|
|
Âyet-i Kerime Meâli
Yine Onun âyetlerindendir ki, size hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratmış, aranıza muhabbet ve merhamet vermiştir. Düşünen bir topluluk için elbette bunda Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine deliller vardır.
Rum Sûresi: 21
|
05.10.2008
|
|
İslâmiyet, bütün insanlara rahmettir
İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, İslâmiyetin telkinatiyle küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp etmiştir.
Remiz
Arkadaş! Nefis, tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temennî eder. Sonra mülâhaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes’uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa, derhal tevbeyle vazifesine avdet eder.
Remiz
Arkadaş! Herbir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefâvütüne göre insanların yapabileceği işler de tefâvüt eder. Meselâ, büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şâhın yapamadığı bir iş yapar. Çünkü, nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet, kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda, yani sivrisineğin Nemrud’a olan galebesi; ve bir çekirdeğin Fâlıku’l-Habbi ve’n-Nevâ tarafından verilen izin ve kuvvete binâen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir eden birer hakikattir.
Remiz
Arkadaş! Katre nâmındaki eserimde Kur’ân’dan ilhamen takip ettiğim yolla ehl-i nazar ve felsefenin takip ettikleri yol arasındaki fark şudur:
Kur’ân’dan tavr-ı kalbe ilham edilen asâ-yı Mûsâ gibi, mânevî bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâyla, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çıkar. Çünkü müessir ancak eserde görünebilir.
Mânevî asansör hükmünde olan murakabelerle mâ-i hayatı bulmak pek müşküldür.
Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise, etraf-ı âlemi Arşa kadar gezmeleri lâzımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlûp olup caddeden çıkmamak için, pek çok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki yolu şaşırtmasınlar.
Kur’ân ise, bize asâ-yı Mûsâ gibi bir hakikat vermiştir ki, nerede olsam, hattâ taş üzerinde de bulunsam, asâyı vuruyorum, mâ-i hayat fışkırıyor. Âlemin haricine giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve parçalanmaması için muhafazaya muhtaç olmuyorum. Evet, “Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır.” (İbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, 1:24) beytiyle, bu hakikat hakikatiyle tebarüz eder.*
*İhtar: Kur’an’ın delaletiyle bulduğum yola gitmek isteyen için ve ona o yolu güzelce tarif etmek için, Risale-i Nur Külliyatı güzel bir tarifçidir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 70-71
şek: şüphe.
in’ikâs: aksetme, yansıma.
tefâvüt: farklılık.
mâ-i hayat: hayat suyu.Remiz
Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, İslâmiyetin telkinatiyle küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikâs ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılâp etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise, her iki tarafa baktırır. Devekuşu gibi, tam mânâsıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.
|
Bediuzzaman Said Nursi
05.10.2008
|
|
Dost istersen Allah yeter
Yalnızlığın gürültüsüyle mi çınlıyor kulakların? Belki bir dostum bile yok, diye düşünüyorsun? Belki bir çok dostun var, ama yine de yalnızsın… Ya da…
Bir an yalnız hissedersen kendini… Bil ki; âlemlerin Rabbi seninle… Bil ki; kalbin, ruhun, lâtifelerin yoldaşın… Bil ki; melekler çevrende, dolaşıyor tesbih ile… Ve inan ki “Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.” Yıldızlar da, zerreler de, melekler de, insan da… Bu, ancak Allah’ın bir lütfudur.
Şimdi buradan bakınca hiç de yalnız görünmüyorsun ey insan!… Öyleyse keyfini çıkar bu muhteşem hâlin… Hamd içinde dön, pervane misâli… Unutma senin ışığın Allah’a olan imanın… Öyleyse tekrar gözden geçir hayatını… Söyle dostun kim?
Kim dostun? Şu âhir zamanda dünyayı dost edinenler epey arttı. Dünya ile dost olanlar, sınırlamıştır dostluk kavramını. Dar düşüncelere hapsetmiştir kendini. Daraltmıştır dünyasını… Zira dünya fani…
Yoksa dostunuz, zamanınızı göz göre göre çalan teknolojik âletler mi? Ben onlara “yok edici” diyorum. Yokluğa atıyor; geriye gelmeyen kıymetli zamanımızı. Zira mecburî meşguliyet harici ne çok samimî oldu insan bunlarla. Bu samimiyet hayra alâmet değil. Her şeyin aşırısı hoş değil. Bu ölçüyü kaçırınca boşa gidiyor saniyeler…
Menfaat gereği insanlara dostâne davrananlar yok mu dünyada? Kendisine gelecek bir fayda sebebiyle—bu ister küçük, ister büyük bir fayda olsun—sahte dostluklar sarmış etrafı. Dikkat etmek lâzım onlara. Sahte sevgilerin arttığı şu zaman onların zamanı… Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi “Önceden iki yüzlüler vardı, şimdi yirmi yüzlüler”. Çok yüzlülerle, çok da yüz göz olmamak lâzım.
En tehlikelisi… Nefse olan aşırı sevgi. Nefis ile yaptığımız dostluğumuz… Maalesef bu dostluk, Rabbimize olan kulluğumuzu gaflete atabiliyor. Nefsi şımartmak, diğer dostlarımız; kalp, ruh ve lâtifeleri de yıpratıyor. Çevredeki insanlara karşıda haset, riyakârlık gibi nâhoş davranışların olmasına da sebep olabiliyor. Zarar üstüne zarar… Allah muhafaza eylesin…
Bunların yanında nûr üstüne nûr olan bir hakikat var. Dostumuz Allah olursa her şey dost olur bize. Buna inanmak büyük bir adımdır insan için. Evvelâ sevgimizi Rabbimize sunmalıyız. Bu sevgi dünyadaki ve ahiretteki mertebemizi yükseltir… Hakikî dostluklarımız çoğalır... Bunlar Allah’ın ikramıdır. Dostumuz Allah ise, neticesi de hayırlı olur mutlaka. Hem “Bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe rahmettir”. Rabbimize dost olabilmek… İşte nûr üstüne nûr… Her anımızda, bize bizden bile daha yakın… O bize yakın. Biz de kalbimizin pencerelerini aralamalıyız ki, O’na olan yakınlığımız ziyadeleşsin.
Şimdi, yalnız hissedersen kendini… İnan ki; âlemlerin Rabbi seninle… İnan ki; kalbin, ruhun, lâtifelerin yoldaşın… İnan ki; melekler çevrende dolaşıyor…Ve iman et; kudreti ve rahmeti nihayetsiz Dosta… Şunu hiç unutma; “Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.” Yıldızlar da, zerreler de, melekler de, insan da…Bu, ancak Allah’ın bir lütfudur.
Şimdi buradan bakınca hiç de yalnız görünmüyorsun ey insan!... Öyleyse bu mânevî hazzı doyasıya yaşa… Şükür içinde ışığını takip et, kelebek misâli… Hatırla! Senin ışığın Allah’a olan imanın… Kalbini o nûr ile ışıklandır. Kalbinin ışığını takip et... Bil ki, O Nûrun ışığı bütün hayatını aydınlatır…
|
FATMA ALTUNER
05.10.2008
|
|
Doğrulara götüren vesvese
Ramazan ayı içerisinde, aylardır düşüncelerimi karma karışık eden bir hâl ile karşı karşıya idim. Bu hâl beni o kadar sıkntıya sokmuştu ki vesvese mi yapıyorum diye de sorguluyordum kendimi.
Her şey bir zikirle başladı. Önceleri elimden geldikçe, şeytan ve nefsim kalbime ilişmediği zamanlar zikirlerime devam ediyordum. Ama aylardır hangi zaman Cenâb-ı Allah’ın bana verdiği nimetlerine şükür için Elhamdülillah çekeyim dediğim vakit; içimden bir ses, ‘Günahların daha fazla, önce Estağfirullah çek’ diyordu. Estağfirullah’la başladığım zikir, bakıyordum Estağfirullahla bitiyordu. Tekrar Elhamdülillah demek istediğimde aynı sesi işitiyordum ve bu böylece sürüp gidiyordu.
Bir ara bir büyüğüme danıştım. ‘Vesvesedir. Sen zikirlerini sayıyla çek, kurtulursun’ dedi. Bir müddet denedim. Ama içimdeki o sesi susturamıyordum.
Bir gün mutfakta iş yaparken, oğlum birden bana seslenerek ‘Anne eğer bir günah işlersen Sübhanallah çek. Çünkü her bir Sübhanallah’ta yaratılan melekler senin için mağfiret dileyeceklerdir’ dedi. Hasbünallahu ve ni’me’l-vekil, 11 yaşındaki oğlum bu sıkıntımı bilmiyor. Bunu bana hiçbir sebep yokken neden söylesin?
Sonraki günlerde ben her Estağfirullah çekince, oğlumun sözleri aklıma geliyor. Sübhanallah diyerek zikrime devam ediyordum. Bir müddet de böyle devam ettim. İçimdeki ses dayanılmaz bir hâl almıştı, çok bunalmıştım. Estağfirullah mı? Elhamdülillah mı? Aslı hep bir duâ değil miydi? Duâ da bir ibadetti. İbadetin de—gücünün yettiği ölçüde—sınırı olmazdı elbet. Sebebini anlayamadığım munkabız haller yaşıyordum.
Elimde, takip ettiğim Lem’alar vardı. Ve ben 29. Lem’a’nın 2. Bab’ının 7. Noktasını okurken, ne tevafuktur ki mütercimi Abdülmecid Nursî’nin Dokuzuncu Nokta’da düştüğü haşiyede “Oruçlu bir kafada ancak müellifinin mânevî yardımıyla ve Leyle-i Kadr’in bereketiyle ve Mevlânâ’nın komşuluğundan istifade ile yapabildim” cümlesi bile beni heyecanlandırmaya yetmişti. “Bu Ramazan ayında Ramazanın hürmetine kafamdaki sorulara cevap olacaktı” diye içimden geçirdim.
Evet, evet, evet tasdik ediyorum ki: “Bizi bu saadete eriştiren Allah’a hamd olsun. Yoksa Allah hidayet etmeseydi biz kendiliğimizden buna erişemezdik.” (Araf: 43)
Bediüzzaman’ın dediği gibi ‘gelecek sözler düstûrunuz olsun’. Beni Elhamdülillah’a gark eden, hafsalamı Elhamdülillah’la açan Rahmanürrahim. Belki okuyan kardeşlerime faydası olur diye yazıyorum.
Yedinci Nokta “Nur-u iman ile bilinir ki” diye başlar. Allah’ın varlığı, bütün nimetlerin üstünde öyle büyük bir nimettir ki, sonsuz nimetlerin çeşitlerini, sonsuz ihsanların cinslerini, sayısız hediyelerin sınıflarını içine alan bir kaynaktır. Bundan dolayı zerrât-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamdü senâ etmek bir borçtur, denir. Evet bu borcumuzu küllî bir Elhamdülillah ile başlatalım. Zira ancak başlayabilirim, bitiremem.
Sonraki paragraflarda Elhamdülillah’la işaret edilen umum hamdlerle hamd edilmesi gereken Esmâlar çıkıyor karşıma. Zira insanın nefsi Rahmaniyetin cilveleriyle, kalbi de Rahîmiyetin tecelliyâtıyla nimetlendikleri gibi, insanın aklı da Hakîmiyetin letâifiyle zevk alıp, lezzet aldığını yazar. İşte, bu itibarla ağız dolusu ile “Elhamdülillah” söylemekle hamdü senâları gerektirir. (Elhamdülillah’ı zikretme önceliği tek tek şifreleriyle çözülürken, içimdeki sıkıntı da parça parça koparak sürura inkılâb ediyordu.)
Esmâ-i Hüsnâ’dan Vâris isminin tecelliyâtı adedince, âlem-i ahiretin mevcudâtı adedince ve uhrevî mükâfatları almaya medar olmak üzere hıfzedilen beşerin amelleri sayısınca, sadası ile şu fezâyı dolduracak kadar büyük bir “Elhamdülillah” ile hamd edilecek hafîziyet nimeti….
Zira Cenâb-ı Hakk’ın koruyup muhafaza ettiği nimetler, bütün kâinatta var olan bütün nimetlerden daha çok ve daha üstünde olması hasebiyle dünya dolusu “Elhamdülillah” ister.
Bütün nimet hazinelerini açmak salâhiyetinde olan iman nimetine vesile olan Hazret-i Muhammed Aleyhisselatü Vesselâm dahi öyle bir nimettir ki insanlık ilelebet o zatı (asm) meth ü senâ etmeye borçludur.
Son olarak maddî ve manevî bütün nimetlerin çeşitlerine fihriste ve kaynak olan İslâmiyet ve Kur’ân nimeti de sonsuz hamdleri hakkıyla gerektirir.
Elhamdülillah nimeti için dahi, sonsuz bir devir ve teselsül ile Allah’a hamd olsun.
Ve ben anladım ki bendeki bu hâl, itidalli bir vesveseden ibaretmiş. Araştırmaya sevk eden ve meraklarımı, sıkıntılarımı gideren Rahmânü’r-Rahîme; gökyüzünde yarattıkları sayısınca Elhamdülillah.
Yeryüzünde yarattıkları sayısınca Elhamdülillah.
Yerle gök arasında yarattıkları sayısınca Elhamdülillah. Bundan sonra yaratacakları sayısınca Elhamdülillah.1 Bu kadarı ile yetinerek, “Sevgililer Sevgilisi’nin (asm) bir kul olarak Rabbini tesbih etmesi ne şekilde ve nasıldı?” araştırmasını yaparak bir dahaki yazıda buluşmak duâsıyla...
Dipnot:
1- Yeni öğrendiğim bu tesbih: Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtu Vesselâm’ın öğrettiği bir zikir şekli.
[email protected]
|
NUR BABA
05.10.2008
|
|
|
|