Merak duygusu
Neleri merak ediyoruz hiç düşündünüz mü? Veya bu merak duygusu nedir ve bize niçin verildiğini biliyor muyuz? Bir insan olarak yaratıldığımızı ve bu dünyadaki vazifelerimizin neler olduğunu hiç düşündük mü?
Her dakika nefes alıp veriyoruz. Bir dakika nefes alıp vermesek, hayatımızın sona ereceğini merak ettik mi? Nefes alırken aldığımız oksijenin vücudumuzdaki kirli kanı temizlediğini, daha sonra bu nefesin zehirli bir gaz şeklinde karbondioksit olarak nefes borusundan dışarı çıktığını ve dışarı çıkarken israf olmayıp harf, kelime ve cümleleri teşekkül ettirdiğini biliyor muydunuz?
Bizler yiyecekleri yedikten sonra, başka işlere karışmıyoruz. O gıdaların, moleküller halinde vücudumuzun ihtiyacı olan yerlerine gitmeleri nasıl oluyor? Yemek işlemi bittikten sonra midemizin çeşitli şekillerde kasılarak yiyecekleri hazmetmeye çalışmasından haberimiz var mı?
Kalbimizin hiç durmadan çalışması ve çalışırken bizleri rahatsız etmemesine ne diyorsunuz?
Vücudumuzun sıcaklığını otuz altı derecede koruması nasıl oluyor?
Kollarımız ve parmaklarımızdaki eklemlerin hareketlerinin, bir robotun hareketinden daha üstün olduğunu hiç düşündük mü? Evet, bir robot veya bilgisayarı yapan kimseyi merak edip takdir ediyoruz da, neden robotu veya bilgisayarı yapan aklı ve o aklı vereni düşünmüyoruz?
Güzel bir resim yapan ressamın resmini saatlerce inceleyip hayran kalanlar, kâinatta her saniye canlı resim yapan ve durmadan manzara değiştiren kudreti sonsuz olan yüce yaratıcıyı düşünüp merak etmeleri gerekmez mi?
Bir binayı yapan ustayı takdir edip seven insanların, insan gibi harika bir vücut binasını yapan sanatkâra hayranlık duymaları ve onun sonsuz kudreti karşısında hayret secdesine kapanmaları gerekmez mi?
Bir bardak suyu bize getirene teşekkür ediyoruz. Gökten yağmuru indiren kim? Kar tanelerini geometrik kristaller şeklinde sanatlı bir şekilde yağdıran kim? Dağların içini depo olarak insanların ihtiyacı için dolduran kim? İnsanların ihtiyacı olan madenleri toprak altında hazırlayan kim?
Bilmediğimiz bir adresi birisine sorar öğreniriz. Bir rehbere ihtiyaç duyan, ondan gerekli bilgileri alır ve sonra ona teşekkür eder. Yarınımızı merak ederiz. Yağmurun ne zaman yağacağını merak ederiz. Ve hatta ileride başımıza neler gelebileceğini bize haber veren birisi olsa, onu dikkatlice dinler merak ederiz.
Peki, bize verilen yirmi dört saati nasıl değerlendirdiğimizi merak ediyor muyuz? Boşa giden zamanlarımızın geri gelmeyeceğini merak ediyor muyuz? Gençliğimizin, yerini bir gün ihtiyarlığa bırakacağını düşündük mü? İbadetsiz günlerimizin bizler için büyük bir kayıp olduğunu hatırladık mı? Dünyaya bir kez daha geri gelmeyeceğimize göre bu dünyanın, ahiretin bir tarlası olduğunu, dolayısıyla gerçek hayat olan ahirete buradan neler götürmemiz gerektiğini hiç merak ettik mi?
“Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!” (Mesnevî-i Nuriye, s. 111)
|
MEHMET ERBAŞ
22.08.2008
|
|
Hatıra yazıları yazarken dikkatli olmalı…
Risâle-i Nur’larla müşerref olduğum tarihi hatırlıyorum da, kırk seneye merdiven dayamışız elhamdülillah. Tabiî bu kadar zamanda cemaatimizin içerisinde bulunduğumuzdan, birçok hadiseyi hatırlıyoruz. Ankaralı olmam ve orada bulunmamdan dolayı, taşraya göre şanslıydık da. Daha çok başta saff-ı evvel ağabeyler olmak üzere, cemaatimizin temeyyüz etmiş bulunan hizmet erleriyle tanışmış, yakından münasebetlerimiz olmuştu. Zaman zaman bu hatıraları da yazıyoruz. Artık geçen zaman içerisinde yaşadıklarımız bugün birer hatıra olarak karşımızda duruyordu.
Fakat, bu hatıraları yazacağımız zaman, azamî dikkat gösterip, yanlış ve hata etmemeye gayret gösteriyoruz. Çünkü, bu aziz cemaatle ilgili yazılacak bir yanlış veya hatadan dolayı muâheze edilmekten de çekiniyoruz. Genellikle şükürler olsun birçok şey hafızamızda kayıtlı. Sanki dün yaşamışız gibi, gözümüzün önüne geliveriyor. Ama yine de kesin emin olmadıklarımıza ya şerh düşüyor veya bizimle beraber o hatıraların çoğunu yaşadığımız kardeşlerimize de soruyoruz “Böyle miydi?” diye.
Meselâ, geçenlerde rahmetli Tahiri Mutlu ağabeyle ilgili bir-iki şey hatırladım. Bunlardan birini tasdik etmek için Ankara’da gençliğimizin ilk yıllarından beri bir ve beraber olduğumuz Lütfü Taşçı kardeşime sordum. Hadise de şuydu: 70’li yılların ortasıydı zannederim. Sık sık uğradığımız rahmetli Bayram Yüksel Ağabeyin kaldığı 27’ye yine bir gün gitmiştik. Baktık ki, Tahirî Ağabey de orada. Sohbetten sonra namaz kılmak için kalktık. Mevsim de yaz idi. O gün Lütfü, kısa kollu bir gömlek giymişti. Tahirî Ağabey hemen bir hareketle sırtındaki cübbeyi çıkardı. Ben onu verdi zannediyordum, ama geçenlerde Lütfü’ye bunu sordum. O da “Yok, cübbesini çıkardı, ama ceketini verdi, cübbesini tekrar giydi” dedi. Ben yazacağım herhangi bir hatıra yazısında bunu böyle yazsaydım doğru olmayacaktı. Doğrusunu tasdik ettirdiğim için rahatladım.
Benim, ayrıntı gibi gözüken bu hadiseyi anlatmamdaki maksadım, son günlerde birçok kalem erbabının yazdığı, özellikle ağabeylerle ilgili hatıralarda veya yaşadığımız dahilî hadiselerde zaman, yer ve şahıslar ilgili karışıklıklar görüyoruz. Hatta kitap haline getirilen hatıralarda da bunu gördük. Onun için, bunları yazanlar iyice tahkik etmeli ki, yanlışa meydan verilmesin. O hadisede beraber bulunan bir başkası da, onu zan ile müttehem etmesin. Nitekim, geçenlerde bir internet sitesinde yazan kardeşimize, yorum yapan bir başkası bunu tavzih etmişti. Ben de üzülmüştüm. Tabiî bunlar hoş olmayan şeyler. Onun için diyeceğim o ki, bu aziz cemaatin her şeyini doğru bilenler, yazdıkları hatıra yazılarında da azamî hassasiyet ve dikkat gösterirlerse yanlışa meydan verilmez.
|
OSMAN ZENGİN
22.08.2008
|