olmuştur?
Yeni Asya istikamet, hasbi sadakat, cesaretin, bir dâvâya sadakatin, dâvâda fani olmanın, istikamet üzere yaşamanın ve yaşatmanın adıdır. Yeni Asya’yı görev yaptığım her yere götürdüm. Bu hususta hiç taviz vermedim. Memuriyet hayatımı da yirmi yılımı tamamlayarak kendim dilekçe vererek noktaladım. Yeni Asya beni hiç mahcup etmedi. Yeni Asya’nın hiçbir sabıkalı hali yoktur. Allah huzurunda da mahcup olmayacağımızı düşünüyorum. İnsanız hata yapabiliriz. Ancak duruşumuzla; sabırlı ve metanetli olup birbirimize sahip çıkmalıyız.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Bu gazete hepimizin yüz akı bir gazetedir. Şimdiye kadar hiçbir konuda insanlığın zararına olan hiçbir menfi harekete taraf ve alet olmamıştır Allah’a şükür. Ama maalesef tirajı istenilen noktada değildir. Bu konuda hepimize çok büyük bir mükellefiyet ve sorumluluk düşüyor. Bir gönül seferberliği en azından herkes: “Ben de yeni bir abone bulayım” kampanyasını başlatıp bu alanda bir hamle yapmamız gerekir. |
KAHRAMAN ALPAK 08.05.2009 |