Kuzey doğunuzda savaşın yıkımı...
Güneydoğu’nuzda işgal altında ve her gün alev alev bir komşu...
Topraklarınızda canlı bombalar, mayınlar, pusular, çöp kutularından saçılan ölüm, sınır ötesi bombardımanlarınız...
Afganistan’ta Taliban saldırısında, Fransa Cumhurbaşkanı’nın koltuğundan kaldırıp oraya sürükleyecek bir şiddette, bu kez 10 Fransız asker birden...
Cezayir’de bomba... 50’ye yakın ölü...
Darbeci generalin iteklendiği Pakistan’da hastanede bomba... 25 kadar ölü...
Azerbaycan’da patlama...
İran’ın nükleer şafağı...
Lübnan’da, Filistin’de, Gazze’de...
Bu ahval ve şerait altında, resmen “muharebe, savaş tatbikatı” değil de, “dokuzuncusu idrak edilen arama, kurtarma tatbikatı” dense de...
İsrail açıklarında, İsrail komutası altında, Türkiye, ABD ve İsrail “müşterek tatbikatı”.
Nereye Payidar, nereye!
Burada mı yazmıştım ne...
“Türkiye’de, çeşitli tasfiyelerle aşırılıklar törpülenerek, devletin iç savaşları sona erdirilip (hükümet ve ordu barışıyla) istikrarın oluşturulması yoluyla, belki de ülke, bölgedeki dış savaşlara daha hazır kılınmak isteniyor” diye.
Genelkurmay Başkanı, tabii ki işi bu zaten ama, daha yeni, “Harbe hazır olmak”tan söz etmedi mi?
Orgeneral Büyükanıt’ın önemli konuşmalarından biri, “Pakistan’a dikkat” ana fikri etrafında, Pakistan’ın nükleer kapasitesine dair, “Orasının Taliban eline geçmesi büyük felaket olur” teşhisi değil miydi?
Niye o zaman “Kızım sana Pakistan diyorum, gelinim sen Afganistan anla” diye yazmışım?
Afganistan’a asker talebini ebediyen mi reddettik?
Ya Boğazlar’a dayanmış kılçık gibi batan ABD gemileri?
İncirlik’te hareket olacak mı?
“Ortadoğu’da nükleer güç istemeyen” iki devlet, iki “arama, kurtarma tatbikatı ortağımız”, aslında “Ortadoğu’da birer nükleer güç” değil mi?
Canlı ve cansız bombalarla durmadan canı yanan bir ülke neden İncirlik’teki 90 nükleer bombayı bir türlü dert edemez?
“Derin devlet”le mücadele ettiğini söyleyen bir demokraside, 90 bombalık sırrın derinliği neden bu kadar büyük, “üs değil, ortak tesis” neden bu kadar derin, böyle dokunulmaz?
Galiba mesele şu:
Bizi isterler mi, istemezler mi; kriterler, uyum, dosyalar, müzakereler, demokratikleşme vesaire...
Batı, Türkiye’nin “Batı’nın kalbine doğru hareketi” nden ziyade, “Batı’nın aklı ile hareketi”ni tercih ediyor.
Nereye Payidar, nereye... sualinin cevabı da o:
Yüzü Doğu’ya, Kuzey Doğu’ya, Güney Doğu’ya dönük, hazırda bir ordu halinde! Hini hacette, “canlı kalkan”, Şark’ta şartsa, “kılıç kalkan” suretinde!
“Batı’ya gitmek isteyen Doğulular” ile “Batı’ya gitmek istemeyen Batılılar”dan, bir memleket de bu “NATO garnizonunda Şark hizmeti” sentezini çıkarabildi zaten!
Akdeniz’den, Ortadoğu’dan Karadeniz’e, “Bölge(leri)mizde barış ve diyalog” namına, “inisiyatif” deniyor ya, çırpınıp durmamız biraz da bu yüzden. Mukadderattan endişemizden!
Sabah, 21.8.2008
|