İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin kabul ettiği ‘Ergenekon’ iddianamesi üzerinden yapılacak yargılama muhtemelen Danıştay cinayetine yeni boyutlar getirebilir.
Keza bu iddianame muhtemelen Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıya yeni boyutlar getirip olayın aydınlanmasını sağlayabilir. Muhtemelen Necip Hablemitoğlu cinayetinin, hatta Gazi olaylarının perde arkasını ortaya çıkartabilir? Bundan adalet ve demokrasi adına memnuniyet duyarız. Peki bu iddianame ‘Ergenekon’ adı verilen, hani o devlet içinde devlet olmak isteyenlerin örgütlenmesini ortaya çıkarabilir mi? İşte orası tartışmalı.
Neydi Ergenekon? Daha önce defalarca yazıldı; geçtiğimiz hafta Yeni Şafak’ta Kürşat Bumin etraflı bir özetini verdi: Yaygın kanıya göre Ergenekon, İkinci Dünya Savaşı ardından ABD’nin verdiği ilhamla NATO üyesi ülkelerde muhtemel bir Sovyet hamlesine karşı yeraltı direnişi oluşturmak üzere endoktrine edilen ve örgütlenen, asker bağlantılı yarı-sivil, silahlı örgütlenmelerin Türkiye’deki adıydı. Örneğin aynı örgütlenmenin İtalya’daki adı Gladio (Kılıç) idi. Sovyetler’in 1991’de çözülmesi ardından NATO ülkelerinde bu örgütlenmeler dağıtılmış, pasifleştirilmiştir.
Ancak aynı yıllarda Türkiye’de şiddetini artıran PKK saldırıları nedeniyle Türk Gladio’su denilen Ergenekon faaliyetlerini bu alana kaydırtarak NATO’dan kopuk, kendi silahlı faaliyetini sürdürmek için kaçakçılık başta yasadışı yollara başvuran, mafya ile içli dışlı olan, ama devlet içinde birileri (ki ima edilen, suçlanan hep Türk Silahlı Kuvvetleri ve yargı içindeki bazı gruplaşmalar olmuştur) tarafından hep kollanan bir suç örgütüne dönüşmüştür.
Yine elimizdeki iddianameye kadar yaygın olan kanıya göre, bu örgüt Silahlı Kuvvetler içinde sivil iktidarlara tahammül edemeyen, özellikle de muhafazakâr hükümetlere tahammül edemeyen bir anlayış tarafından, bir askeri darbeye, ya da müdahaleye zemin oluşturmak üzere kışkırtıcı eylemler yürütme görevini üstlenmiştir. Savcı Zekeriya Öz’ün hazırladığı bu iddianame, böyle bir Ergenekon örgütlenmesini açığa çıkarma açısından tam bir hayal kırıklığıdır. İddianamede, ne darbe girişimlerinin, ne bunlara atıfta bulunulan ‘Özden Örnek’in reddettiği’ günlüklerin, ne son dönemlerin en tipik olayı Hrant Dink cinayetinin olmaması, acaba neyin üzerine sonuna kadar gidiliği sorusunu aklımıza getiriyor.
Savcı Öz, Ergenekon yerine, örneğin ‘Kızılelma’ adı takılan oluşumu ortaya çıkarma iddiasını taşısaydı, iddianamedeki bazı tutarsızlıklar nedeniyle yine eleştirilebilirdi. Ama en azından böyle bir hayal kırıklığına yol açmazdı.
Neydi Kızılelma? 2000’lerin başında, Susurluk olayının üzerine yeterince gidilmeyeceği, artık Mesut Yılmaz hükümetinin Kutlu Savaş’a hazırlattığı raporun bile rafa kaldırılmasıyla anlaşıldıktan sonra ortaya çıkan bir eğilimdi. Kızılelma da, Ergenekon gibi bir Türk mitolojisi ürünüydü. Pan-Türkist bir ideali temsil ediyordu. Ama algılanması, ‘kızıl’ kelimesinden dolayı, sözde solcu milliyetçilerle, Türkçü milliyetçilerin vatan, millet aşkına bir araya gelmesi idi. Bu işe, Doğu Perinçek’in İşçi Partisi destek veriyordu ama, MHP ve bağlı kuruluşları, 1980 darbesinden yanan ağızlarıyla artık yoğurdu üfleyerek yiyordu. Devlet Bahçeli örgütünü bu işin dışında tuttu, bulaşanları dışladı. Geriye, MHP’den dışlanmış eski ülkücüler, maceracı eğilimleri nedeniyle ordudan dışlanmış eski subaylar, Orhan Pamuk davasındaki gibi ırkçılık histerisine dönüşen gösterilerle öne çıkan hukukçular komplo teorisi müptelası yazar ve gazeteciler ile bazı mafya artıkları kaldı.
İddianame, sanki sağda mafya işlerine ve siyasi kışkırtma işlerine bulaşmış bir suç örgütüyle, silahlı işlere girmemiş ama siyasi komplo ve ordu içinde örgütlenme suçlamasıyla karşı karşıya İşçi Partisi soruşturmalarının birleştirilmiş davası için yazıldı izlenimi veriyor. İki emekli orgeneralin bu iddianameye neresinden ekleneceğine de bakmak gerekiyor. Çünkü iddianame bu işlerle TSK’nın ve MİT’in ilgisi olmadığını da saptıyor. Tekrarlamak gerekiyor ki, iddianame bu haliyle de çok ciddi ve vahim suçlamalar içeriyor. Bu dava bu haliyle de bazı suçları ortaya çıkarsa önemlidir. Ama, yine tekrarlamak gerekiyor ki, ortada sonuna kadar gidilmiş bir iddianame yok. Öyle bir sonuç beklemek de saflık olur.
Önceki akşam bir meslektaş cep telefonuma ‘Dağ ne doğurdu?’ diye bir mesaj attı. Belki de ‘fare’ dememi bekliyordu. Fare doğurduğuna inanmıyorum doğrusu; ‘köstebek’ dedim.
Radikal, 27.7.2008
|
Her askeri tarihçi, en zor askeri manevranın stratejik geri çekilme (ricat) olduğunu söyler size... Napolyon’un Moskova önlerinden geri çekilmesiyle başlayın, İngiliz İmparatorluğu’nun Hindistan’ı terk edip 1947’de çekip gitmesine değin, her geri çekilme ardında kan ve göz yaşı bırakır..
Siyasi tarihde Lord Salisbury’nin mırıldandığı öne sürülen bir laf vardır ki askerler bunu çok iyi bilir: ‘Siyasette en sık yinelenen hata...Tükenmiş politikalara sıkı sıkıya yapışıp onları sürdürmeye çalışmaktır!’ Yani ister askeri ister siyaset alanında uyguladığınız bir manevra sonucu yenilmişseniz, onun üstüne üstüne gitmek sizi mahveder! Sovyetler Birliği’nin 1989-1991 yılları arasında, çökmesinin ardından, ABD’nin eline normal ortamda ve koşullarda düzgün bir ülke olma imkanı geçmişti.
Ama ABD bu fırsatı tepti, parasını ve gücünü kullanarak dünyayı demokratik kapitalizmin egemenliği altına almaya çalıştı!
Sonuçta ne oldu? Dibe vuran dolar, toplumsal aşınma, evrensel tepki hatta nefret...Rudyard Kipling’in deyimiyle ‘barışın vahşi savaşları’, ciddi ciddi sarsmaya başladı Amerika’yı. Ancak, şimdi, ABD’nin önünde yeni bir fırsat var kendine gelmesi için:
Irak Başbakan’ı Nuri El-Maliki, ABD güçlerinin Irak’tan çekilmesi için kesin bir tarih istiyor. Buna ‘evet’ demenin zamanı geldi. Zaten Barack Obama, Bağdat ziyareti sırasında, Başkan seçilirse ABD güçlerini 16 ay gibi bir süre içinde Irak’tan çekebileceğini söyledi...
Obama, Irak öncesi Afganistan’a giderek Bush,Cheney,McCain ve neo-conların nasıl saçmaladığını da gözler önüne serdi. Dünyaya terör ihraç eden hücrelerin barındığı Afganistan’da, NATO’yla birlikte çarpışmak varken, Irak’a saldırmanın nasıl da büyük bir hata olduğunu vurguladı.
Obama’nın Afganistan,Orta Doğu ve Avrupa gezisi, ABD seçimleri açısından da büyük önem taşıyor. Bu seçimlerde ‘tarafsız’ seçmenler çok önemli rol oynayacak. Obama’ya tam anlamıyla yönelememelerinin nedeni dünya sahnesine çıktığında ne yapacağı, duruşunun ne olacağıyla ilgili soru işaretleriydi. Bu son geziden sonra ABD’deki bütün siyasi yorumcular, tarafsızların Obama’yı destekleyeceğinden söz etmeye başladı. Obama’nın seçilmesi Türkiye için ne anlam taşır?
Şu anda Türkiye’nin, Obama’yla, gerek siyasi gerekse de iş adamları aracılığıyla ciddi bir ilişki kurduğu kanısında değilim. Sadece ABD’de kurulu Türk-Amerikan Dernekleri, Obama’ya yakın kimi Demokrat Parti’li senatörlere, gelecek Senato yenileme seçimlerinde destek veriyor... Ama Obama’yla birebir görüşülmüyor henüz. Bunun en önemli nedeni Türkiye’de çok ciddi boyutta bir neo-con/cumhuriyetci parti lobisi olması. Bunlar hala McCain’in seçimleri kazanacağını ve Bush’un politikalarının devam edeceğini söylüyor; özellikle de Ankara’da! Bu lobiciler, Hillary Clinton’unda Demokrat Parti adayı olacağına yüzde yüz gözüyle bakıyorlardı, üç beş ay öncesine değin. Ankara’nın hiç zaman yitirmeden, gayri resmi yollardan, Barack Obama ve kurmaylarıyla ciddi ilişkilere girmesi gerek. Obama da biliyor eğer 130-150 bin askeri Irak’tan çekecekse bunu Türkiye’nin yardımı olmaksızın yapamaz. Hele İran ve Suriye’yle yapacağı görüşmelerden kalıcı sonuçlar almaksa amacı, burada da Ankara’ya ihtiyacı var... Salt bu nedenler yeter Obama’nın Türk yetkililerle bir araya gelmek istemesi ve diyalog başlatması için... Ama Obama kampına mesafeli durmanın, salt McCain tayfaları ve neo-con’larla sıkı ilişkileri sürdürmenin Türkiye’ye hiçbir yararı olmaz; olamaz!
Star, 27.7.2008
|