"Gerçekten" haber verir 22 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Afrika bizim neyimiz olur?

Afrika’nın aydınlık soluğunu Sezai Karakoç’la hissettik ilkin. Nuri Pakdil de o görkemli soluğuyla meşaleyi yaktı. Afrika yirminci yüzyılın vicdanıydı. Talan edilen bir kıtanın siyahî renginde Turabi alınların ışıltısını görüyorduk. Fano’nun “Yeryüzünün Lanetlileri”ni okuyarak öfkemizi büyüttük talan uygarlığına karşı, İmam Harun’un işkence altında yaşadığı acıyı yüreklerimizde taşıdık, Erdem Bayazıt’ın şiirleriyle Senegal’den Bogaziçi’ne umut gemisiyle yelken açtık.

Her değerin, her umudun, her ütopyanın piyasa diline çevrildiği bir çağda Afrika hala bir anlam taşıyor mu?

Hele ideolojik ve dini gerekçelerle uluslararası ittifakların kurulamayacağını ilan eden bir hükümet için Afrika bir anlam ifade ediyor mu? Afrika zirvesini takip edenler muhtemelen böyle bir anlam yüklemek istemişlerdir ya da böylesi anlam yükledikleri gençlik yıllarını hayıflanan hafif bir tebessümle hatırlamıştır.

Afrika zirvesinin ilk planda bende yaptığı çağrışımları bir yana bırakmadan, o ruhun hala birilerinde canlı olduğunu umarak güncel olandan hareketle duruma ilişkin bazı tespitlerin yapmam gerekiyor.

“Sudan devlet başkanı Beşir Türkiye’ye neden geldi?” basitliğinde ele alınan Afrika gündemi aslında dünyadaki yeni küresel güçlerin mücadele alanlarından biri. Koskoca kıta bir yanda Amerika diğer yanda Çin’in rekabet alanı içinde. Örneğin Sudan Çin’le yakın bir ilişki içinde olduğu için Amerika’nın hedef tahtasına oturtulmuş bulunuyor. Sudan’daki gelişmeleri takip edenler bilir; iç savaş, özellikle Amerikan müdahalesi sonucu, yıllarca barış engellenerek sürdürüldü. Petrol bulunan her yeni bölgede bir etnik, dini çatışma başladı.

Beşir üzerinden yürütülen mücadelenin Afrika’nın doğal kaynakları ve bakir pazarlarından kimin ne kadar pay alacağı meselesi olduğu çok açık. Var olan kimi sorunlar her ne kadar insan hakları sorunu gibi sunulsa da gerçekte bu kisveden çıkartılıp stratejik argüman haline getiriliyor. Soykırımlar, darbeler, iç savaşlar bu kirli mücadelenin iletişim çağında insanları sağır ve duyarsız kıldığı bir saha oyununa dönüşüyor.

Türkiye’nin Afrika’ya ilgisinin yeni açılımlar kazanması en azından içe kıvrık bir dış politikanın terki anlamında önemsenmeli. Ayrıca Türkiye’nin Afrika’yla ilişkisi BM güvenlik konseyine geçici üyelik için sağlanacak diplomatik destek için somut bir girişim olarak önemli.

Ancak dini ve ideolojik temelli bloklaşma devrinin kapandığını iddia eden bir hükümetin Afrika romantizmini nasıl anlamlandırmalı? Vizyonsuz bir dış politika olamayacağına göre bu girişimi ya ciddiye almamalıyız ya da bu girişimin ardındaki vizyonu doğru okumaya çalışmalıyız.

Afrika açılımının 90’ların başındaki “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” söylemi etrafında yürütülen dış politikayı göz önüne almadan doğru okunamayacağını düşünüyorum. Türkiye’nin yoğun hamaset gölgesinde yürütmeye çalıştığı reel karşılığı olmayan bir ‘Türkî devletler politikası’nın sonuçlarını kimse konuşmak istemiyor.

Türkiye’nin bölgede belirleyici güç olamayacağı halde neden önemli bir boşluk dolduracakmış gibi izlenim verdiğini, buna cesaretlendirildiğini sorgulamadan Afrika girişimini açıklamak zor. Bölgeye yerleşmeye çalışan Amerika’ya yol açmaktan başka işlevi olmayan bir siyaset nasıl cesaretlendirilmişti hatırlayın. Aynı bölgede herhangi bir gerçek sorunda yahut önemli bir girişimde Türkiye’ye ne düşündüğünü soran var mı? Burada sorun Türkiye’nin neden o bölgeyle ilgilendiği değil, ilgisinin nerede karşılıksız kaldığıdır. Çünkü bölgeyi tam olarak tanımayan hariciye ve entelijansiya birileri adına cesaretlendiriliyordu. Bu cesareti verenler, işlev tamamlanınca Türkiye’ye nereye kadar hareket etmesi gerektiğini işaret etmekte gecikmeyecektir.

Benzer biçimde ‘Afrika’ya açılan Türkiye’, sömürgeci beyaz adam imajını kırmak için öncü olarak cesaretlendiriliyor olmasın? Beyaz olmanın batılı, Hıristiyan ve özellikle de misyoner olmak anlamına geldiği bir kıtada beyaz ve Hıristiyan olmayan ama batı eksenli hareket eden bir ülkenin bu çerçevede hayli kullanışlı olduğu düşünülmüş olabilir.

Buradan hareketle yapılan her girişimin başkasının hanesine yazılmak zorunda olduğu gibi bir sonuca varılmamalı elbette. Ancak ‘büyük resim’in tamamını görüp kiminle yola çıktığınızı bilmeniz gerektiğine dikkat çekiyorum sadece.

Yeni Şafak, 21.8.2008

Akif Emre

22.08.2008


 

Ankara’nın kravatları

Yazının başlığını açayım... Televizyon ekranında Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakaşvili kravatını yiyor...

Boynundaki kravatın önce en alttaki uçlarını avucunda buruşturup ağzına sokuyor. Sonra yavaş yavaş kravatın yukarı kısımlarını da ağzına tıkıyor. Bu görüntüler TV ekranında yayımlandı. (*)

O hareketli görüntülerden bir fotoğraf karesini yansıtıyorum. Dünya ölçeğindeki oyunda gaza gelerek yanlış hamle yapana işte böyle kravat yedirirler.

Saakaşvili de o vahim yanlışı yaptı. Rusya’yla silahlı çatışmayı göze aldı. Bunu yaparken arkasında sandığı ABD’ye güveniyordu.

Ne var ki... Güvendiği dağlara kar yağdı. Rusya’yla karşı karşıya kalıverdi.

Hep aynı tiyatro

ABD arkasından itmeseydi, Saakaşvili bu maceraya kalkışır mıydı? Hiç sanmıyorum.

Ama o da ABD tiyatrosunun sahnesinde buluverdi kendini.

Birinci Körfez Harekâtı’na neden olan Kuveyt’in işgali öncesini hatırlayın. Saddam ABD’nin Bağdat Büyükelçisi’yle konuşmuştu. Dış siyaset uzmanlarına göre, ABD Büyükelçisi o görüşmede “Kuveyt’i işgal etmesi halinde, ABD müdahalesiyle karşılaşmayacağı” izlenimini vermişti. Sonrası malum...

Saddam o gazla Kuveyt’e girdi. ABD liderliğinde Avrupa ve hatta İslam ülkelerinden oluşan koalisyon kuvvetleri Saddam’a karışı Birinci Körfez Savaşını başlattılar. ABD, Bağdat varoşlarına kadar ilerledi. Saddam’ı yıllarca kalacağı kapana sıkıştırdı.

Petrol politikasına endeksli “Kuzey Irak’a müdahale senaryosunun gerekçesini” ABD, dünyaya “saldırgan Saddam” imajı çizdirerek oluşturmuştu.

Saakaşvili’ye verilen rol ise “Rusya’nın nasırına basarak Putin’in Gürcistan’a saldırısına çanak tutturmak” olabilir. Peki ABD’nin kazancı?

Kafkaslar’a, Avrupa’ya “Putin tehdidini” vurgulaya vurgulaya tüm dünyaya göstermekti.

Sonra... Gürcistan’ı ve büyük olasılıkla Ukrayna’yı Rus tehdidine karşı korumak üzere NATO’ya almak, böylece Kafkaslar ve petrol yolunda Rus egemenliğini kırmak. ABD gene petrol endeksli büyük oynuyor. Hatta Karadeniz’i güvenceye almayı hedefliyor. Montreux Anlaşması’nın çetin hükümlerini aşarak donanmasını Karadeniz’e çıkarmak çabasında. Türkiye’ye bastırıyor, zorluyor.

Türkiye’nin önünde bir Saakaşvili örneği önemlidir.

Ankara gaza gelmemeli. Sonunda “kravatını yemek” de var.

(*) Bu görüntüler Habertürk’te yayımlandı. Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Erdoğan Aktaş’a “Gerçek mi, kurgu mu?” diye sordum, “gerçek” olduğunu, “BBC’den aldıklarını” söyledi.

Milliyet, 21.8.2008

Güneri Cıvaoğlu

22.08.2008


 

Şark hizmeti

Kuzey doğunuzda savaşın yıkımı...

Güneydoğu’nuzda işgal altında ve her gün alev alev bir komşu...

Topraklarınızda canlı bombalar, mayınlar, pusular, çöp kutularından saçılan ölüm, sınır ötesi bombardımanlarınız...

Afganistan’ta Taliban saldırısında, Fransa Cumhurbaşkanı’nın koltuğundan kaldırıp oraya sürükleyecek bir şiddette, bu kez 10 Fransız asker birden...

Cezayir’de bomba... 50’ye yakın ölü...

Darbeci generalin iteklendiği Pakistan’da hastanede bomba... 25 kadar ölü...

Azerbaycan’da patlama...

İran’ın nükleer şafağı...

Lübnan’da, Filistin’de, Gazze’de...

Bu ahval ve şerait altında, resmen “muharebe, savaş tatbikatı” değil de, “dokuzuncusu idrak edilen arama, kurtarma tatbikatı” dense de...

İsrail açıklarında, İsrail komutası altında, Türkiye, ABD ve İsrail “müşterek tatbikatı”.

Nereye Payidar, nereye!

Burada mı yazmıştım ne...

“Türkiye’de, çeşitli tasfiyelerle aşırılıklar törpülenerek, devletin iç savaşları sona erdirilip (hükümet ve ordu barışıyla) istikrarın oluşturulması yoluyla, belki de ülke, bölgedeki dış savaşlara daha hazır kılınmak isteniyor” diye.

Genelkurmay Başkanı, tabii ki işi bu zaten ama, daha yeni, “Harbe hazır olmak”tan söz etmedi mi?

Orgeneral Büyükanıt’ın önemli konuşmalarından biri, “Pakistan’a dikkat” ana fikri etrafında, Pakistan’ın nükleer kapasitesine dair, “Orasının Taliban eline geçmesi büyük felaket olur” teşhisi değil miydi?

Niye o zaman “Kızım sana Pakistan diyorum, gelinim sen Afganistan anla” diye yazmışım?

Afganistan’a asker talebini ebediyen mi reddettik?

Ya Boğazlar’a dayanmış kılçık gibi batan ABD gemileri?

İncirlik’te hareket olacak mı?

“Ortadoğu’da nükleer güç istemeyen” iki devlet, iki “arama, kurtarma tatbikatı ortağımız”, aslında “Ortadoğu’da birer nükleer güç” değil mi?

Canlı ve cansız bombalarla durmadan canı yanan bir ülke neden İncirlik’teki 90 nükleer bombayı bir türlü dert edemez?

“Derin devlet”le mücadele ettiğini söyleyen bir demokraside, 90 bombalık sırrın derinliği neden bu kadar büyük, “üs değil, ortak tesis” neden bu kadar derin, böyle dokunulmaz?

Galiba mesele şu:

Bizi isterler mi, istemezler mi; kriterler, uyum, dosyalar, müzakereler, demokratikleşme vesaire...

Batı, Türkiye’nin “Batı’nın kalbine doğru hareketi” nden ziyade, “Batı’nın aklı ile hareketi”ni tercih ediyor.

Nereye Payidar, nereye... sualinin cevabı da o:

Yüzü Doğu’ya, Kuzey Doğu’ya, Güney Doğu’ya dönük, hazırda bir ordu halinde! Hini hacette, “canlı kalkan”, Şark’ta şartsa, “kılıç kalkan” suretinde!

“Batı’ya gitmek isteyen Doğulular” ile “Batı’ya gitmek istemeyen Batılılar”dan, bir memleket de bu “NATO garnizonunda Şark hizmeti” sentezini çıkarabildi zaten!

Akdeniz’den, Ortadoğu’dan Karadeniz’e, “Bölge(leri)mizde barış ve diyalog” namına, “inisiyatif” deniyor ya, çırpınıp durmamız biraz da bu yüzden. Mukadderattan endişemizden!

Sabah, 21.8.2008

Umur Talu

22.08.2008


 

Vicdan kanıyorsa...

Açık söylüyorum:

Dişli olayında Başbakan Erdoğan’ın bu kadar suskun kalması hoş değil.

Açık söylüyorum:

Dişli olayında AK Parti Grup Başkan vekili Bekir Bozdağ’ın yan yana görüntü vermesi hoş değil.

AK Parti olayı sahiplenmiş durumda. Bekir Bozdağ, herhalde Dişli’nin yanında tüm parti grubu olarak duruyordu, daha ötede Başbakan’ın onayı ile.

Mi?

Bundan sonrası, herhalde “Kanayan vicdanlar”ı tatmin etmekle alakalı.

İş ne İstanbul sınırlarında kalacak bir iş, ne Konya, ne Kayseri sınırlarında...

İş, Türkiye’de vicdanlarda derin bir hareketlenme oluşturuyor.

Aslında AK Partili Belediye yöneticileri Genel merkezi uyarmalı bu konuda, çünkü hadise, tüm belediye hizmetlerini gölgeleme istidadı taşıyor.

Bu arada, sayın Dişli’ye seslenmek istiyorum:

Yani sayın Dişli, siz, akıllı bir insansınız, siyasetçisiniz, siz, “millet vicdanındaki kanama”nın farkında değil misiniz? Bu işin, hem partiniz için, hem lideriniz için bir bedele dönüştüğünü görmüyor musunuz? Kamuoyunun ikna olmadığını anlamıyor musunuz? Türkiye’de “Kitabına uydurmak” sözünün, konunun yasal olduğunu anlatmaktan daha çok, yasal olmayan bir işe kılıf bulmak demek olduğunu bilmiyor musunuz?

Bir de Sayın Başbakan’a:

Lütfen çıkın ve “Babam olsa yolsuzluğa göz yummam” diyerek, açık tavrınızı koyun. CHP’nin açıklamaları haklı ise, “Böyle bir yolsuzluğu ortaya çıkardıkları için” onlara da teşekkür edin, asla yıpranmazsınız, güç kazanırsınız.

Son söz: Vicdan kanaması hâlâ sandık değeri taşıyor, bilesiniz.

Yeni Şafak, 21.8.2008

Ahmet Taşgetiren

22.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır