1. Geçenlerde Mehmet Barlas da soruyordu: Darbe davası mı, terör davası mı?
Son yazılarda bunun “darbe davası” olmayacağını yazmıştım; hâlâ oradayım.
“Darbe” olmuş bitmiş eylem olarak asla yargılanmadı; tam tersine, darbeciler bile “darbeye, ihtilale teşebbüs” gerekçesiyle arkadaşlarını yargıladı, işkenceden geçirdi, idam etti, ettirdi. Başkalarını da.
Bu iddianame, “silahlı terör örgütü kurmak” a dair. Oysa darbe, “zaten kurulu meşru silahlı örgüt” tarafından kaç kez yapıldı.
2. O yüzden bu iddianame Türkiye’deki vesayet sistemini değiştirmez. Esasında sistem de mahkemede değişmez. Toplumsal taleple, toplumsal baskıyla, toplumsal sıçramayla değişir. Ya da AB süreciyle filan yamuk yumuk yamalanır. Bir de... kim söyledi, bu iktidarın o vesayet sistemini değiştirmeye teşebbüs edebileceğini! Dünya görüşü her cinsten vesayete hepten karşı olmayanlar, başka vesayetlerden yakınsa da, köklü değişimlerden ürkebilir.
3. Ama bu iddianame, açılırsa dava ve kanıtlanırsa iddialar; ezber değiştirir:
Kimi faili meçhul yahut failini (kendimizce) bildiğimizi sandığımız cinayet, suikast ile bu yapının ilişkisi kanıtlanırsa, ülkenin yakın tarihi de yeniden yazılır, talihi de.
Provokasyon, sindirme, tahrik, kitle sürüklemek adına, cinayet bir yana, sözde kendisine yakın düşünenleri dahi öldür(t)ebilen bir zihniyet ile arasındaki akrabalıkları düşünmek zorunda kalır milyonlarca insan, onlarca gazeteci, siyasetçi ile onca asker.
Siyasetçilik, gazetecilik, akademisyenlik ve askerlik gibi meslekler, görevler ile sorumluluklar üstüne daha derin tefekkür imkânı doğabilir. Bu mesleklerin ahlaki, insani, vicdani, hukuki, demokratik boyutlarını kavramak için fırsat olabilir.
4. İddianame, yukarıdaki nitelikleriyle, sadece “AKP’nin rövanşı, AKP ile hesaplaşan Atatürkçüler” kategorilerine de sığmaz.
İsnat edilen suçların, iddianamedeki suçlamaların birçoğu AKP’den öncesine ait. Dolayısıyla, her cepheden birçok kişi ön tanımlamalarını değiştirip başka tahliller yapabilmek zorunda. Belki de herhangi bir andaki darbe girişiminden ziyade, sürekli kaos, biat, vesayet, korku, dayatma ve Ortadoğu cehennemine sürüklenme manasında, “sürekli darbeli matkap” altında tutulmak istenen bir ülke üstüne kafa yormalı.
Bu amaçla oluşturulmuş, çalıştırılmış, kullanılmış, sonra birbirine ve başkalarına, başka işlere bulaşmış, kendine başka misyonlar yüklemiş, ideolojik kimyaları bulanmış birimler, kişiler filan.
5. Bu tür vesileler, herkesi turnusole batırıp çıkarıyor. Bukalemun derisi değişip duruyor.
Darbe karşıtı ve cinayetlere nefret dolu olmak, gerçeklerin ortaya çıkmasına tutkuyla bağlı olmak ile herhangi bir iktidara tutkalla bağlı, bağımlı olmak arasında ciddi bir fark olmalı. O mesafeyi kaçıranların demokratlık dozunun tozu fazladır! Tozunu alırsan, bakiyesi zayıf kalır.
Başka açıdan; iktidar karşıtlığı insanı, örgütü, partiyi otomatikman “suikastçı”nın filan yanına düşürüyorsa, bir de buna sol mol kılıf bulunuyorsa, yazıktır, günahtır, vahtır.
Böyle anlar, sadece laikliğe takılıp kalmamış cumhuriyetçiliğin de... sadece kimliklere takılıp kalmamış demokratlığın da daha yaygın adalet talepleriyle, vicdan ve insan kardeşliği renklerini daha fazla kazanabilmesi için aslında fırsattır.
Her türlü tahakküm, pusu, kışkırtma ile baskının reddine dönük siyaset için fırsattır.
Her türlü hakikatin ortaya çıkarılmasını talep eden ve bu işe kendini adayan hakiki gazetecilik için fırsattır.
Adil olabilmemiz, kendimizi sorgulamamız, kendimizi aşabilmemiz için fırsattır.
Sabah, 20.7.2008
|