Türkiye bir kez daha bıçak sırtı diye adlandırılabilecek bir süreçten geçiyor.
Bıçak sırtı kavramının da belirttiği gibi meselenin bir umut veren, bir de tehlike dolu iki yanı mevcut.
Önce isterseniz bıçak sırtının tehlike dolu yanında neler var, onlara bir göz atalım.
Küresel krizin boyutlarının daha da artması, her an yeni sevimsiz sürprizler üretmesi mümkün; çok önemsenmesi gereken isimlerin batı kapitalizminin içinden geçtiği sorunun 1930 sonrası dünyanın en büyük ekonomik krizi olduğunu telaffuz etmelerini ciddiye almak lazım.
Kriz daha da derinleşebilir, bu kriz beklenenden daha uzun sürebilir ve Türkiye’ye etkileri de en iyimser insanları bile şaşırtıcı bir boyuta gelebilir.
Ortada çok ciddi bir enflasyonist baskı vardır ve bu enflasyon baskısı sürdüğü ölçüde çok yüksek enflasyon hafızası hala taptaze olan türklerde sonuçlar beklenenden de vahim olabilir.
Enflasyon yeniden kontrol dışı kalırsa bu durumun tüm ekonomik verileri, başta büyüme ve istihdam olmak üzere olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.
Küresel krizin etkilerini hafifletmemizi engelleyen hatta bir ölçüde daha da ağır hissetmemize neden olabilecek en önemli mesele kanımca Türkiye-AB ilişkilerinin içinden geçtiği rehavet sürecidir; Sarkozy ya da Merkel gibi çapları konusunda ciddi kuşkular olan siyasetçilerin tümüyle kendi iç politik piyasalarına yönelik ürettikleri Türkiye karşıtı mesajları bizlerin gereğinden fazla ciddiye almamız da alevi körükleyebilmektedir.
Türkiye’nin AB konusunda 2003 ve 2004 senelerinde yaptığı atılımların yaklaşık 2005 ortalarından bu yana durduğunu söylemek çok yanlış olmayabilir; Dışişleri Bakanı ve başmüzakereci Sayın Babacan’a Mehmet Ali Birand ile yaptığı mülakatta verdiği ‘2008 AB yılı olacaktır’ sözünü bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Doğrudur, parti kapatma girişimi bu tür süreçleri zorlaştırmıştır ama AB yolunda atılacak radikal adımların da benzer süreçlerin yeniden yaşanmaması ya da yaşatmak isteyenleri komik duruma düşürmek için en iyi olanaktır.
İçeride yaşanan siyasal çalkantılar da küresel krizi rahatlıkla ya da en az tahribat yaratabilecek biçimde karşılamamıza engel olmaktadır; Türkiye’nin yaklaşık 2007 senesinin başından beri bekleme modunda olduğunu da görmek gerekiyor ve artık bu saçma konuları geride bırakıp yeniden gaza basmanın tam zamanıdır.
Bu konjonktürel konulara ilaveten Türkiye’nin bıçak sırtının tehlike yanında başka çok önemli yapısal sorunları da var; eğitim kalitesi ve kantitesi, tarım, rekabet problemi ilk planda akla gelenler.
Bıçak sırtının daha umut veren yanında ise Türkiye ekonomisinin 26 çeyrekten beri süren büyüme sürecinin getirdiği bir dinamizm var; tüm yapılması gerekenler de zaten bu dinamiğin kırılmaması için.
Küresel piyasaların bize, bizim kendimize baktığımızdan hâlâ daha olumlu bakmaları da çok önemli bir artı puan; içeride atacağımız bir-iki dünyayla bütünleşme yolunda radikal adımın bu olumlu bakışı daha da kalıcı kılacağı kesin.
Bir zamanlar ülkenin en yapısal ve en önemli sorunu olan bütçe disiplinsizliği zihniyet ve uygulamasının çok büyük ölçüde aşılmış olması, bütçe açıklarının Maastricht kriterlerinin altında çıkması bugün için, küresel krize rağmen sistemin en büyük, taramayan çıpası olarak durmaktadır.
Bir açıdan bakıldığında olumsuz manzara veren Türkiye-AB ilişkileri aslında başka bir açıdan baktığınızda da ülkenin en büyük avantajı niteliğinde; batı ekonomilerinin için bulunduğu kriz ortamında birilerinin ellerinde biriken büyük fonların gelişmekte olan ülkelere plase edileceği kesin ve AB müzakere sürecinde Türkiye, şayet biz elimizden geleni, Sarkozy ve Merkel’e kulak asmadan yaparsak, bu kaynakları çekmek için en güçlü adayların başında.
Bunun için de hukuk devleti inşa sürecinin hızlanması yani AB ilişkilerine gaz vermek gerekiyor.
Siyasal iktidarı bekleyen en önemli mesele bu bıçak sırtı durumda Türkiye’yi olumlu yöne itmek için reformlara hız vermesi; mesela TBMM tatilden erken geri çağırılıp yeni anayasa ve Katılım Ortaklığı Belgesi süreçlerine ivme kazandırılırsa bıçak sırtının olumlu tarafına geçme ümidi de artar.
Ertelenen reformlar krize davetiye çıkarmaktır ve kriz de Ergenekon’un beslendiği en büyük bataklıktır.
Star, 22 Ağustos 2008
|