ŞÜKÜR KAPISINDA SON ENGEL
İnsan kendisine yapılan iyilikleri önemser. Bunların karşılığında mutlaka bir şeyler yapmak ister. Hiçbir şey yapamazsa da teşekkür eder. Minnettarlığını göstermeye çalışır.
Küçük iyiliklerde bile teşekkür duyguları taşıyan insan için, onu yaratan, yaşatan, her şeyini veren, ihtiyaçlarını ihsan eden Allah’a karşı teşekkür duygularını hissetmemesi elbette mümkün değildir.
***
Rabbimizden bize lütuflar gelir, bizden ise O’na şükürler çıkar... İnsan ile Rabbi arasındaki, böyle karşılıklı güzelliklerle sürekli gelişen ve kuvvetlenen bir alâka vardır; fakat şeytan bunu çok kıskanır, hiç hazzedemez.
O şeytan, Allah’a iman etmeyenleri, tesadüflere, kendi kendine oluvermelere, sebeplerin yaratıcı olduğuna inandırıp kalplerini şükür duygularından mahrum bırakır. Böylelikle kalplerinin Allah’ı bulduracak bu yolunu kapatmış olur.
Fakat, Allah’a iman edenlerin kalplerinde coşan şükür duygularına engel olamaz. Burada yapabileceği tek şeyi yapar: bir suyun yönünü değiştirir gibi, şükür duygusunun yönünü değiştirip adresini şaşırtmak…
***
Elimizdeki bir nimet iken, yani Allah’ın bize lütfu iken, onu sadece basit bir meyve olarak gösterir. Yetmezse geldiği memleket, büyüklüğü, kalitesi.. vs o nimetin, Rabbimizin bize ikramı olduğunu unutturacak şeylerle zihnimizi meşgul eder.
O nimetin bizim için, bizim ihtiyacımız gözetilerek, sırf biz memnun olalım diye o şekilde, tatta, kokuda yaratılışını gözümüzden kaçırmaya çalışır.
Nimetlerin tam bize göre, bizim de tam o nimetleri tadıp san'atını takdir edebilecek şekilde yaratılmış olduğumuzu görmememiz için elinden geleni yapar.
Halbuki gerçek o ki, nimetlerin değerini, san'atını, mükemmelliğini, başka canlılar değil, ancak insan görebilir. Ayrıca yaratılan güzelliklerden ve nimetlerden bu kadar haz alabilen, başka canlılar değil, sadece insandır. Ve şeytan bize verilen bu ayrıcalığı görmemizi hiç istemez.
Ancak o hasetçinin bütün gücü, vesveseler atıp kafa bulandırmaya yeter. Yolumuza döşediği muz kabuğuyla ayağımızı kaydırmak ister. İnsanın karşısına rakip olarak çıkamaz; tek yaptığı sinsi ve fırsatçı düşmanlıktır. Fakat biz düşüncemize, nazarımıza sahip olursak bize yapabileceği hiçbir şey de yoktur.
Bu noktada, Bediüzzaman Hazretleri bir vecizesi ile, şeytanın tuzaklarından kurtulup, şükür duygusuna varabilmemiz için aklımıza bir kapı açar:
“Nimetten in’ama geçsen, Mün’im’i bulursun.”
Yok iken yaratılıp, eline kadar getirilmiş bir meyveye nimet olarak bakabilmek imanın sonucudur. O meyveye sadece bir meyve olarak bakan bir nazar, zaten meyveden ötesini ne görür, ne de o meyveden hareketle bir tefekkür süreci yaşar.
Elimizdeki meyveyi bize sorsalar, elbette bir nimet olarak niteleriz. Fakat bu nazarımızı her zaman muhafaza edemeyip, gaflete de düşebiliyoruz.
İşte bu noktada yukarıdaki vecize bize ipucu veriyor: Nimetten inamı gör..
Yani nimete baktığında, sadece yiyeceğin, içeceğin bir şey değil; o ikramla nimetlendirildiğini gör. O nimetin, senin için hazırlanmış olduğunu fark et. Ve anla ki, yediğimizde, içtiğimizde, yemiyoruz, yediriliyoruz; içmiyoruz, içiriliyoruz...
Nimetlendirilmekte bir kasıt vardır. İhtiyacımızın, hesaplanarak, bilerek karşılanması vardır. Tesadüf ve rastlantı yoktur.
Böyle bir nazar bizi, o meyveden hareketle başka şeyleri görmeye sevk eder. Meselâ o meyve bizim içindir. Rengiyle, tadıyla, kokusuyla, içine konulan vitamin ve mineralleriyle, yaratılış mevsimiyle ve ihtiyacımızı karşılayacak şekilde terkip edilmesiyle, her şeyiyle bizim için yaratılmış bir meyvedir.
Bunları gördükten sonra, şükür kapısına varmamıza son bir adım kalır: Mün’im’i bulmak.. Yani, bizi nimetlendireni bulmak.
Örnek olarak, bir meyveye ve onun sebebine birkaç soru ışığında baktığımızda, Allah’a varma yolunda son perdeyi de aşmış oluruz:
Meselâ meyveler, sadece ihtiyacımızı karşılayacak şekilde, en basitinden değil de, niçin böyle dikkat çekici yaratılıyorlar?
Nimetlerdeki süsler, cazip şekiller, tatlar ve renkler, gösterişli san'atlar ne içindir?
Bir meyvenin elimize meyve olarak gelene kadar, bütün o tercihleri bizim için kim yapmıştır?
Akılsız, şuursuz, iradesiz varlıklar bu tercihleri yapamayacaklarına göre, onların—dünya imtihanının bir cilvesi olarak—sadece aracı oldukları, düşünerek bakan bir insan için çok açıktır. Gerçek şu ki, Allah, böyle yaratmakla kudretini, san'atını, düşünen insanlara bildirmeyi ve kendini sevdirmeyi arzu ediyor.
Yani elimizdeki meyveyi, bizi bilen, ihtiyacımızı gören, bize şefkat edip bizi seven, Rahman ve Rahim Rabbimiz, kendisinin merhametini ve şefkatini bilelim diye bize böyle güzel ikram ediyor.
Bunu gördükten sonra başka ne deriz ki, gönül dolusu, kâinat dolusu şükürler olsun Allahım!..
|