"Gerçekten" haber verir 25 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Karadziç’den Ergenekon’a...

Soykırımla suçlanan Bosnalı Sırpların eski lideri Radovan Karadziç’in yakalanmasından sonra ne oldu?

En hararetli destek ABD ve AB’den geldi...

ABD’nin Birleşmiş Milletler’deki temsilcisi Zalmay Halilzad, Karadziç’in yakalanmasını sevinçle karşıladıklarını ve diğer tutuklamaları beklediklerini söyledi.

AB dönem başkanı Fransa da aynı şeyi tekrarladı... Birliğin şimdi Sırbistan Hükümeti’nden yeni tutuklamalar beklediğini açıkladı.

Neyi kastediyorlar?

Lahey’deki uluslararası mahkemenin hakkında ‘savaş suçlusu’ olarak dava açtıklarından, Karadziç’in yakalanmasından sonra halen kaçak durumda olan iki kişi kaldı.

Bunlardan ilki, Bosnalı Sırpların savaş dönemindeki askeri liderlerinden General Ratko Mladiç. Mladiç, Karadziç ile birlikte Saraybosna kuşatması ve Srebrenitza katliamı sırasında savaş suçları işleme iddiasıyla aranıyor.

İkinci kaçak ise Vukovar’da yaşayan Hırvatlara karşı savaş suçları işlemekle suçlanan Goran Haciç...

* * *

Sırbistan savaş suçları savcısı, istihbarat örgütlerinin aslında Mladiç’in izini sürerken Karadziç’i yakaladıklarını söylemişti.

Çünkü...

Karadziç ve sağ kolu Mladiç’in yandaşları, uzun süre siyaset, ordu, idare ve istihbaratta yer alıp bu kaçakların yakalanmalarını önledi.

Ellerine ne kadar kan bulaşmış olursa olsun ‘Büyük Sırbistan’cılar için Karadziç hala bir kahraman. Bosnalı Sırpların çoğu eski liderleri Karadziç’e hala saygı ve sevgi duyuyor.

* * *

Peki, o halde nasıl yakalandı?

Savaş sanayi gerileyip, bilgi çağı hamle yaptıkça daha hızlanacak olan yeni zihniyet, buna herkesten daha fazla ihtiyacı olan Sırbistan’da daha çabuk duyuldu... Savaş yerine barış, kavga yerine huzur. Sırbistan halkı kısa bir süre önce yaşamını karartan milliyetçilik yerine AB açılımında karar kıldı...

Belgrad’da yeni hükümetin kuruluşundan bu yana, savaş suçları konusunda farklı bir ortam doğdu... Dengeler değişti... Dünyaya kulak veren bir siyasetçi iktidar oldu...

Bu süreçte, Hollanda’nın başını çektiği Avrupa Birliği hükümetlerinin, Sırbistan’ın birliğe üyeliği konusunda resti çekip, savaş suçları mahkemesiyle tam işbirliği gerçekleşene kadar ilerleme sağlanamayacağını açıklamaları bu sonucu etkiledi.

Devreye İngiliz ve Amerikan istihbaratı girdi...

Sırp güvenlik yetkilileri ise Karadziç’i yakalamak için batı yanlısı cumhurbaşkanı Boris Tadiç’in, Sırbistan İstihbarat Servisi Başkanı Rade Bulatoviç’in yerine yeni bir isim olan Saşa Vukadinoviç’i atamasını beklediler...

Bu atama geçen hafta gerçekleşti... Yeni Sırp İstihbarat şefi, Sırbistan’ın önde gelen mafya gruplarından Yitka’ya karşı mücadeledeki başarısıyla ünlenmiş bir kişi.

Belgrad’daki yetkililer Karadziç’in yakalanmasından birkaç hafta önce Sırp istihbarat servisinin, yabancı bir istihbarat biriminden gizli bilgiler aldığını söyledi.

Hatta...

Batılı istihbarat örgütlerinden bir kaynak Financial Times’a yaptığı açıklamada, zaman zaman çok yaklaştıkları Karadziç’in pek çok kez izini kaybettiklerini, sanığın yüksek mevkilerdeki bazı kişilerce korunuyor gibi göründüğünü söylemiş ve eklemişti:

‘Bu sonucu getiren asıl faktör siyasidir.’

* * *

Bir anlamda ‘devlet, devleti’ tasfiye ediyor...

İçe kapanmacı, faşizmle kucak kucağa oturmuş, ülkeyi dünyadan koparan ve gelecek vaat etmeyen anlayış, dünyanın da yardımıyla saha dışına atılıyor...

Irk ve kan ‘üstünlüğüne’ dayalı patalojik bir anlayış, Sırbistan’ı tuz buz etti... Yirmi yıldır süren milliyetçilik, şiddet, savaş, izolasyon ve inatlaşma ülkeyi mahvetti... Artık ‘akılcı ve dünyalı’ irade, ‘dur’ diyor...

Sırbistan ‘eli kanlı kahramanları’ uluslararası mahkemeye teslim ederek, evrensel hukukun ve çağdaş insanlığın parçası haline geliyor...

Nitekim Sırbistan Dışişleri Bakanı Vuk Jeremiç, kesinlikle Avrupa Birliği üyesi olacaklarını ve hedeflerinin bu yılın sonuna kadar adaylık statüsü elde etmek olduğunu söylüyor.

* * *

Radovan Karadziç’in maceraları size Ergenekon’u anımsatmıyor mu?

Yakalanış süreci de aslında Ergenekon’dan pek farklı olmayabilir...

‘Dünya değişiyor’ dediğimiz bu...

Dünya, ‘Temizleniyor ve arınıyor’ da diyebilirsiniz...

Çünkü gelmekte olan çağda, Karadziç’lere yer yok... Sadece ve sadece ‘insanı kutsayan’ yeni bir dönem çünkü bu.

Sırbistan’da Karadziç, Türkiye’de Ergenekon...

İkisine de yeni çağda yer yok.

Star, 24.7.2008

Mehmet Altan

25.07.2008


 

Bir tabu, bir püf noktası!

Halen tutuklu eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, cezaevinden gazeteci Ahmet Hakan’a bir not iletmiş; gazetecilerin “fişlenmesi” üstüne şunları söylüyor:

“Ben 2002 ile 2004 arasında Jandarma Genel Komutanlığı’nda bulundum. Fişlemeyi ben yapmadım. 98’de başlayan bir fişlemeyi benim yapmam ya da yaptırmam fiilen mümkün değil.”

Eruygur’un, bu açıklamasını bağladığı, gerekçelendirdiği esas çarpıcı sözü ise şu:

“Ben Jandarma subayı değilim.”

Jandarma Genel Komutanlığı yapmış bir emekli orgeneral, ne devlette, ne millette... ne hükümette, ne Silahlı Kuvvetler’de... ne medyada, ne ortada telaffuz edilebilen bir şey söylüyor:

“Ben Jandarma subayı değilim.”

Ve bunun nasıl veya neden böyle olabildiğini merak etmeden yılları deviriyoruz.

Neden Jandarma Genel Komutanı Jandarma subayı değil sahi?

Mesele sadece Eruygur’a ilişkin değil.

“Teamül” böyle.

İstisnalar dışında, Jandarma genel komutanları “Jandarma subayı değil.”

Şu andaki komutan Orgeneral Koşaner de değil; Kurmay Başkanı Korgeneral İbrahim Açıkmeşe ise “Jandarma subayı”.

Önceki “Jarmarma Genel Komutanı” emekli orgeneral Türkeri de “Jandarma subayı” değildi. Onun selefi olan Eruygur’un selefi Aytaç Yalman da. Hemen öncekiler de.

Buna karşılık “Karacı” Jandarma Genel Komutanlarının genellikle ortak bir noktası var:

Özellikle geçmişte, MİT Müsteşarlığı görevleri... yakın geçmişte “Özel Kuvvetler” komutanlıkları.

Buna karşılık Jandarma subayı olan generallerin ortak noktası ise şu:

Genellikle, orgeneral olamadan emeklilik!

Doğrudur, değildir... Görüşünüz değişir...

Ama bu, sivil güvenlik, sivil istihbarat, sivil hükümet üstünde geleneksel vesayetin en tuhaf hallerinden biri.

Bilirsiniz, kağıt üstünde “Jandarma” İçişleri’ne bağlı.

Ama bu güne kadar, sivil hükümeti “askeri darbe hareketlenmesi”nden haberdar eden bir Jandarma ihbarı görülmedi. Belki olmuştur ama bilmeyiz!

Kağıt üstünde kalana güncel itirazlardan biri, belki küçük ama sembolik, işte şu sıra Trabzon Valisi’nin yaptığı.

Bırakın hükümeti, suikast hedefine dahi “öldürülebileceği” ihbarını ulaştırmayı pek düşünmeyen, hatırlaması zayıf bir Jandarma Albay’ın en azından mahkemede (en azından “hatırlamıyorum” diye) ifade vermesini sağlayan Vali..

Çünkü, teorik olarak o ilde Vali’ye bağlı Jandarma!

Lakin bu ülke “pratik” bir yer.

O yüzden, pratikte, Jandarma Genel Komutanları, içişlerine miçişlerine bağlı olması mümkün olmayan, doğrudan ordu komutanlıklarından gelenlere tevdi edilir; takdir ve teveccüh öyle.

Jandarma, Genelkurmay Başkanlarının da içinden çıktığı “Kara Kuvvetleri”nin “mütemmim cüzü” olmuştur. “Dördüncü Kuvvet”tir ama iktidar ya da orduya, paraya ve reklama bağlı medyanın “dördüncü kuvvet”liği gibi!

Bakın; iyidir, kötüdür, demiyorum; “garip ama gerçek” diyorum! Bir de, “Jandarma subayları” ne düşünüyor, merak ediyorum.

Jandarma Genel Komutanlığı’ndan emekli olup Jandarma gözetiminde tutuklu bulunan Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un ne düşündüğünü biliyoruz:

“Ben Jandarma subayı değilim!”

Bu konuyu yazdığıma bakmayın; ben de değilim!

Sabah, 24.7.2008

Umur Talu

25.07.2008


 

Saldırı mı, kışkırtma mı?

Acaba orduya yönelik kışkırtma mı var, yoksa saldırı mı? Bence “kışkırtma” var ve “saldırı” yönündeki yorumlar da kışkırtamaya malzeme teşkil etmek için kotarılıyor.

Bakın şu ifadelere: “Ordu artık hedeftir.” Cumhuriyet, başyazı, 21 Temmuz 2008) Bakın şu ifadelere: “Son zamanlarda Silahlı Kuvvetler’e yönelik saldırıların dozu iyice arttı. Açık söylemek gerekirse halk deyimiyle Silahlı Kuvvetler’in “karizması” fena halde “çizilmiş” durumda.” (Can Ataklı, Vatan, 22 Temmuz 2008) Böyle bir cümle, mesela, Ertuğrul Özkök’ün sütununa da girmiş:

“Son günlerde Genelkurmay’a karşı öylesine insafsız bir saldırı kampanyası yapıldı ki...” (Hürriyet, 22 Temmuz) Genelkurmay’a hangi insafsız saldırı oldu, ordunun karizması fena halde nasıl çizildi, ordu nasıl pusturuldu? Doğrusu bunların çok somut karşılığı yok ama bu tür yaklaşımların orduyu etkilemediğini söylemek mümkün değil.

Yani kime, “Karizman fena halde çizildi arkadaş” dersen, onun içinde bir öfke kıvılcımı patlatırsın. Ergenekon soruşturmasıyla ilgili olarak bu da yoğun biçimde yapılıyor. Enis Berberoğlu’nun yazısından öğreniyoruz ki, emekli general ve Ergenekon şüphelisi Hurşit Tolon bile yakınlarına, “Silahlı Kuvvetler neden Odalar Birliği kadar bile sesini çıkartamadı? Benim suçum ne ki, Sinan Aygün gibi sahip çıkılmadı?” diye dert yanıyor.” Hürriyet, 22 Temmuz)

Anlaşılıyor ki TSK da yazılan-çizilenlerden etkilenerek “saldırı algısı” na kapılıyor ve bu sebeple ve geçtiğimiz günlerdeki gece bildirisi yansıyor Genelkurmay internet sitesine...

Benim düşüncem şu: Prensip olarak “Ordu düşmanlığı” ancak çok marjinal grupların eğilimi olabilir, Türkiye’de asla çok yaygın bir eğilim değildir. Ancak, ordunun siyaset üzerindeki etkisine karşı çıkmak, askeri müdahalelere tepki göstermek, sivil iradenin belirleyiciliğini demokratik gelişmenin olmazsa olmaz gereği olarak görmek... Bunlar yaygın bir taleptir.

Ama, TSK’yı bu alanlarda müdahil görmek isteyen ve “darbelere ve hatta darbelerle gelen idamlara halk coşkusunun bulunduğunu” düşünen bir kesim de vardır. Şu an, Ergenekon ekseninde tartışılan şey, ordunun itibarı değildir. Şu an tartışılan, hukukun dışına çıkmış ve bir ucu askere ulaşan bir yapılanışın ortaya çıkarılması ve sistem üzerindeki etkinliğinin izalesidir. TSK adına, böyle bir illegal yapılanışa sahip çıkmak mümkün değildir. Asıl o, TSK’yı büyük bir yük altında bırakır. Bu bilinçle olmalıdır ki bu güne kadar TSK adına, Ergenekon soruşturmasını gölgeleyecek en küçük bir tavır sergilenmemiştir.

Ama medyada, siyaset dünyasında bir grup var, sanki Ergenekon’un ucu kendilerine dokunacakmış gibi bir tedirginlik sergiliyorlar. Ve onlar, Ergenekon soruşturmasına karşı çıkarken bunu, Ordu üzerinden yapmaya, daha ötede Orduda bir tepki üretmeye çalışıyorlar. Oysa, orduya yapılacak en büyük kötülük budur. Milliyet gazetesi, birkaç gündür, Tolga Şardan ve Gökçer Tahincioğlu imzasıyla bir “Ergenekon Analizi” yapıyor.

22 Temmuz tarihli bölümde emekli binbaşı Fikret Emek’in annesinin Eskişehir’deki evinde bulunanların listesini veriyor. 11 kilo E-3 tipi plastik patlayıcı bunlardan biri. Diğerlerinin dökümü de şöyle: “Emek’in annesinin evinde yapılan aramada elde edilen silah ve mühimmatın listesi şöyle:

11 kilogram C-3 tipi plastik patlayıcı, 1 adet Kanas tipi dürbünlü tüfek, 1 adet Kalaşnikof otomatik tüfek, 1 adet av tüfeği, M-16 mermileri, 10 adet MKE yapımı savunma ve taarruz tipi el bombası, 2 adet MKE yapımı olmayan el bombası, gaz bombası, sis bombaları, 210’ar gramlık 12 TNT düzeneği, 6 adet yarımşar kiloluk TNT kalıbı, 1 adet 1.5 kilogramlık TNT kalıbı, 1 kilogramlık tahrip kalıbı, naylon torbada ateşleme mühimmatı, 1 adet patlayıcılı imha kiti, normal tipte kapsül, infilak kapsülleri, patlayıcı düzenekleri hazırlamada kullanılan saniyeli fitiller ile infilak (patlamalı) fitilleri.” (Milliyet, 22 Temmuz 2008)

Bu bölümde Milliyet’in iki araştırmacısı, Fikret Emek’in, Ergenekon ağındaki ilişiklerini de yazıyor. Şimdi ne yapmalı bu bilgiyi? Gazetelerin tamamı, Dink cinayetinde cinayet ihbarını önemsemediği için ifadesine başvurulan Albay Öz’ün “hatırlamıyorum” sözlerini şaşkınlıkla karşılamış. Ne yapmalı bunu? İçinde emekli veya muvazzaf bir subay geçiyor diye, orduya saldırı gibi mi algılamalı?

Bence sonuna kadar “Temizlikçi” olmalı... Güçlü bir ordu, Türkiye’nin güvenliğini önemseyen herkesin ortak dileğidir. Orduyu, siyaseti kontrolün aracı haline getirmek ise ona yapılacak en büyük kötülüktür. Halkla, siyaset arenasında buluşmayı beceremeyenler, ordu üzerinden ülkeyi kontrol hesabı yapıyorlarsa, buna karşı orduyu korumak da, sivil-asker herkesin ortak görevi olmalıdır.

Yasal zemini olan MGK’yı kullanması hepimizin hayrına! Son söz: Orduya saldırıya da hayır, onu “saldırı var” diye kışkırtmaya da hayır!

Bugün, 24.7.2008

Ahmet Taşgetiren

25.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır