İnsanlar genellikle içine doğdukları toplumsal-siyasal formasyonları doğal sanma eğilimindedirler. Bunun tipik bir örneği ‘ulus devlet’le ilgili inanışlardır. Nitekim, günümüz insanı siyasal organizasyonun günümüzde hakim olan bu modelinin insanlığın evriminin zirve noktası olduğunu sanmaktadır. Bu azçok siyaset teorisi nosyonuna sahip bir kimsenin ciddiye almaması gereken bir hurafe olsa da, ‘sokaktaki vatandaş’tan ve konuya akademik düzeyde aşina olmayanlardan elbette aynısını bekleyemeyiz.
Ulus devlete çok doğal bir şeymiş gibi bakanların yanıldıkları birçok nokta var. Bir kere, ulus devlet bir siyasi örgütlenme modeli olarak zaman bakımından evrensel bir gerçek değildir. Ne kadim Greklerin ‘polis’i ne de Roma’nın civitas’ı bugünkü anlamda bir devletti. Roma İmparatorluğunun dağılmasından sonraki Avrupa feodalitesindeki muhtelif siyasi otoriteleri de modern devletle aynı sayamayız. Ulus devlet insanlık tarihinde çok yeni olan modern devletin daha da yeni bir formunun adıdır. Bırakınız ‘ulus devlet’i, modern devletin bile tarihi en fazla beş asır öncesine gider. Modern devlet 16. yüzyıldan itibaren oluşmuş ve aşağı yukarı son iki yüzyılda ise ulus devlet onun hakim biçimi haline gelmiştir.
İkincisi, ulus devlet ‘insanlık evrimi’nin zirvesi de değildir. Her şeyden önce, insanoğlunun doğrusal bir evriminden söz edilemeyeceği için, sözde evrimin veya gelişimin nihai bir durağı olduğunu düşünmek büsbütün dayanaksızdır. İnsanlık tarihinin hiçbir kanuniyeti de yoktur. Onun için, ne tarihte şimdiye kadar olanlar zorunlu idi, ne de şimdiden sonra insanoğlunun ‘gelişimi’nin izleyeceği zorunlu bir yön vardır. Zaten böyle bir şey var olsaydı ‘tarih’ olmazdı.
Ulus devlet tarihsel bir zorunluluk değil, içinde geliştiği modern devlet gibi tamamen tesadüfi contingent) bir olgudur. Onun akıbetinin ne olacağı da tam olarak kestirilemez. Ama bu konuda kesin olan bir şey var: Ulus devletin ne sonsuza dek yaşayacağı, ne de hatta yaşaması gerektiği söylenebilir.
Bütün bunlardan daha da önemlisi meselenin ahláki yanıdır: ‘Ulus devlet’, değişmezliği ve sonsuza dek devamı bir dava haline getirilmeye değecek kadar ‘iyi’ bir şey değildir. Aslında hiç iyi bir şey değildir. Çünkü, ulus devlet modern devletin hiç de hayırlı olmayan özelliklerini daha da koyu bir şekilde devam ettirir. Merkeziyetçilik, devlet-toplum hiyerarşisi, rıza yerine cebir kullanma tekeline -’kahredici gücü’ne- dayanan bir otorite, topluma nüfuz etme, tekilci ve tekbiçimci normatif bir yapı, siyasi iktidarın nihai ve tek kaynağı olma iddiası (egemenlik) gibi. Kısaca modern ulus devlet tebaasına Tanrılık taslayan devlettir.
Ulus devletin kendine özgü diğer özellikler de hayra alámet şeyler değildir. Hepsi bir yana, ulus devlet üzerine abandığı toplumu gerek cebir gerekse ideolojik ‘hegemonya’ yoluyla ‘ulus’ adı altında türdeşleştirmeye adanmış olan bir organizasyondur. Cebri türdeşleştirme yöntemlerine tehcir, mübadele, etnik temizlik vb. örnek verilebilir. Hegemonik araçlar arasında ise eğitim-öğretim (okullar) ve zorunlu askerlik yanında resmi tören, sembol ve ritüeller sayılabliir. Bu özelliğiyle, ulus devletin büyük ölçüde kurgu olan ‘ulus’u toplumların doğal haline, onların çoğulcu yapısına, uygun düşmez.
Modern ulus devletin en tehlikeli yanı ise bir toplumsal-siyasal örgütlenme modeli olarak kendisinin alternatifsiz olduğunu vaz etmesidir.
Star, 6.9.2008
|