28 Şubat döneminin en hararetli günleriydi. Kasım 1997 tarihinde oldukça kalabalık bir yazar grubu, Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen “Güneydoğu gezisi”ne davet edilmiştik. Bu ilginç gezide bize dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak eşlik ediyordu. PKK ile çatışmaların en yoğun olduğu bölgeleri dolaştık. Bizi gezdiren askeri helikopterler bazen PKK ateşinden kurtulmak amacıyla geniş vadilerin içinden alçaktan uçuşlar yaptılar. Gittiğimiz bölgelerde çoğunlukla yerel halkın temsilcileri olarak karşımıza korucular çıktılar. Kendileri de Kürt olan korucular, PKK için “Bunlar Ermeni, Kürt değil” diyen tarifler yapıyorlardı. Tabii gezi boyunca beraber olduğumuz askerlerle “Kürt Sorunu”nu da tartışıyorduk. Onlar bu sorunu “Terörle mücadele” diye tanımlıyorlardı. Siirt Orduevinde bir gece birlikte yemek yedikten sonra, içkiler de içildi.
Geziye katılan üst düzey subaylarla gazeteciler arasında, uzun süren bir sohbet başladı. Sohbet Türkiye’nin temel konularını içeriyordu. Giderek tartışmaya dönüşen bu sohbet sırasında gazetecilerle generaller arasında ilginç diyaloglar yaşandı. Konu o günlerde çok güncel olan Susurluk konusuna da geldi. Tartışmanın sonuna doğru başlayan gerginlik sırasında Tümgeneral Erol Özkasnak, “Susurluk’u da bize mal ediyorsunuz” dedi. Önce bir sessizlik oldu ve ardından neredeyse hepimiz birlikte “O zaman Veli Küçük’ü yargıya teslim edin” çağrısında bulunduk. Gece böyle bitti. Veli Küçük ne yazık ki o zaman yargıya teslim edilmedi. Tersine albaylıktan generalliğe terfi ettirildi. Dönem, 28 Şubat dönemiydi. Askeri vesayetin siyaset üzerinde etkisinin arttığı günlerden geçiyorduk.
***
Bugün geçmişten farklı şeyler oluyor. O dönemde Veli Küçük türü isimlerin terfi ettirilmesini içimize sindiremesek de normal görüyorduk. Şimdi aynı Veli Küçük için, o zamanki olayların devamı olarak yaptıkları nedeniyle “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası isteniyor. Susurluk’tan farklı neler oluyor diye düşündüğümde işte o ilginç geceyi hatırladım. “Her şey farklı ama değişen bir şey yok” esprisiyle özetlenebilecek bir durumla karşı karşıya olmadığımızı hissettim. Bu sefer, cidden her şey farklı...
Aradan 10 yıla yakın bir zaman geçti. Bu 10 yıl içinde Türkiye çok acı olaylar yaşadı. Çok değerli aydınlarımız faili meçhul cinayetlerde yaşamlarını yitirdiler. ABD, Irak’ı işgal etti. “Kürt Sorunu” daha karmaşık evrensel bir sorun haline geldi. Soruna demokratik ve barışçı bir çözüm üretilemedi. Öte yandan bu dönemde Türkiye Avrupa Birliği üyeliği yolunda etkili adımlar attı. Ekonomisi ve özellikle dış ticareti olağanüstü farklı boyutlar kazandı. AKP, koalisyon krizlerinin ardından tek başına iktidara gelecek oranda oy alarak 2002 ve 2007 seçimlerini kazandı.
***
AKP’nin tek başına iktidara gelmesi veAB sürecinin Türkiye’nin 12 Eylülcü yapılanmasını zorlamaya başlaması, dengeleri sarstı. AB, ordunun siyaset içindeki rolünü eleştiriyor ve normal görevine dönmesi gerektiğini her raporunda vurguluyor. Bu arada milliyetçi-militarist yapının temel malzemelerinden olan “Kıbrıs’ta çözümsüzlük” noktasında da olumlu yönde ilerlemeler kaydedildi. Denktaş iktidarı kaybetti ve çözüm yanlısı Talat, Kıbrıs siyasetinin kökten değişmesinin adımlarını attı. Bugün 1997 Türkiye’sinden çok farklı bir Türkiye, çok farklı bir dünya var. Türkiye’de taşlar yerinden oynuyor. Eski, yavaş yavaş tarihe karışıyor. Bu değişimi doğru anlamak ve ona göre yeni siyasetler geliştirmek gerekiyor. Özellikle solcuların, çürümeye yüz tutmuş eski yapıdan medet ummamaları gerekiyor. Türkiye yeni bir Türkiye haline gelirken, bu gelişme her kesimi de yeniden düzene sokacak, yeniden yapılandıracak, yeniden tanımlayacak dinamizmi içinde taşıyor. Bu gelişmeler sonucunda ne AKP bu noktada durabilir, ne CHP , ne MHP , ne de ÖDP... Bütün siyasi, sosyolojik ve kültürel kimlikler yeniden tanımlanacak. Bu süreçte birçok şey karışacak ama er ya da geç yeniden toparlanacak. Bu sefer gerçekten de her şey farklı... Yarınlara bakan gözler artık eskisi gibi hüzünler ve kırık hayaller değil fırsatlar ve riskler görüyor.
Radikal, 28.7.2008
|