İstifa eden bir tek öğretim üyesi bile yok. “Rektör atamalarını protesto etmek için bazı öğretim üyeleri ve dekanlar istifa etti” haberlerinin zihninizde uyandıracağı istifhamlar doğru değil. Kimse öğretim üyeliğinden istifa etmiyor. İstifalar idarî görevlerde oluyor.
Giden rektör, öğretim üyesini alıp rektör yardımcılığı, dekanlık gibi idarî görevlere atamış. Yani, çiftliğinde kendi ekibini kurmuş. Derebeylik düzeninde bütün kadroların, tek kişiye bağlı olması gibi. Şimdi, artık sürdüremeyeceklerini düşündükleri idarî görevlerini bırakıyorlar, biraz da gürültü çıkartarak öğretim üyeliğine geri dönüyorlar. Kısaca her rektör değişiminde yaşanan istifalar bunlar.
Üniversitelerde rektör değişimleri, henüz çiçeği burnundaki araştırma görevlisinden çay servisi yapan odacısına kadar herkesi etkiler. Nasıl etkilemesin? O üniversite çatısı altında akademik veya idarî personel kimliği taşıyan herkesin kaderi rektörün iki dudağının arasındadır.
Bu kadar büyük bir gücü kaybetmek de, kazanmak da çok önemli olmalı. Tamamı kişisel güç oyunları. Yaklaşan rektörlük seçimleri öncesinde sertleşen ve hükümetle meydan savaşlarına giren rektörler sahip oldukları gücü sürdürmenin peşindeydiler. Aslında çok kaba bir kendini emniyete alma hesabı. “Cumhurbaşkanı ve hükümetle kendimi kutuplaştırırsam, bana sahip çıkacak birileri olur.” Güya YÖK ve Cumhurbaşkanı, kendileriyle ilgili bir meşruiyet tartışmasına yol açmamak için, “başörtüsü yasağını tavizsiz uygulayan ve AK Parti ile sert polemiklere giren” rektörlere dokunmayacaklardı. Böylece “Cumhuriyet değerleri” onların koltuklarını da korumuş olacaktı. Başörtüsü yasağı üzerinden dokunulmazlık kazanılacaktı.
Rektörlük atama sistemi, genel olarak en çok oyu alanın atanmasının ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Çünkü en çok oyu alan kişi, ona oy vermeyenlerin de can düşmanı oluyor. Geriye kalanları, bütün yetkileri fani şahsında toplayan rektöre karşı koruyacak hiçbir mekanizma yok. Bu yüzden atanan rektörlerin ne kadar uzlaşmacı ve hukuka bağlı oldukları çok önemli. Genel bir kanı olarak hükümetle sert siyasî polemiklere giren ve varlığına siyasî bir gerekçe bulan rektörlerin, azınlıkta kalanlara karşı da siyasî taraf olacağını, kısaca adil ve tarafsız bir yönetim kuramayacağını kabul etmek gerekir. İşte bu yüzden, gerekçesi ne olursa olsun sert siyasî-ideolojik söylemlerle üniversiteyi siyasetin içine sokan rektörlerin atanmaması çok doğru bir karar.
Üniversite siyasetin dışında kalmalı. Siyasî bir üslup tutturan öğretim üyeleri, idarî görevlerden uzak tutulmalı. Siyasetin egemen olduğu yerde bilim üretilmez, öğrenci yetiştirilmez. Bunun için rektör atama sistemi başta olmak üzere üniversite düzeni, salt bilimsel icaplara ve eğitimin çağdaş gereklerine uygun olarak esaslı bir reformdan geçirilmeli.
Okulda durum böyle. Ya kışlada?
Askeri yoran, yıpratan ve aslî görevini gölgeleyen siyaseti kışladan sürüp çıkarmak, orduyu siyasî tartışma konusu olmaktan kurtarmak için katetmemiz gereken çok uzun bir mesafe var. Genelkurmay, neredeyse yayımladığı her basın açıklamasında TSK’ya yönelik “sistematik saldırılar”dan şikâyet ediyor. Peki bu siyasî tartışmalardan bazılarına, usulde yapılacak küçük bir değişiklikle kestirmeden son vermek mümkün değil mi?
Emekliye ayrılmak üzere olan Yaşar Büyükanıt’a koruma amaçlı alınan zırhlı aracın yol açtığı tartışma iyi bir misal. Genelkurmay Başkanlığı bu konuda bir basın açıklaması yapıyor ve çok kişisel ve duygusal bir dil ile savunmaya geçiyor. Açıklamada yer alan bu araç için “gümrük vergisi ödenmediği” ayrıntısı, “ucuza geldi” anlamındaysa üzerinde özenle durulmalı.
Sorun şurada: Bu açıklamayı neden Genelkurmay Başkanlığı yapıyor? Konu bir siyasî polemik konusu olduğuna göre, savunmanın siyasî otorite tarafından yapılması gerekmez mi?
Genelkurmay açıklamasında yer alan “hazin bir iftira”, “talihsiz bir değerlendirme” ve “mesnetsiz olduğu kadar ibret teşkil etme özelliği” olan sözler gibi ibarelerin yer almadığı, salt hukuk ve devlet sorumluluğu ve ciddiyetinin yansıtıldığı ve aynı bilgilerin yer aldığı bir açıklamayı doğrudan Millî Savunma Bakanlığı Basın Sözcülüğü yapmış olsaydı, TSK, Genelkurmay’ın söz ettiği saldırılara karşı daha fazla korunmuş olmayacak mıydı?
Hem okul, hem de kışla üzerindeki siyasî gölgelerin büyük kısmı usulden kaynaklanmıyor mu?
Zaman, 8 Ağustos 2008
|